Başkanlığını yürüttüğüm “Uluslararası Avrasya Eğitimcileri Federasyonu (UAEF)”nun genel kurulunu 23/10/2021 tarihinde yaptık. Öncelikle delegeleri ve konukları selamlayarak ve ahirete göçen dostları hatırlayarak başladığım konuşmam aşağıdadır:
***
Türklerin tarihini; bazı bilim insanları/tarihçiler M.Ö.5000’li yıllara, bazıları da daha eskiye 20.000’li yıllara kadar götürmektedirler. Kim, ne kadar önceye götürürse götürsün; gerçek olan şu ki, kadim bir milletiz; kadim bir tarihimiz ve kadim bir medeniyetimiz var.
Sizler de okumuşsunuzdur; geçmişimizle ilgili Türk veya yabancı birçok tarihçinin, bilim insanının, devlet adamlarının sözleri vardır. Mesela, 1933-1952 yılları arasında Türkiye’de de bulunan Alman İktisat Profesörü Fritz Neumark’in; “Tarihten Türkler çıkarılırsa, tarih diye bir şey kalmaz” sözünü duymuşsunuzdur!..
Atatürk’ün, tarihle ve Türklükle ilgili birçok sözü vardır. Sadece “Türk çocuğu ecdadını tanıdıkça, daha büyük işler yapmak için kendinde kuvvet bulacaktır.” sözünü hatırlatmak isterim.
29 Ekim 1933’de Cumhuriyetin 10.yıl kutlamaları esnasında; mesleği doktorluk olan 24-25 yaşlarındaki Zeki isimli bir genç; yanına yaklaşarak, “ideal olarak bize ne bıraktınız?” diye sorar. Kalabalıktan -gençlerle birlikte- genel müdür odasına çekilen Mustafa Kemal; duvardaki haritayı göstererek, şunları söyler: “Düşünün bir kere, Osmanlı İmparatorluğu ne oldu? Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ne oldu? Dünyayı ürküten Almanya’dan bugün ne kaldı? Demek ki hiçbir şey sürgit değildir. Bugün Sovyet Rusya dostumuzdur, komşumuzdur, müttefikimizdir. Bu dostluğa ihtiyacımız vardır. Fakat yarın ne olacağını kimse kestiremez. Tıpkı Osmanlı İmparatorluğu gibi, tıpkı Avusturya-Macaristan İmparatorluğu gibi parçalanabilir. Bugün elinde tuttuğu milletler, avuçlarından kaçabilirler. Dünya yeni bir dengeye ulaşır. O zaman Türkiye ne yapacağını bilmelidir. Bizim, bu dostumuzun idaresinde dili bir, inancı bir, öz kardeşlerimiz vardır. Onlara sahip çıkmaya hazır olmalıyız.”
“Milletler buna nasıl hazırlanır?” sorusuna karşılık da; “Manevi köprülerini sağlam tutarak! Dil bir köprüdür; İnanç bir köprüdür; Tarih bir köprüdür. Bugün biz, bu kitlelerden dil bakımdan, gelenek, görenek, tarih bakımından uzak düşmüşüz. Bizim bulunduğumuz yer mi doğru, onlarınki mi? Bunun hesabını yapmakta fayda yoktur. Onların bize yaklaşmasını bekleyemeyiz. Bizim onlara yaklaşmamız gerekir. Tarih bağı kurmamız lazım, folklor bağı kurmamız lazım… Bunları kim yapacak? Elbette biz” diyerek sözlerine devam eder.
***
Gençliğimiz, “Dünya Türklüğü ve Esir Türkler” konusunda mücadele ile geçti. Bu konuda çok eserler okuduk ve büyüklerimizden, bilim insanlarımızdan konferanslar dinledik. Dünyanın neresinde bir Türk varsa; onların sevinçleri sevincimiz, üzüntüleri üzüntümüz, acıları acımız oldu.
Bizler, bu mücadeleyi verirken bazıları dalga geçiyordu; bazılarının da Türk Dünyası’ndan ve Dış Türkler’den hiç haberleri yoktu. Bu mücadelemizin etkisi veya katkısı oldu mu? Bilemem; ama bir baktık ki, Sovyetler Birliği çökmüş/yıkılmış. 1991’de ortaya beş bağımsız Türk Devleti daha çıkmış. Bazı bölgelerde özerk cumhuriyetler kurulmuş, bazı yerlerde Türk toplulukları kendini göstermiş. Dolayısıyla dünya kamuoyu, Türkiye dışında Türk varlığına şahit oldu. Bu duruma biz şaşırmadık; ama bazıları şaşıp kaldılar.
İktidarından, muhalefetinden, ilgili-ilgisiz herkesten; “Adriyetik’ten Çin Seddine kadar Türk Dünyası” ve “21.Yüzyıl Türk Asrı olacak” gibi sözler duymaya başladık; çok sevindik. İnşallah ilelebet böyle olacak ve millet ve devlet olarak daha da çoğalacağız.
***
Sendikal çalışmalarımız sırasında “Eğitim, bilim, kültür alanı”nda Türk Dünyasına yönelik bir teşkilat kurmamız gerektiğini düşündük. Ulaşabildiğimiz, dışardaki eğitimcilerle irtibata geçtik ve bir platform etrafında toplandık. Daha sonra “Avrasya Eğitimcileri Derneği”ni kurduk. Başka ülkelerdeki Türklerin oluşturduğu derneklerle birlikte 02/04/2008 tarihinde “Uluslararası Avrasya Eğitimcileri Federasyonu”nu oluşturduk. 02/09/2008 tarihinde T.C.İçişleri Bakanlığı onayı ile kuruluşumuz tasdiklendi.
Federasyon başkanlığını uzun süre Şuayip Özcan Bey yürüttü. Başlangıçta çok güzel faaliyetlerimiz oldu: Ülkeler, yani dernekler arası karşılıklı ziyaretler yapıyor, davetlerine icabet ediyorduk; üye derneklerimizin yaptıkları etkinliklere katılıyorduk.
Çoğunuzun bildiği üzere ben de, hem derneğin hem de federasyonun kuruluşundan beri çalışmaların içerisindeyim ve yönetim kurulunda görev aldım. Bu etkinliklerin çoğunda bulundum.
***
14 Nisan 2018 tarihinde yapılan 4.Olağan Genel Kurul sonucunda, yeni yönetim oluştu ve federasyon başkanı oldum. “Bu tarihe kadar ne yaptınız?” diye sorabilirsiniz; hakkınızdır. “Çok şey yaptık” demek isterdim ama maalesef bir şey yapamadık.
Ülkelerinizde yaşananları -takip etsem de- sizin kadar bilemeyebilirim. Ama Türkiye’de yaşananları, yöneticilerimizin tavır ve söylemlerinden dolayı oluşan kutuplaşmayı, kamplaşmayı ve ayrışmayı, çok iyi gözlemliyor ve biliyorum.
Maalesef! Sivil Toplum Kuruluşları (STK) da bu kutuplaşmanın, kamplaşmanın ve ayrışmanın sıkıntısını yaşamaktadır. Bizim dışımızdaki diğer kuruluşları gözlemliyorum; bazılarını, üyeliğim sebebiyle yakından görüyorum: Benzer sıkıntıları onlar da yaşıyorlar. Birçok dernek kâğıt üzerinde yaşıyor ve -bizim gibi- etkinlik yapamıyor.
Eğer faal bir sivil toplum kuruluşu olmak istiyorsanız; ya bir yerlere dayanmak ya da bir yerlerin emrine girmek zorundasınız. O zaman belki maddi katkı ve yardım alabilir, projeleriniz kabul olur, finans sağlanır, ödeneklerden yararlanabilirsiniz.
Bugün dışardan destek ve yardım alan STK’lar var. İktidardan destekli STK’lar da var. Biz, üzerimizde taşıdığımız misyonumuz gereği; dışardan veya içerden hiçbir kuruluşa müracaat etmediğimiz gibi destek almayı da düşünmedik. Ama bu ilkeli duruşumuz, ister istemez yalnızlaşmamıza sebep oldu.
Bizler, yıllarca bu anlayışla eğitildik. Hani, bir atasözümüz var: “Gavurun ekmeğini yiyen gavurun kılıcını sallar” diye… İşte kimsenin etkisi altına girmemek için uzak olduk. Tabii şunun da farkındayız: “Ağlamayana meme yok”.
***
Bizim misyonumuz; öncelikle Türklük davasıdır. Gaspıralı İsmail Bey’in dediği gibi; “Dilde, fikirde, işte birlik” davasıdır. Tüm dünya Türklerinin, bulundukları coğrafyalarda rahat, huzur ve mutlu yaşamaları davasıdır. Kısacası “Türk Birliği” davasıdır.
Federasyon olarak, hiçbir yerden yardım ve destek görmememiz, faaliyetlerimizin durmasına ve dolayısıyla ilişkilerimizin azalmasına sebep oldu.
Şunun farkındayım ve anlayışla karşılıyorum: Dışardan bakınca “Türkiye Cumhuriyeti” çok büyük bir devlet ve onun için çok büyük beklentileriniz var. Doğru; tabii ki “Türkiye Cumhuriyeti” devleti çok büyük… Bu zaviyeden, Federasyonumuzun da büyük olması gerektiğini düşünüyorsunuz. Maalesef! Hiç düşündüğünüz gibi değil ve biz, bunun hem ceremesini çekiyoruz hem de acısını… Bu konuyu fazla uzatmak istemiyorum: İnanıyorum ki, ne demek istediğimi anlıyorsunuz.
Diğer yandan; 2019 yılı sonunda başlayan “Kovid-19” salgını da -bütün kuruluşlar da olduğu gibi- bizim de faaliyet yapmamıza engel oldu. Yapmak istediklerimizi; yasaklar ve kapanmalar sebebiyle -yönetim kurulu toplantılarımız da dahil- maalesef yapamadık. İnanıyorum ki bu çalışmalar, önümüzdeki günlerde yapılacaktır.
Konuşmama son verirken hepinize saygılar sunar, genel kurula başarılar dilerim.