Hani eskiden büyüklerimiz: “Devlet kapısına gir de ne olursan ol” derlerdi ya; işte bu yazımda memuriyete nasıl başladığımı anlatacağım.
8 Mart 1974 tarihinde Ankara Cebeci Ortaokulu’nda Milli Eğitim Bakanlığı’na memur alımı için lise mezunları arasında “Memuriyet Yeterlik Sınavı” yapılmıştı. Bu sınava ben de girmiştim. Mayıs ayı içinde sonuçlar açıklandı; zannediyorum 100 kişilik listede 63 veya 67 nci sıradaydım. Biraz gerilerde olsam da kazanmıştım.
Başvuru sırasında adres olarak Ankara’da görev yapan ağabeyimin evini yazmıştım: “göreve çağrı yazısı” bu adrese geldiğinden, ağabeyim telgrafla bildirdi. Haberi aldığımda Elbistan’da eczanede çalışıyordum; ayrıldım ve hemen Ankara’ya geldim. Ertesi gün Bakanlığa giderek 27/08/1974 tarih ve 140178 sayılı kararnameyi 6 Eylül 1974 tarihinde tebellüğ ettim ve “Mesleki ve Teknik Öğretim Muamelat Müdürlüğü memur adayı” olarak (Kadro derecesi:13, Maaş derecesi:13, Kademesi:3) göreve başladım. Artık devlet memuruydum. 1974 yılında sayın Bülent Ecevit Başbakan, Mustafa Üstündağ da Milli Eğitim Bakanı’ydı.
İlk Görevlerim
Yeni göreve başlayan her memur; öncelikle evrak, arşiv ve dosya işlerini öğrenmesi için “Evrak ve Arşiv Bölümü”ne veriliyormuş: Ben de burada görevlendirildim. Tahminen beş-altı ay kadar çalıştıktan sonra -kısa dönem askerlik görevini yapmak üzere ayrılacak olan Afyon’lu Şükrü Güzelöz’ün yanına- “Döner Sermaye Şubesi”nde görevlendirildim.
Çalıştıkça fark ettim ki her memur adayı; önce kıdemli bir memurun, şefin ya da şube müdür yardımcısının yanına veriliyor, memuriyeti öğrenmesi sağlanıyordu. Bu kişilerce mevzuat ve çalışmalar hakkında ön bilgiler veriliyor, yazışmalar uygulamalı gösteriliyordu. Mesela; şubeye gelen evrak memura okutturuluyor, cevabı hazırlattırılıyor, başlıktan imzaya kadar yapılacak işlemler ile yazı imzadan döndükten sonra yapılacak işlemler tek tek gösteriliyordu.
Dairemiz, bağımsız bir daireydi; bünyesinde altı şube müdürlüğü, 40-50 civarında da personel vardı. Şubelerde hazırlanan müsvedde yazılar, ortak alanda bulunan daktilograflar tarafından yazılıyordu. Her personelin masası vardı. Yeni memurlar, masalar gelinceye kadar şubedeki mesai arkadaşları ile ortaklaşa kullanıyordu. Demirbaş sayılan tüm eşyalar memura zimmetleniyordu. Yine her memura sümen takımı, tam kapaklı veya yarım kapaklı pembe dosya, siyah ve diğer renklerde kurşun kalemler, kâğıt, kâğıt kıskacı, toplu iğne vb. ihtiyaç malzemeleri imza karşılığı veriliyordu. Malzemelerin idareli kullanılması, israf edinilmemesi tembih edilirdi. Mesela; daha önce bir tarafı yazılmış kâğıtları atmaz, kâğıt kıskacıyla sıkıştırarak boş olan arka tarafını müsvedde yazılar için kullanırdık.
Evrak ve dosya işlemleri
Her memura üç adet pembe renkli tam kapaklı dosya verilirdi ve hangi amaçla kullanacağı kıdemli personel tarafından anlatılırdı. Dosyaları masa çekmecesinde korurduk. Bu dosyalardan biri “cevap verilecek evrak dosyası”, biri “bana dosyası” dediğimiz daha önce yazdığımız yazılara “cevap beklenen evrak dosyası”, biri de işlemi tamamlanan ve saklanmak üzere dosyaya takılacak yazılarla ilgili “sak dosyası” idi.
Daktilograf arkadaşlar; yazıyı genelde bir asıl ve iki pelür kâğıt olmak üzere -araya karbon kâğıdı koyarak- üç nüsha yazarlardı. Valiliklere asıl nüsha ile bir pelür nüsha, diğer muhataplara ise asıl nüsha gönderilirdi; diğer pelür nüsha -işlem durumuna göre- dairedeki dosyasına konurdu. Yazıya cevap bekleniyorsa dairede kalacak pelür kâğıdının alt kısmına “Bana” sözcüğünü elle yazar, tarih ve sayı alması için “Evrak ve Arşiv Şubesi”ne gönderirdik. Giden evrak memurları tarih ve sayı vererek yazının aslını ve eklerini postayla, Ankara içiyse “dağıtıcı” personelle gönderirlerdi. Son nüsha pelür kâğıdındaki “Bana” yazısını gören evrak memuru, bu evrakı ilgili memura gönderirdi. İşte bu yazı, cevap gelinceye kadar “Bana Dosyası”nda bekletilirdi; hemen arşive gönderilmezdi. Önemli evrak ilgili memur tarafından takip edilirdi.
Gelen evrak, “Evrak ve Arşiv Şubesi”nde şubelere göre ayrılır, “evrak zimmet fişi”ne yazılır, ilgili şube müdürüne (yoksa personeline) imzalatılmak suretiyle teslim edilirdi. Gelen ve giden evraka ayrı kişiler bakardı. Her belge, tarih-saati yazılarak kayıt altında alınırdı.
Personel ve maaşlar
Dairelerde müstahdem / odacı da denilen “Hizmetli” kadrosunda personel de vardı. Bu personel, daireye -diğer personele göre- sabah bir, bir buçuk saat erken gelirdi. Genelde çöp sepetlerindeki çöpleri akşamdan toplarlardı. Sabah gelince de masaların üstlerini ve yerleri silerler, diğer temizlik işlerini yaparlardı. Personelden titiz olanlar -özellikle bayanlar- kendileri tekrar silerlerdi. Hizmetliler gün içinde de evrak getir-götür işlerine bakar, idarecilerin isteklerini yerine getirirlerdi. Fazla mesai yoksa akşamları da erken çıkarlardı. İşin durumuna göre bazen fazla mesaiye kalır ücret alırdık. O zaman fazla mesai ücretleri iyiydi; ay sonunda bayağı elimize para geçerdi. Çok işimize yarardı, bulmuş gibi sevinirdik.
Maaşlar, ilk işe girdiğim yıllarda her ayın birinde verilirdi. Daire “mutemet”i, maaşları toptan bankadan (Ankara’da Merkez Bankası, diğer illerde Ziraat Bankası) çeker ve dağıtırdı. Aybaşlarında dairelerde büyük bir heyecan ve hareket olurdu. Göreve 6 Eylül 1974 tarihinde başladığım için Eylül ayı 24 günlük, Ekim ayı tam olmak üzere toplam 2.000 TL civarında maaş almıştım. İlk maaş çok tatlı oluyor. Bu kadar parayı da ilk defa görüyordum. Beşyüz lirasını posta çekiyle babama göndermiştim.
Her gün bir personel nöbetçi olur, akşamları geç çıkardı: Herkes gittikten sonra odaları gezer, yanık kalan ışıkları söndürür, fişe takılı (elektrik ocağı gibi) olanların fişlerini çekerdi. Kontrolleri bittikten sonra dairenin giriş kapısını kilitleyerek anahtarı imza karşılığı bina girişindeki güvenliğe teslim ederdi. Eğer amirler çıkmamışsa izin isteyerek anahtar teslimini onlara bırakırdı.
İdarecilerimiz ve kıdemli memurlar, her konuda yardımcı ve destek oluyorlardı. Çok güzel ve huzurlu bir çalışma ortamımız vardı. Artık memuriyete iyice alışmış ve işlerimi severek yapmaya başlamıştım. Yanlış hatırlamıyorsam, 1975 yılı sonlarında dairemizin adı “Mesleki ve Teknik Öğretim İdari ve Mali İşler Dairesi Başkanlığı” oldu.
Kendimi yetiştirme çabalarım
Hem 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu hem de görevimle ilgili yürürlükteki mevzuatı okuyor, öğreniyordum. Artık işler, işletme-muhasebe mezunu da olmam sebebiyle zor gelmiyordu; problemleri kolayca çözebiliyor, yazışmaları çabucak hazırlıyordum. Kendi çapımda yazışmaların içeriğinde bazı yenilikler yapıyordum: Özellikle yazışmalarda -eski tabirlerin yerine- yaşayan Türkçe’yi kullanıyordum. Kolaylık olması için istatistikî bilgiler çıkarıyor ve çizelgelere döküyordum. Mesela; geçmişte dairemizde çalışan bir personel sorulduğunda arşive iniyor, şahsi dosyasını bularak cevap veriyorduk. Bir gün yanıma bir personeli alarak, arşivdeki tüm şahsi dosyaları çıkarttım. Hazırladığım çizelgeye -geçmişte çalışanlar da dahil- tüm personelin adı, soyadı, doğum yeri ve tarihi, görevi/unvanı, göreve başladığı ve ayrıldığı tarih, nereye gittiği gibi bilgileri yazdırdım. Şahsi dosyaları da odamdaki kilitli dolaba sıraladım. Çizelgenin bir örneğini Daire Başkanımız Mümin beye verdim; çok hoşuna gitmişti. Yenilik sayılabilecek ve kolaylaştırıcı benzer bir çok çalışmalar yaptım.
Çalışma azmim ve öğrenme merakım hem diğer arkadaşlarım hem de Mümin Çamlıbel üzerinde etkili oluyordu. Kendisi çok babacan biriydi ve Bakanlıkta çok seviliyordu. Daha iyi yetişmemiz için özen gösteriyor, rehberlik yapıyordu. Dara düşen herkesin (hatta para ihtiyacı olanların da) yardımına koşuyordu.
Yıllık sicil notlarım çok iyiydi. Başkanımın teklifiyle 15/02/1980’de “Şube Müdür Yardımcısı”, 20/05/1980’de de “Muamelat Müdürü” oldum. 20/07/2019 tarihli “Son Muamelât Müdürü” başlıklı yazımda bahsetmiştim. Dolayısıyla döner sermaye, evrak, arşiv, personel ile gizli ve kontrollü evrak işleri uhdeme verildi. Hatta çoğu zaman dairenin resmi mühürü bile…