Ülkemizdeki dini yapıları gördükçe Diyanet İşleri Başkanlığı’nın önemini idrak ediyor; kapatılması değil yaşatılması gerektiğini savunuyorum. Eleştirilerim, itirazlarım yalnızca yönetenleredir. Maalesef! Bu dönemde diğer kurumlarımız gibi DİB da büyük itibar kaybetti.
Dikkatimi çekense; geçmişte bu kurumun kapatılması için mücadele edenlerin, şimdi sahip çıkıyor olmaları!.. Artık “DİB kapatılsın” sözünü ağızlarına almıyorlar. Herhalde “kurumu ele geçirdik; yönetim, kontrol, imkânlar bizde” diye düşünüyorlar!..
Bir kaç gün önce röportaj veren eski Başbakan Ahmet Davutoğlu, “Diyanet talimatla yönetilemez” dedi. Aşağıda yazacaklarımı bu çerçeveden değerlendirmenizi bekliyorum.
Dinî meseleler
İslâm’ın hedefi, erdemli bireyler ile erdemli bir toplum oluşturmaktır. Bunun yolu da ahlâkî konularda insanları bilgilendirmekten geçmektedir. DİB yöneticileri, geçmişte bu konulara fazla değinmediler; tek odaklandıkları -özellikle Cuma’ları- bağış ve yardım toplamak oldu.
Mesela; geçmişte “Avrupa Birliği’ne giriyoruz diye” gündüz gözüyle havai fişeklerin patlatıldığı günlerde -AB’yi memnun etmek için- Cuma hutbelerinde “Allah katında din, İslâm’dır (Al-i İmran, 3/19)” ayetini okutmadılar. Zina yasağının kaldırılmasına ses çıkarmadılar. Bazı vakıf yurtlarında ve kurslarda çocuklara tecavüz edilirken görmemezlikten, duymamazlıktan geldiler.
Kur’an ayetleriyle dalga geçilirken, “Başbakanımız Allah’ın tüm vasıflarını üstünde taşıyor” veya “Peygamberimiz gurura kapıldı, biz kapılmadık” denilirken konuşmadılar. Yalan-dolan, hırsızlık-yolsuzluk, rüşvet-pay, kayırmacılık, ehliyetsiz / liyakatsiz atamalar ayyuka çıkarken; Allah’ın bu hususlardaki emirlerini açıklamadılar ya da açıklayamadılar.
Ama kızların evlenme yaşına, evlenilecek kişinin mahrem yerlerine bakılmasına, baba-kız arasındaki sevgiye, iletişim vasıtalarıyla eşe yapılan “boş ol” sözünün geçerliliğine, alevi birisiyle evlenmeye, kadın haklarına, lüks makam aracı tahsisine yönelik açıklamalarla tartışma yarattılar (Sonrasında bazı açıklamalardan geri adım attılar!).
Caminin birinde hoca, “namaz kılmayanın katli vaciptir” deyince az kalsın kavga çıkıyordu. Pazarcık Kur’an Kursu binası açılışında Başkan Erbaş, “Kur’an kurslarında bir tuğlası olana cennette bir ev verileceğini!” söyledi. Bir arada, Hanefi alimlerince mekruh sayılan “sigara içmenin haram olduğunu” dillendirmişti.
Müslümanların o kadar çok ve büyük meseleleri var ki; bunlar yerine nedense hep tartışmalı veya basit meseleleri gündeme taşıdılar / getirdiler!..
Son uygulamalar!
Yakın tarihlerdeki bazı açıklamalar ve uygulamalarla sanki “dinî bilgilerimizde güncelleme yapılıyor” gibi!..
BİR: Yıllardır “faizi almak da vermek de haram” diyorlardı, şimdi “konut kredisi için faiz vermek sakıncalı değildir” diyorlar.
İKİ: Yıllardır “safları sıklaştıralım (şeytanlar girmesin)” diyorlardı, şimdi “safları seyrekleştirelim” düzenine geçtiler.
ÜÇ: Yıllardır “devlete zekat, fitre düşmez; fakirin hakkı” diyorlardı, şimdi “zekatlarınızı, fitrelerinizi devlete verebilirsiniz” diyorlar.
DÖRT: Yıllardır minarelerden sadece Perşembe yatsı ezanı ve Cuma öncesi (ve cenaze) selâ verilirdi. Şimdi her yatsı ezanı öncesi selâ ve ezan okunuyor, ardından dua yapılıyor, tekbirler getiriliyor ve “Fatiha”yla bitiriliyor.
Oysa, Kur’an’da “Rabbinize yalvara yakara ve gizlice dua edin. Bilesiniz ki O, haddi aşanları sevmez (A’raf, 7/55)” denilmektedir. Rivayete göre, yüksek sesle tekbir getirmeye başlayan bazı Müslümanlara Hz.Peygamber engel olmuş ve “Sizler sağır ve uzaktaki birine değil her şeyi duyan ve gören Allah’a dua ediyorsunuz” diye ikaz etmiştir.
Gazâli’nin on maddelik “dua adap” listesi bulunmaktadır: “Dua, gönülden, gizlice ve alçak sesle mübarek vakit ve yerlerde, kıbleye dönülerek, Allah’ın adıyla başlanarak ve günahlara pişmanlık duyularak yapılmalıdır. Dua için seher vakti, gece yarısı ve Kadir gecesi, namaz sonrası, ezanla kâmet arası en uygun zamanlardır.”
Duayla insanlar psikolojik açıdan rahatlar, huzur bulur; ayrıca Allah’a kulluğunu ve aczini gösterir, ihtiyacını arz eder.
Görüldüğü üzere, duanın toplu yapılmaktan daha ziyade bireysel yapılması, bağıra-çağıra değil sessiz ve içten olması gerekmektedir. Daha fazla ayrıntıya girmeyeceğim ama mevcut uygulamanın İslâm’î kurallara uygun olmadığını düşünüyorum. (Minarelerden her gün koronavirüsle ilgili duyuru okunurken, ne mahzur görüldü de 23 Nisan’da “İstiklal Marşı’mız” okunmadı?..)
BEŞ: Camiler kapatıldığı için vakit ve Cuma namazları kılınamıyor. Ancak ne düşünüldüyse; Cuma namazını her hafta bir camide -davet edilecek kişilerle- temsili olarak kılmaya başladılar. Herkese yasaklanan ibadeti kendilerine mubah gördüler.
Yıllarca, Müslümanları camilere -özellikle Cuma namazına- getirebilmek için vaazlarda “mazeretsiz üst üste üç Cuma namazı kılmayanın eşiyle nikahı düşer” dediler (kalbi mühürlenir / münafıklık alametidir, diyenler de oluyordu). Cuma namazı ile (dinî) nikah arasında bağ olduğunu sanmam. Acaba diyorum; temsili Cuma namazı kılma işi “en azından bizim nikahımız düşmesin” endişesinden mi kaynaklandı!..
ALTI: Eskiden bayramlarda ya da diğer günlerde ziyarete gelen, özellikle hacılar / hocalar kolonya tutulunca İslâm’î hassasiyetle “kolonyada alkol var” diyerek almazlardı. Şimdi herkes koronavirüs yüzünden kolonyayla banyo yapacak hale geldi!..
Kendimizi ve dinimizi tanıyor muyuz?
Uzun zamandır, Maalesef! “İslâm’ın namaza ve başörtüsüne hapsedildiği” kanaatindeyim. Hiç kimse; imanını, itikadını, ahlâkını sorgulamıyor, öz eleştiri yapmıyor. “Allah’ı, Peygamberi seviyorum” demekle olmuyor; önemli olan Kur’an ve Peygamber ahlâkıyla kendimizi donatmaktır.
Geçen yıl Azerbaycan Milletvekili Ganire Paşayeva’nın, “İslâm coğrafyasında Hz. Muhammed’in sevgisi ile yaşayanlar çok, fakat onun ahlâkı ile yaşayanlar az.” sözünü okumuştum; hoşuma gitmişti. Halk ağzıyla tasdikleyeyim: Doğru söze hacı emmi ne desin!”
Bu arada “Şu anda yaşanan dinin Müslümanlıkla alakası yok” diyen eski DİB Başkanı Prof.Dr. Ali Bardakoğlu’nun, internette “İslâm Dini Nedir-Ne Oldu?” başlıklı 14 maddelik bir açıklaması var; okumanızı tavsiye ederim.
Cemil Meriç diyor ki: “Yığını kolayca kandırabilirsiniz, duyguları hiçbir temele dayanmaz. Yığın düşünmez, maruz kalır. Nezleye yakalanır gibi tutulur bir fikre. Ateşi yükselince aslanlaşır, nöbet geçince her mukaddesi unutuverir. Büyük bir milletin duyguları ölçülü, düzenli, devamlıdır. Kendini yığın haline getiren bir millet payidar olamaz. Tek kaygısı para olan bir yığın yaşayamaz.”
Yığının bir parçası olmamak ya da “sürü psikolojisi” içinde hareket etmemek için şuurlu bir Müslüman olmalıyız. Allah’ın ilk emri neydi? Oku“ikra”. Evet, okumadan olmuyor.
Mesela merak ediyorum, kaçımız İmam-ı Azam Ebu Hanife’nin hayatını, Emevi zulmüne karşı mücadelesini okuyup ders çıkarttı? Neden zindanda öldü?..
İtalyan düşünür Giordano Bruno’nun meşhur sözü: “Tanrı, iradesini hâkim kılmak için yeryüzündeki iyi insanları kullanır; yeryüzündeki kötü insanlar ise kendi iradelerini hâkim kılmak için Tanrı’yı kullanırlar.” Rahmetli Yaşar Nuri Öztürk’ün “Allah ile aldatmak” sözüne benziyor.
Hacı Bektaş-ı Veli de şöyle demiş: “Her ne ararsan kendinde ara.”