(Değerli okuyucularım aslında bu ana kadar yayınlamdığım tarih araştırma yazıma devam istiyordum ama Sis Dağı ile ilgili yazı yazmak istediği bunu engelledi. Bundan sonra inşallah)
Sis Dağının bizde oluşan manasını çoğu insanlar bilmez. Bizde oluşan manayı da geçtik ve Sis Dağının neresi olduğu bile tam bilinmez.
Bilmeyenler, 1950 metre yükseklikteki gecekondu mantığı ile talan edilerek hilkat garibesi halinde getirilen beton ve çirkin yapı yığınlarının olduğu yayla düzlüğünü Sis Dağı zanneder.Gerçi yöre halkının çoğu da bu yayla düzlüğüne Sis Dağı derler.
Halbuki, Esas Sis Dağı Aladağların 2181 metre yüksekliği ile göklerle bitişik gibi duran ulu zirvedir Sis Dağı.
Biz, Trabzon Beşikdüzü Dağlıca Mahallesindeki arazimizin en yüksek yerinde olan ve aynı zamanda köyün az sayıda yüksek tepelerinden biri olan Evliya Tepesindeki olan düzlüğe Sis Dağı’nı seyretmek için çıkardık. Eğer dağın tepesi sisli değilse, tam karşımızda bütün heybetiyle göklerle birleşmiş gibi duran, biraz da takdirin verdiği bilinmez bir ürperti ile baktığımız Bu Dağ, ufkumuzun son noktası ve bakışımızın en büyük resmiydi. İşte bizim için madde planında en büyük olduğu için az da olsa bu sebeple ürperti yaşamamıza engel olamıyorduk...
Temmuz ayının sonuna kadar, tepesi karla kaplı olan, bize göre bu ulaşılamaz Sis Dağı, bizim her bakışımızda yeni bir mana ile kaplanıyordu. Bizler o gün öfkeli ve kızgınsak onu da kızgın ve öfkeli; yok eğer bizler neşeli isek onu da neşeli görürdük. Bizi mutlu etmek için sanki bizim gibi olmak isterdi. O öfkesinde de, sevincinde de çok ama çok vakur ve çok ihtişamlı görünürdü her daim...
Köyde kalırken, bazen inek otlatmaya bazen de yüksekliğin verdiği her yöne hakim geniş görüş ufuk imkanından faydalanmak için bize ait Evliya Tepesi Düzlüğüne çıkardık. Düzlüğe çıkar çıkmaz, ilk olarak Sis Dağını gözlemek isterdik. Evliye Tepesi Düzlüğümüz, aslında her konuma hakim bir noktada idi. Altı ilçeye ait 20 den fazla köyü, Akcaabat sınırları içerisindeki meşhur Karadağ’ı, yine Vakfıkebir-Tonya ve Beşikdüzü’nün ortak tepesi olan Sivri Tepesini, bizim köyün en yüksek ve en değerli tepesi olan İzmis Tepesini seyretme imkanı varken; biz hep Sis Dağını seyretmeyi tercih ederdik. Çünkü bu dağın hepimizi çok etkileyen duruşu vardı. Ulaşılmaz gibi görünüyordu. İnsanlar bilmedikleri ve ulaşamadıklarının etkisinde kalırlar. Belki de bizim için bu sebeple etkileyici oluyordu.
Sis Dağının sanki ille de beni seyredin der bir duruşu vardı. Onu seyrederken çok başka bir hisse kapılıyorduk. Ona doğru bakarken çoğunlukla gıpta, ama azcıkta korku duyardık. Azcık korkmamız ise azametli duruşu, biraz da bize göre ulaşılmaz görünüşünden kaynaklanmaktaydı. Biz Evliya Tepesi’ne her çıkışımızda çoğu zaman çimenlerin üstüne oturarak başımızı batı yönüne doğru çevirir ve eğer dağının zirvesi sisle kaplı değilse Sis Dağı'nın görme şansımız olurdu. Hayran olduğumuz sihirli bu güzelliğine bakar bakar hayaller kurardık...
Bu dağın karlı zirvesini güçlü, ulaşılmaz ve hilesiz olarak gördüğümüz için "Gönlümüzdeki Saklı Sevdalarımızı” bu dağın karlı tepelerinde saklıyorduk…
Çünkü, zirve tepesi ulaşılmaz bir kale gibi heybetli ve tabii idi. Asla insanın hilelerinin uslaşamadığı ve yalansız bir yerdi orası. Orada emniyet altına aldığımız “Saklı Sevdamızla” huzur ve mutlu bir şekilde birlikte olmak bizlere ayrı bir zevk veriyordu.
Ayrıca, Sis Dağı hilesizliğin, vefanın, samimiyetin ve yürekten olmanın da zirvesi idi.Yani Sis Dağı bizdendi. Gönlümüzdü. Değerlerimizin toplamı olan bir bütündük. Kısacası bizdik...
Memleketin diğer dağları ne kadar büyük olursa olsun, bizim en büyük ve muhteşem dağımız Sis Dağı idi. Bizim dağımız Ağrı Dağından bile büyüktü bize göre. Çünkü o bizimdi biz onunduk...
Yani o bir mihenk taşı, samimiyetin en halis temeli, her şeyin en iyisinin ölçüldüğü bir ölçü gibiydi bizim için.
İşte Sis Dağı bizim gönlümüzdeki en yüksek yerinde taht kurarken; biz de “Saklı Sevdamızla” zirvesinde kamp kurmuştuk kamppp...