1970’lere kadarki klâsik demokrasilerde birden çok partinin varlığı, genel ve eşit oy, tek dereceli, gizli oy-açık tasnifli seçim, demokrasi için yeterli idi. Yani bir ülkede mümkün olduğunca çok vatandaş, iki veya daha çok partinin katılabildiği seçimlerde eşit değerdeki oylarıyla yöneticilerini, doğrudan yani delegesiz seçebiliyorsa ve oyunu gizli yerde atıp oy sayımı herkesin önünde yapılabiliyorsa, o ülkede demokrasi var kabul edilirdi. Bu ülkelerde kanaat önderleri denilen ve bizim gibi az gelişmiş ülkelerde çoğu merkezin dışında, kenardan halk adamları olan âriflerin seçmenleri yönlendirmesine, böyle bir seçimle iktidara gelip programını gerçekleştirme çabalarına ise “siyaset” denir, bunu partiler yapardı.
Gelişmiş demokrasilerde 1970’lerin başından itibaren katılımcı demokrasi adı verilen uygulama ortaya çıktı. Artık, vatandaş bir iktidar tayin edip 4-5 yıl sonra hesaplaşmak üzere beklememekte, iktidara yön vermekte, katılmaktaydı. Hattâ birçok modern partinin artık, programı ve vaatleri bile yoktu; “Halk ne isterse o öyle, o zaman yapılacak” halkçılığı (popülistliği) hâkimdi. 1980’lerde, her bir vatandaşın çeşitli konularda neyin, nasıl, ne zaman yapılmasını istediği pratikteki imkânsızlık sebebiyle öğrenilemediği için vatandaşları çeşitli konularda temsil edenler veya daha çok da temsil ettiğini iddia edenler ortaya çıktı. Çünkü hâlâ temsilî demokrasiyle yetinmek zorundaydık; bizi temsil etmeleri için vekillerimizi meclise gönderiyorduk; yani her kararı doğrudan bütün vatandaşların aldığı doğrudan demokrasi ne yazık ki hâlâ imkânsızdı. Teknoloji bu imkânı yakında sağlayabilir mi, bilemiyor, bekliyoruz.
Temsilî demokrasideki bu, iktidar karşısında halk temsilciliği (çok kere dalkavukluğu), kısa zamanda taban genişletme isteğiyle kamu oyu oluşturmaya döndü. Bazan geçici, tüzel kişiliksiz (plâtform) bazan kalıcı ve tüzel kişilikli (dernek) statülerde ortaya çıkan bu devletten bağımsız ve demokratik oluşumlara “sivil toplum kuruluşları” (STK) dendi. Farklı ve üstün özel statüleri olmasa, partiler de birer STK iken yan kuruluşları, onların emrindeki oluşumlar ile vakıflar, tarikat, cemaat ve benzerleri demokratik kurumlar olmadıkları için STK değillerdir. Unutulmamalı, buradaki “sivil” terimi, “askerî” kelimesinin karşıtı değildir; belki “resmî”nin zıttı olarak, aslında “medenî” anlamında ve “civilizasion”daki “civil”dir.
1990’larda, bilgi (iletişim) çağına girilip, teknolojideki hızlı gelişme hayatın her alanını özellikle iletişim yolu ile değiştirince, iktidar için siyasî partilere, sivil toplum kuruluşları yanında ikinci bir ortak daha çıktı: Medya !.. Şimdilik STK ve medya iş birliği hâlindedir; ancak gelişmiş demokrasilerde bu iş birliği rekabete çoktan dönmüş, bazılarında iktidar (muktedir, kudretli olmak) kavgası bile başlamıştır. Klâsik üç erk olan yasama, yürütme ve yargı, önce 4. erk olarak eklenen ve giderek 1. güç olmaya yönelmiş medyanın nihayet tek güç hâline gelmeye çalıştığı, içinde olduğumuz teknodemokrasi çağında, sivil toplum kuruluşları hâlâ çağdaş demokrasinin olmazsa olmazları, tek gerçek demokratik örgütleridir.
Bilindiği gibi Türkiye’de klâsik üç erk gittikçe artan sıkılıkta tek elde toplanıyor ve demokrasimiz bu yüzden de sarsıntı geçiriyor. Yasama, yani TBMM, tamamen iktidar milletvekillerinin güdümünde ve onları seçen de başbakan !.. Yürütme, yani hükümet zaten başbakan demek ! Yargı ki, dünyada kendisine “çağdaş”ı bir yana “demokrasi” diyen hiç bir ülkede olmayan ve kabul edilemez bir şekilde hükümet, TBMM eliyle hattâ çok yerde doğrudan başbakana bağlı hâle getirildi ! Türkiye Başbakanı şu anda medyayı da, çok zaman yandaş iş adamlarına rica (?) ederek, bazan tehditle neredeyse tamamen ele geçirmiş durumda ! Ve bunun adı üstelik “İleri Demokrasi” !
Türkiye’nin tek demokratik gücü STK’lardır. STK’ların bir başka özelliği unutulmamalı: “İktidara alkış için STK kurulmaz; STK mahiyeti gereği eleştirici ve yol göstericidir. Beğendiklerini söylemek bile görevi değildir, yağcılık sayılır. Siz maçta hakemin, oyuncuların centilmence bir davranışını alkışladığını ara sıra da olsa görüyorsunuz ama hiç güzel bir gol atanı alkışladığını gördünüz mü?
NOT: Bu yazımı 2008’de Türk Ocakları Marmara Bölgesi Şubeleri Toplantısında Beykoz Türk Ocağı adına, Dilek ve Temennilerimiz bölümünde okumuştum. Takdir edersiniz ki eğer referandumda “Evet” çıkarsa sondan 2. paragrafta sözünü ettiğim “hukuksuz yamuk hal” düzelmeyecek, tam aksine “hukukî yamuk hal” olacaktır.