“Atatürk’ü Koruma Kanunu olmasa ortaya neler çıkacak” diye bazıları boş boş konuşuyor: Tam bir cehalet ifadesi… Ne çıkacakmış, söyleyin? İslâm ahlâkından nasiplenmemiş olmalısınız ki, ağzınızdan zaten beddua, küfür, lanet çıkıyor: Daha ne çıkacak?..
Öncelikle 5816 sayılı “Atatürk Aleyhine İşlenen Suçlar Hakkında” Kanun ne zaman çıktı, ona bakalım. 14 Mayıs 1950 tarihinde yapılan genel seçimler sonucu Demokrat Parti iktidara gelmiş; Celal Bayar Cumhurbaşkanı, Adnan Menderes Başbakan olmuştu. Sağ-Muhafazakâr iktidarın ilk günlerinden itibaren sorunlar baş göstermiş; aynen bugün ki gibi Atatürk’e küfürler, meydanlardaki heykellerine ve okul bahçelerindeki büstlerine saldırılar yapılmıştı. Gerek Bayar ve gerekse Menderes; Atatürk’ü tanıyan ve mücadelesini bilen insanlar, onun sayesinde bu seviyelere geldiklerinin bilincindeler. Olayları önlemek için 25 Temmuz 1951’de bu kanunu çıkartırlar (R.G: 31/07/1951 - 7872). Olaylar durulsa da alttan alta bugünlere kadar devam etmiştir.
Atatürk hakkında ömründe hiç kitap veya makale okumamış ya da okuduysa bile tek taraflı okumuş insanların; onun arkasından konuşmaları, ağza alınmayacak laflar etmeleri, beni hem üzüyor hem de kızdırıyor. İşin ilginç yanı, hakaret edenlerin bir kısmı devlet memuru… Nasıl böyle ifadeleri paylaşabiliyorlar, hakaret mesajları atabiliyorlar, anlaşılır gibi değil. Güya koruma kanunu var ama hiç bir işe yaramıyor; kimseye işlem yapılmıyor, herkesin söylediği yanına kâr kalıyor. Bunlar amirlerine yaranmak ve makam almak için ucuz kahramanlık yapıyorlar!.. Ceza almadıklarına göre herhalde ödüllendiriliyorlar!..
İnsanda biraz ahlâk olur, vefa olur, vicdan olur; bunlar da yoksa saygı olur. Kur’an’daki ifadeyle “Hiç düşünmez misiniz?” Hiç bir devran ebediyen sürmez. "Etme bulma dünyası" demişler; “Keser döner, sap döner. Gün gelir hesap döner.”
Atasözlerimizi çok sever ve uygun yerde kullanırım: “Gavurun ekmeğini yiyen gavurun kılıcını çalar (sallar)” ya da “Yediği kaba sı.mak (pislemek)” gibi...
Ne diyelim; Allah müstahaklarını versin, ıslah etsin!..
Solun durumu
CHP’yi Atatürk kurmuştur. Cumhuriyetin kuruluş ilkeleri ile bu partinin kuruluş ilkeleri arasında benzerlikler vardır. Ancak Atatürk’ün ölümü, SSCB (Rusya)’nin ülkemizden toprak talepleri ve sıcak denizlere inme emeli, İkinci Dünya Savaşı’nın çıkması gibi sebepler; CHP’de de farklılaşmaya neden olmuştur. Ortanın solu ile başlayan bu ayrışmalar, özellikle 1944 olayları ile zirveye çıkmıştır.
Millî (Ulusal) Sol bir tarafa CHP gençliği içerisinde bazı gruplar dış kaynaklı ideolojilere yönelmişlerdir. "Atatürk’ü ve düşüncelerini savunuyoruz" görüntüsü altında dışardan empoze fikirleri gençliğe aşılamaya çalışmışlardır. Mesela, 12 Eylül 1980 darbesi öncesini hatırlayın: Komünizmi savunan bir kısım solcular, eylemlerinde Atatürk’ün resimlerine benzer rozetler ve posterler taşırlardı.
Bir kısmı Atatürk’ün Kocatepe’ye çıkışı ile ilgili fotoğrafı rozet olarak takarken, bir kısmı da güya Atatürk’ün baş kısmının sağ yandan (profilden) çekilmiş, L harfi şeklinde (Lenin’in baş harfi) favorili bir rozet taşırlardı. Ayrıca bölücü / etnikçi hareketler de bu grupların içinde boy gösterirlerdi.
Oysa, Atatürk’ün fikirleri komünizmle bağdaşmaz. Maalesef! Bugün de CHP’nin içinde -kuruluş ilkeleriyle bağdaşmayan ve partiye yakışmayan- çok az da olsa yöneticiler ve milletvekilleri bulunmaktadır.
Ülkücülere gelince
1980 öncesinde iki kutuplu bir dünya vardı (Doğu blokunun çöktüğü 1991 yılına kadar sürdü). Sol gruplar tarafından Amerikancı olmakla suçlanırdık. Bu gruplar, kendi mücadelelerini şirin göstermek için düşman olarak ülkücüleri seçmişlerdi. Oysa ülkücüler, ne eski / yeni bir ABD başkanının fotoğrafını veya rozetini taşımışlar ne de onları övücü sözler sarf etmişlerdir. Rozet olarak da Türklerin sembolü olan “Bozkurt”u takmışlardır.
Hiç bir konuda Atatürk’le problemimiz yoktur. Bazı sağ gruplar tarafından aramıza fitne sokulmaya çalışılsa da fikirlerini takdir eder, tasdik eder ve severiz. Çünkü Atatürk bizim için “en büyük Türk Milliyetçisi”dir.
Açıkçası sağ / sağcı tanımlarını sevmem; kendimi hiç sağcı olarak görmedim ve hep merkezde konumlandırdım. Sağ-muhafazakâr partilerin dedikleri de beni bağlamaz.
Anlayacağınız; ülkede dini de Atatürk’ü de kullananlar hep vardı. Bence esas olan samimiyetleri, dürüstlükleri, icraatları ve uygulamalarıdır.
Birlik ve bütünlüğümüz
Devletimizin dışarıya karşı güçlü olması; iç bünyeyi güçlü tutmakla, milletin birlik ve beraberliğini sağlamakla mümkündür. Bundan birinci derecede iktidar sorumludur. Ancak, iktidar yetkilileri ayrıştırıcı, ötekileştirici, düşmanlaştırıcı sözler etmektedirler. Daha başta “ülkenin 36 etnik gruptan oluştuğu” lafıyla başladılar. Birbiriyle hiç alâkası (ya da karşıt) olmayan kişileri veya kavramları çatıştırıp vatandaşları kutuplaştırıyorlar. Böylece tabanlarını konsolide ediyor ve buradan besleniyorlar. Ülkeye verdikleri zararı düşünmüyorlar.
Oysa Atatürk, Osmanlı’nın külleri arasından bir devlet çıkartmış ve bu devleti oluşturan aslî unsurun yanında diğer etnik yapıları dışlamadan “Türk Milleti” şemsiyesi altında toplamıştır.
Atatürk; hem sahte ve cahil din adamlarından vatandaşları kurtarmaya çalışmış hem de insanlara değer vererek birey ve vatandaş yapmış; seçme ve seçilme hakkıyla yönetime katılmalarını sağlamıştır.
Osmanlı döneminde mülk, yani devlet ve topraklar padişahlarındı; ahali (reaya) ise kuldu. Köyler hariç kadınların esamesi okunmuyordu. Osmanlı’da ilk nüfus sayımı 1831 yıllarında başlamış; askere gidecek gençlerle vergi vereceklerin tespiti için sadece erkekler sayılmış, kadınlar sayılmamıştır.
Başörtülü ya da başörtüsüz kadınlarımız, birazcık düşünmeleri halinde Cumhuriyet ile Monarşi’nin farkını anlayacaklardır. Dün hiç bir kıymetleri yokken insan ve birey olma haklarını onlara cumhuriyet sağlamıştır. Atatürk’e en çok dua ve teşekkürü kadınlar yapmalıdır.
Gerçek bir önder/lider
Prof. Dr. Muharrem Ergin “Türkiye’nin Bugünki Meseleleri” adlı kitabında: “Türk tarihinin en büyük zaaflarından biri Türk Milleti’nin, bilhassa idarecilerinin ve münevverlerinin kendi kültürünü fazla ihmal etmesidir. …Türk kültürü büyük bir kültürdür, fakat Türkler âdeta bunun farkında değillerdir. …Türkler harikulâde bir yaşatma gücü olan kültürlerine bağlı kalınca yükselmişler, onu ihmal edince kaybetmişlerdir. Son devirlerde Türk alp tipinin yanlış olarak miskinlik şeklinde tatbik edilen bir derviş tipine dönüşmesi, dinamizmin kaybolması, akıncı ruhun tevekküle ve terk-i dünya şeklinde bir anlayışa yerini bırakması her yerde Türkler’in gerilemesinin, bu arada Osmanlı Devleti’nin de çökmesinin sebeplerinden biri olmuştur” demektedir.
Atatürk, bunu gördüğü için “Türkiye Cumhuriyeti’nin temeli kültürdür” demiştir. Ancak, özellikle son yıllarda milli kültürümüze de büyük bir saldırı vardır.
1915 yılında Osmanlı’nın tehcir kararı üzerine görevlerini yapan, ancak İngilizlerin ve Ermenilerin Osmanlı hükümetine baskıları sonucu -Ermenilere kötü muamele ettikleri gerekçesiyle- “hain” damgası vurulup idam edilen “Boğazlıyan Kaymakamı Kemal Bey ile Urfa Mutasarrıfı Nusret Bey adındaki iki kahraman Türk evladı”; milli mücadele bittikten sonra Atatürk’ün önerisiyle TBMM tarafından “milli şehit” sayılmış, itibarları iade edilmiş ve ailelerine, çocuklarına maaş bağlanmıştır.
Hasta olduğu halde trenle yurt gezisine çıkmış ve kendisi göremese de Hatay meselesini çözmüştür. Şimdikilerse -önemli günlerde- çeşitli bahanelerle Anıtkabir’i ziyaret etmeye bile eriniyorlar!..
Batılı bir çok devlet ve bilim insanının takdirle bahsettiği Atatürk hakkında yazılacak o kadar husus var ki, bununla yetinip bir atasözümüzle yazımı bitireyim: “Anlayana sivrisinek saz, anlamayana davul-zurna az.”