Bugün bir Eylül Dünya barış günüdür. Kavga mutlaka farklı ülke insanı ile olmaz, bu bazen kendi evimizde, köyümüzde mahallemizde olabileceği gibi ülke genelinde siyasi atmosferin gerginliğinden dolayı da olabilir. O halde kavga olmazsa barışa da ihtiyaç olmayacaktır.
Şüphesiz kavga meşgul eder, ileriye doğru yürümeyi zorlaştırır, vakit öldürür. Eğer gerçekten önemli işler yapmak isteseniz gereksiz ve boş kavgalardan kaçmanız gerekir ki güçlü bir medeniyet için iddianız olsun. Eğer böyle bir iddianız varsa referansınız bellidir. Onu tarihi köklerinizde alıp hayatla buluşturacaksınız. Yok, eğer sadece adını söyleyip gereğini yapmıyorsanız medeniyet iddiasında bulunmanız içi boş sözlerden öte gitmez.
Bizim medeniyetimiz insanı yaşatmak için vardır ve kuttur, töredir, hikmettir, adalettir, tefekkürdür. İddiamız cihan şümuldür. Nefsi değildir, bana göre değil bize göredir. Liyakat ve ehliyet bu işin sırrıdır. Ve tarih boyunca erdemli insanların hep savunduğu ve yaşatmaya çalıştığı adalettir, ahlaktır.
Ahlak-i Ali adlı kitabın yazarı Kınalızade Ali Bey iyi insanın dört ayrı vasfını sayar. Bunlar hikmet, iffet, şecaat ve adalettir der. Diğer üçünün ifratı ve tefriti vardır fakat adaletin ifratı ve tefriti yoktur yalnızca zıddı vardır. O da zulümdür, diye özetler. Türk tasavvufunun önemli ismi Yunus ise adaleti şefkatin yardımcısı olarak görür ve onun yerine ikame edilir. Yani bir yerde şefkat ve merhamet ile muamele yoksa hiç olmazsa adaletle muamele olsun demek ister.
Bu kavram tarihin her döneminde önemli görülmüştür. Eski Türk düşüncesine göre Türk kelimesi törükten törük töreden töre ise adaletten gelir. Yusuf Has Hacip ise adaleti yer ile gök arasındaki direğe benzetir ve siz o direği oradan alırsanız gök kubbe tepenize çöker diye ikaz eder.
Önemli alimlerden Nasıreddin Tusi ise Adalet meydana geldiğinde kuvvelerin nuru ve nefsin parçaları birbirine ışık saçarlar. Zira adalet bütün erdemlerin ihtiyacıdır….Adalet nefsani bir yapıdır ve ondan İlahi Kanuna tutunma sadır olur.
Elbette tarihte buna benzer pek çok örnek verebiliriz. Fakat Farabi’nin şu tespiti sanırım adalet konusunda insanoğlunun samimiyetsizliğini en güzel şekilde anlatmaktadır. Ona göre güvende olmayanlar adalet istemektedir. O halde güçlü olanların, güvende olanların adalet istekleri yoktur. Çünkü adil oldukları zaman isteklerini gerçekleştirme şansını bulamazlar. O halde insanoğlu zayıfken adalet diye bağırır ancak güçlü olduğu zaman unutur.
Tarih göstermiştir ki adalet devleti güçlendirmiş, adaletsizlik ise zayıflatmıştır. Şeyh oğlu Mustafa “Padişahlık baki olur küfr ile adl olacak-Ve illa baki olmaz iman ile zulm olacak” Adalet olduğu takdirde kafir bir devlet yaşar ancak adalet olmayınca Müslüman bile olsa zalim bir devlet yaşayamaz. Yusuf Has Hacip ise bu konuda şunları söyler. Adalet mülkün ve hükümdarın devamlılığını ve halkın kendisini güvende görmesini sağlar.
Yine Fudeyl bin iyad “Eğer duamın kabul olacağını bilseydim adil sultandan başkasına dua etmezdim. Çünkü kendisinin ve Allah’u Teala’nın dinin kurtuluşu, dünyanın imarı ancak adaletle mümkün olur. Eğer kendim için dua edersem bu yalnız benim kurtuluşuma vesile olur oysa adil hükümdar milletin kurtuluşuna vesile olur diye sözlerini tamamlar.
Sonuç olarak adalet kavgayı azaltır, kavganın olmadığı yerde barışa da gerek yoktur. Dün de bugün de adalet hakkın ve halkın istediği değil güçlünün istediği kalıplara sokulmak istenmektedir. Kimse adaleti önemsiz görmüyor ve herkes kendisine göre bir adalet tanımı getiriyor. Oysa gerçekten hakka ve halka göre adalet olsa huzur olur. Olmadığı için de barışı sağlamak zorlaşıyor ve kavgalar sürüp gidiyor.