21 Aralık 2010 günkü yazımı tekrar yayınlıyorum:
Birileri FTÖ’nün Anadolu hattâ İstanbul çocukları okul beklerken çeşitli teşkilâtlarla iş birliğine girip dünyanın çeşitli ülkelerinde “devşirme” işine girişmesini önemli bir şey sanıyor. “Hiç değilse yabancılara Türkçe öğretiyor” diyorlar. Marifet mi, önemli bir şey mi bu? Yani bunca çocuğumuz şimdi özellikle eski Doğu Bloku okullarında okuyorlar; Bulgar, Gürcü, Romen, Rus ajanı mı olacaklar? 1,5 asırdır Fransız, İngiliz, Alman, Amerikan okullarında okuyup dil öğrenen Türkler, hepsi o ülkelerin ülkemizdeki ajanı, sempatizanı mı oldular? Aralarında elbet öyle olanlar var.
Dün bir televizyon kanalında Şahin Alpay kendini anlatıyordu. Ortaokulu İngiliz Lisesinde, liseyi Robert Kolej’de okumuş. Cengiz Çandar’ın Kayseri -Talas Amerikan Okuluyla Tarsus Amerikan Koleji mezunu olduğunu biliyoruz. Ve bunlar, onlar gibilerin niçin 1968 sonrası Maocu, şimdi de neomürteciü’l-liboş olduklarını açıklıyor gerçi ama bunu genelleştiremeyiz. Meselâ Kürşat Bumin de bunlardan ama Anadolu’nun bağrından, Türk okullarından çıkmış biri, Türkçü bir babanın, Süleyman Bumin’in oğlu.
Şahin Alpay, Balçiçek Pamir'in Söz Sende adlı televizyon programında, 18 Ocakta, "Zaman gazetesinde yazdığınız için mahalle baskısı görüyor musunuz?” sorusuna "Görmez olur muyum? Ben kendi ailemin içinde de gördüm bunu. Eşim bile ilk başlarda orada yazmamı istememişti. Aslında benim dinle filan ilgim yok, hep söylerim bunu. Zaman gazetesinde yazmamın nedeni başka. Ben Zaman'ın özellikle 2002 yılından beri kutuplaşmaların önlenmesine ve demokratikleşmenin yerleşmesi sürecine çok önemli katkılar verdiğini düşünüyorum” cevabını vermişti. İşte bu, “kutuplaşmaların önlenmesine ve demokratikleşmenin yerleşmesi sürecine katkı verme” peşindeki Şahin Alpay, kendi ifadesiyle “dinle filân” ilgisi yokken bir dinci gazete olan Zaman’daki 18 Eylül 2010 tarihli ve “Barış Düşmanlarına Geçit Vermeyelim” başlıklı yazısında, her zamanki gibi Türk ordusu ve Türk milliyetçilerini karşı safta ve barış düşmanı ilân edip geri kalanları aynı safta toplanmaya davet ediyor. Dikkat edilirse görülecektir ki tekliflerinin çoğunu çok geniş katılımlı toplantılarda alınmış kararları açıklamak ve hattâ bazılarını henüz vakti gelmeden ağzından kaçırmak olarak yorumlamak mümkün.
Bu eski Maocu, yeni liboş Alpay’ın itirafından, bir avuç tipdaşından Seyfi adlı profun MHP’yi saf dışı bırakacak sistemi yıllardır aradığını öğrenmiş oluyoruz. Kim kimi saf dışı bırakacak, Zaman değil, zaman gösterecektir. Özal da seçim sistemiyle oynaya oynaya kendini de partisini de batırmıştı. Şahin Alpay’ın yazısı şu paragraflarla bitiyor:
“Gerek iç barışın sağlanmasında, gerekse demokrasinin yerleştirilmesinde öncülük görevi kuşkusuz AKP hükümetine düşüyor. Ne var ki, ne denli geniş bir halk desteğine sahip olursa olsun AKP iktidarı bu temel görevleri tek başına yerine getiremez. Sayın Başbakan, iç barışın sağlanması için Abdullah Öcalan dahil kiminle olursa olsun görüşülebileceğini, genel af çıkarılabileceğini, sivil ve demokratik anayasa için hükümetle işbirliğine hazır olduğunu söyleyen Cumhuriyet Halk Partisi lideriyle en kısa zamanda bir araya gelmeli ve iki büyük partimizin birlikte çalışmalarına önayak olmalı. Sayın Başbakan, ‘21. Yüz yılda şiddet, silâh miadını doldurmuştur...’ diyen Barış ve Demokrasi Partisi ve Demokratik Toplum Kongresi sözcüleriyle, iç barışı ve demokratikleşmeyi güven altına alacak önlemler üzerinde görüşmeleri bir an önce başlatmalı.
Yapılacak ilk iş, kanunları değiştirerek, şiddeti dışlayan sözü suç olmaktan kesinlikle çıkarmaktır. AKP, CHP ve BDP yeni anayasada her hangi bir etnik kimliğe atıfta bulunulmayacağına, yeni anayasanın ‘Türkiye devletinin ve Türkiye halkının’ anayasası olacağına dair ilke anlaşmasına varabilir. Yönetimde istikrar da, temsilde adalet de Türkiye siyasetinin ihtiyacıdır. Seçim sistemi tüm ülkeye güven verecek şekilde, yine üç partinin anlaşmasıyla, bu iki ilkeye sadık olarak pekalâ ve kolaylıkla değiştirilebilir. Yıllardır bu iki ilkeye en uygun seçim sistemini araştıran Prof. Dr. Seyfettin Gürsel'in önerisi dikkate alınmalı. Gürsel'e göre, ülkeyi en çok 5-6 milletvekilinin seçileceği seçim çevrelerine ayıran ve barajı tümden kaldıran bir nisbî temsil sistemi, hem % 40 dolayında oy alan partiyi tek başına iktidara getirir, hem de Türkiye'nin bütün önemli partilerine, bu arada Kürt sorununu programlarının merkezine koyan partilere parlâmentoda adil bir temsil sağlayabilir(Bkz. Referans, 24 Ağustos.)”.