Türk toplumunda özellikle son 30 yıldaki göç hareketleri iktidar partisine ve cemaatlere yaradı ama o iş bitti artık.
Türkiye sosyolojisinde köyden kente doğru bir göç hareketi zaten vardı. Son 30 yıl içinde tarım ve hayvancılığın sekteye uğraması, tüketim ekonomisi, bilişim ve iletişimdeki gelişmeler bu göçü daha da hızlandırdı ve şu anda nüfusun çok az bir bölümü köylerde yaşıyor.
Köyden kente gelen kesimler toplumsal tabakalaşmanın farklı bir tabakasını oluşturdular. Varoşlarda kendi düzenlerini kurdular. Bunlar için düzgünce yol, hizmet veren hastane, parklar vs. yeni tanıştıkları çok güzel hizmetlerdi ve dünyada sadece kendileri için, bulundukları kentte yapılıyor sanıyor, minnettarlıkla beraber kendilerini özel hissediyorlardı.
Şehirde asgari ücretle çalışmak veya ekonomik bazı fırsatları yakalamanın yanında sosyal yardımlar, yakacak yardımları, gıda yardımları ise bal kaymaktı.
Traktör yerine ikinci el otomobile binmek de büyük lükstü.
Cemaatlerde, tarikatlarda ise sosyalleştikleri hissini bulurken ruhani metafizik tatmin de buluyorlardı.
Bunları sağlayan da tabi ki mevcut iktidardı. Bunlar için yönetimin neleri yapmadığı önemli olmadığı gibi, daha sonra neler olabileceğine dair fikir üretmek de bir süreç analizi demekti ki, süreç analizi yapabilmek bilgi birikimi ve analitik düşünce gerektirdiğinden o mümkün değildi.
Varoş kültürünün, elit ve aydın kesime olan kini ve öfkesi hep vardı içlerinde.
Bu sosyolojiyi gören dışarıdaki bazı güçlerin oyun kurmasıyla, içerideki figüranlar, eğitimsiz varoşların kentli okumuş kesimden her şeyi daha iyi bildiklerini, daha akıllı olduklarını ustaca empoze ediyor ve bu sosyolojinin din, kin, cehalet dahil bütün hassasiyetlerini ve zaaflarını kullanıyorlardı.
Bu sosyolojiyi iyi okuyup kullanan, oyun kuran aynı odakların geriye çektiği muhalefet figüranlarının da oyundan çekilmesiyle kaçınılmaz olarak iktidar olmuşlardı.
Bu iktidarda, kentli okumuş kesimden bütün hırslarını almanın keyfin çıkarırken, her şeyin harika gittiğine inanıyor, bu düzeni sağlayan iktidara ise militan seviyesinde sahip çıkıyorlardı.
Fakat artık durum değişiyor ve değişti, rahatlık sandıkları her şey sorun olarak geri dönüyor ve bu sorunlar katlanarak sırtlarına biniyor...
Kente sonradan gelmişler de yavaş yavaş kentli oluyor, bunun bedeli ve zorluklarıyla yüzleşiyor, bazı gerçeklerin farkına varıyorlar. Kendileri halen eski kafada inat etseler de çocukları öyle düşünmüyor.
Aile büyükleri yavaş yavaş ömrünü tamamladıkça büyük aileden küçük aileye dönüşüyorlar, bir nevi feodaliteden bireyselliği geçiyorlar. Aynı zamanda köyden gelirleri ya kesiliyor ya da iyice azalıyor, şehirde kendi başlarının çaresine bakmak zorunda kalıyorlar. Şehirde doğmuş büyümüş bu nesil şimdilik seçeneksiz ve toplumsal tabakalaşmanın sadaka toplumu haline gelmiş dip tabakası olduklarını anlıyorlar.
Dünyayla ilgili referansları, paradigmaları değişiyor.
Her seçimde 6 milyon yeni oy demek olan gençleri küçük mutluluklar ve imkanlar artık tatmin etmiyor, talepleri, hayalleri olup gerçekleştirmenin önünde büyük engellerin olduğunu görüyorlar. İnternet aracılığıyla dünyayı da görüp kıyas yapabiliyorlar.
Gelir dağılımındaki adaletsizlik, üst kesimlerin göz önünde yaşadığı refah, debdebe ve avanta düzeni, işsizlik, çaresizlik, gelecekten umutsuzluk ve boş tencere...
Üstelik hastaneler, yollar, köprüler vs. de bedava değil artık. Her türlü hizmet ücrete tabi ve bedeli ödenmek zorunda. Sadaka toplumu yaratmanın sonucu ve gereği olan maddi yardımlar, gıda yardımları bile son derece azalmış durumda.
Dünyayı saran Korona tehdidi altında, hazırdan yemenin tükendiği, avantacıların artık tencerenin dibini kazıdığı ortamda boş tencereler her geçen gün artıyor.
Tabi bunların sebebinin de dış güçler filan olduğu yalanına inanmıyorlar artık. Boş tencere, işsizlik, gelir kaybı ve yaşam standartlarındaki düşme, çaresizlik ve umutsuzluk algı yönetimi ile bastırılamaz duruma geldiğinden, mevut zihniyetle istikrar olacağına inanmadıkları gibi, istikrarı bozanlar konusunda iktidardan başkasının suçlu olduğuna da inanmıyorlar.
Kendileri her gün fakirliği, mağduriyeti, çaresizliği yaşarken, lüks içinde yaşayan iktidardakilerin çeşitli konularda mağdur edebiyatı da inandırıcı gelmiyor.
Artık cemaatlerin, tarikatların, kerameti kendinden menkul din kisveli birilerinin cennet vaatleri, metafizik tatmini, kısıtlı sosyalleşme ortamı da yeterli ve inandırıcı gelmiyor. Minicik bir virüsün hepsinden daha güçlü olduğu görülüyor; gerçekle, yaz günü suratlarına çarpan buz kütlesi gibi yüzleşiyor, çaresizce irkiliyorlar, canları yanıyor.
Fakat yeni umutlar ve yol haritası sunamayan, alıştıkları şekilde din, kin ve cehaletlerini kullanamayan, varoş sosyolojisini bir türlü anlayamayan düşük profilli zayıf muhalefet de inandırıcı olamadığından, şimdilik ne yapacaklarını bilmemenin şaşkınlığı içindeler.
Başta da demiştim; mevcut iktidar için yolun sonu artık, hiçbir iktidar ebedi değildir. TBMM'nin devre dışı edildiği karar verici Tek Adam Sistemi uymadı kimseye. Ancak, demokratik usullerle iktidarı devrederler veya demokratik bir sisteme geri dönerler mi bilemiyorum.
Hakim güç yalnızlaşıyor, esas tabanı ekonomik menfaat sağladıkları kesimler, varoşlar ve az eğitimli kesimler olan bu siyasal zihniyetin, iyi yaptıkları ve kötü yaptıkları arasındaki olumsuz farkın makası sürekli açılıyor ve bütün medya gücüne rağmen halkla da iletişimi kaybediyor,savunulamaz duruma düşüyor ve her geçen gün zayıflıyor ama maalesef ülkeyi de çok sıkıntıya soktular.
Zaman işliyor, kağıtlar yeniden karılıyor, hiçbir şey eskisi gibi olmayacak, yeni ve çok zorlu bir sürece girilecek. İçeride ve dışarıda dağ gibi sorunlarımız var.
Yeni Dünya Düzeninde, Türkiye'de sistem, siyaset ve iktidar zorunlu olarak nasıl şekillenecek, pek uzak olmayan zaman diliminde belli olacaktır...