Son yıllarda tarihi dizilere ve filmlere ağırlık verildi. Takip ettiğim kadarıyla seyirci rekorları kırılmaktadır. Bu milletimizin tarihimize olan ilgisinin bir göstergesidir. Tabii ki, ben de “bayılır” şekilde olmasa da “sorgular” şekilde dizileri izliyorum. Saçma bulduğum sahneler, olaylar, hareketler, davranışlar var; tarihi gerçeklerden uzak, abartılı, hamasi nutuklar ve sloganlar, algı amaçlı bugüne dönük sözler dolu!..
Maalesef! Dizi kahramanlarına ve arkadaşlarına, olağandışı güçler verilerek insanüstü konuma getirilmektedir. Özellikle geçmişte yaşamış tarihi kahramanlarımızı, beylerimizi, padişahlarımızı böyle tanıtmanın doğru olmadığına inanıyorum. Biraz daha gerçeğe dönük hazırlanması gerektiği kanaatindeyim. Bu saçmalıklara birkaç örnek vermek isterim: Mesela; çok ağır ok yaraları alan, işkenceden geçen Osman bey ve alplerinin daha iyileşmeden hemen düşmana saldırmaları, Alparslan’a “sinsin ateşi” etrafında sinsin yerine zeybek oynattırılması çok garip değil mi? Evlat acısıyla kin ve nefretle Alparslan’ı öldürmeye gelen tekfurun; Alparslan’la “Bizanslı askerlerin oluşturduğu çember içinde” dövüştürülmesi saçma değil mi? Tekfur, ilk fırsatta herhalde Alparslan’ı öldürür veya öldürtürdü. “Kedi-fare oyunu” mu seyrediyoruz. Daha bir dolu saçmalıklar!..
Metin/senaryo yazarlarının ve yönetmenlerinin bunlara dikkat etmesi gerekir. Zaten okuyan bir millet değiliz; tarihimizi bilmiyoruz. Hep okul bilgileri ve kulaktan duyma/dolma bilgilerle geçiştiriyoruz. Ne yazık ki “nasıl olsa seyrediliyor, biz paramıza bakalım” diye düşünülüyor. Yapımcıları anladım da dizinin danışmanlığını yapan tarihçilerde mi dikkat etmiyor? Yoksa onlarda mı “paramızı alırız, gerisi bizi ilgilendirmez” diyor. Tarihimiz de “Allah’a emanet”!..
Şu anda seyrettiğim tarihi diziler içinde en kalitelisi olarak -bozmazlar ise- adı üstünde “Destan”ı görüyorum. 700’lü yıllarda kabileler, boylar arası mücadeleyi anlatıyor; senaryo fena değil… Dizinin devamında ne olur, bilemem.
Bir gerçeği Orhun Kitabesi’nden aktaralım: “Çin milleti hilekâr olduğu için, aldatıcı olduğu için, kardeşleri birbirine düşürdüğü için, beğlerle milletin arasına fitne soktuğu için Türk Milleti, kurduğu devletini elinden çıkarmış, başına geçirdiği hakanını kaybetmiş, Beğ olmaya layık erkek evlatları Çin milletine köle, hanım olmaya layık kız evlatları ise cariye olmuş. Türk beğleri Türk adını atmışlar; Çin’de Çin adları alıp Çin hükümdarına tâbi olmuşlar…”
Destanlarımız
Milli kültürümüz içinde sözlü kültürün en önemli öğelerinden biri de destanlarımızdır. Destan: “Milletleri derinden etkileyen tarihî ve sosyal olayları anlatan; mitoloji, efsane, folklor ve tarihi olayları içeren; çoğunlukla manzum olan edebî eserlerdir.”
Destan geleneğimiz çok eski tarihlerimize kadar gitmektedir. Ozanlar tarafından manzum hikâyeler / koşuklar şeklinde söylenmiştir. Zamanla ayrıntılar eklenerek ve doğaçlamalarla zenginleşmiştir. Ozanlar tarafından bazen sözle bazen de kopuzla/sazla çevresinde toplananlara aktarma şekline dönüşmüştür. Bu anlatımlarda ailenin, boyun, milletin değerleri söylenir, töreye ve ahlaka ilişkin açıklamalar yapılır; böylelikle çocuklara / gençlere nasıl davranacakları anlatılır. Aynı şekilde beylerin / hanların / kağanların / hükümdarların toplandığı toylarda da işlenir, ortak değerlerin devamlılığı sağlanır.
Destanlarımız; genelde İslâmiyet öncesi ve sonrası olarak ikiye ayrılmaktadır. Sadece bir kısmının isimlerini vermekle yetineceğim:
İslâmiyet öncesi: 1.Yaradılış Destanı, 2.Siyenpi (Siyempi) Destanı, 3.Sakalar dönemi: a) Alp Er Tunga Destanı, b) Şu Destanı, 4.Hunlar-Oğuzlar dönemi: a) Oğuz Kağan Destanı, b) Atilla Destanı, 5.Göktürkler dönemi: a) Bozkurt Destanı, b) Ergenekon Destanı, 6.Uygurlar dönemi: a) Türeyiş Destanı, b) Göç Destanı.
İslâmiyet Sonrası: 7.Kazak-Kırgız dönemi: Manas Destanı, 8.Türk-Moğol dönemi: Cengiz Han Destanı, 9.Tatar-Kırım dönemi: a) Timur Destanı, b) Edige Destanı, 10.Karahanlılar dönemi: Saltuk Buğra Han Destanı, 11.Selçuklular ve Anadolu beylikleri dönemi: a) Seyit Battal Gazi Destanı, b) Danişment Gazi Destanı, c) Köroğlu Destanı.
Ayrıca, kahramanlık destanları (Manas, Köroğlu, Alpamış, Bozoğlan, Kurmanbek vb.), tarihi destanlar (Battal Gazi, Sarı Saltuk, Danişmend Gazi, Edigey, Timur, Genç Osman vb.) ve arkaik destanlar (en eski tarihe ait; Alıp Manaş, Altın Arığ, Yaradılış, Ural Batır Olanboy, Ahat, Akbuzat, Oğol Han, Ay Manıs vb.) diye türlere ayrılır (turkedebiyati.org sitesinden yararlanılmıştır).
Yakın tarihimizin Çanakkale Destanı, Millî Mücadele, Kuvâ-yi Milliye ile ilgili birçok destanı vardır.
Kadim tarihimiz
Yılmaz Öztuna “Büyük Türkiye Tarihi” adlı eserinde; “Türkler’in birçok kavimleri hakimiyetlerine alıp çok geniş sahalara yayılmaları da en eski devirlerde dikkati çekmiş, bu fatihlik hassası, yalnız Türkler’in elinde bulunan ve “yada taşı” denen sihirli bir taşla izah edilmiştir. Bu taş sayesinde Türkler’in istedikleri zaman yağmur yağdırmak kudretini haiz olduğuna da inanılmıştır. Türkler bazan bu taşı elden çıkarmışlar, o zaman felakete, kıtlığa, darlığa maruz kalmışlar, devletleri berbat ve perişan olmuştur (c.1/s.21).
Milli gururları fevkalâde yüksekti. Dünyaya hükmetmek için yaratıldıkları hakkındaki kanaatleri samimi idi (c.1/s.51).
Bir milletin karakteri bin yılda teşekkül eder. (c.9/s.420) Altay ve Tanrı Dağı’ndan Tuna’ya… Bu mesafeyi yürüyen bir şahıs, bir ordu değil bir millettir (c.9/s.421).
Milli ideal de kuvvetlidir. Akıncılar, akın sırasında küçük kollara ayrıldıkları zaman birbirlerine “Kızılelma’da buluşuruz” derlerdi (Hammer, VI, 264, n.1) “Kızılelma” ise Türkler’in erişilmesi müşgül mefkûreleridir. Ve bu cümleyi söyliyen akıncı, üstelik Kızıl Elma’nın ne veya neresi olduğunu da bilmemektedir. O derecede sisli bir mefhumdur (c.9/s.425).
Ne yapmalıyız?
Esasen şunu bilmemiz gerekir: Türkler, hiçbir dönemde -dış veya iç düşmanlar tarafından- rahat bırakılmamışlardır. Hakkımızda, Dünya kamuoyunda çok olumsuz ve yanlış düşünceler hâkimdir. Bunda kendi yanlış politikalarımızın da mutlaka katkısı olmuştur.
O halde; Türk halklarının kültürel özelliklerini birbirlerine ve dünya kamuoyuna tanıtmak, dil ve kültürler arasındaki ortaklıkların farkındalığını artırmak ve yeni nesillere bu bilinci aktarmak gerekmektedir. Türklerle ilgili dünya kamuoyunu etkileyecek faaliyetler yaparak kendimizi anlatmalı, tanıtmalı, önyargıları kırmalıyız. Önce kendimizden başlayarak dışarıya açılmalıyız. Bunu “Milli dava” kabul etmeliyiz. Bunun için;
* Milli Eğitim Bakanlığı ile Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın bu hususa el atması gerekmektedir. Sadece turizm ile uğraşılmamalıdır. Milli kültürümüz konusunda, yabancı devletler ne yapıyorlarsa, en azından biz de onu yapmalıyız.
* Müfredatta -destanlarımızda dahil- ağırlıklı olarak milli kültürümüze yer vermeliyiz.
* Çocuklarımızın ilgisini çekecek şekilde sinema ve çizgi filmler çekilerek seyretmelerini sağlamalıyız. Televizyonlarda yayınlanmasını zorunlu yapmalıyız.
* Özellikle Bilge Kağan anıtındaki ifadeler -eğitim yaş sınırları dikkate alınarak- anlaşılır hale getirilip görsel küçük kitapçıklar halinde; özlü sözler ise el ilanları şeklinde dağıtılmalıyız.
Maddî ve manevî kültür varlıklarımızı korumaya, geliştirmeye ve tanıtmaya mecburuz.