Yazının başlığını okur okumaz, sizde bir çağrışım yaptığını ve devamla “…sahip ol.” dediğinizi duyar gibiyim. Ve bu sözün kime ait olduğunu da hemen hatırlamışsınızdır. Tabii ki Hacı Bektaş-ı Veli’nin ünlü sözü: “Eline, beline, diline sahip ol.”
Bu söz üzerinde birazcık düşündüğümüzde; “derya gibi bir insan”ın ağzından çıkan, çok güçlü bir ifade olduğunu anlayabiliyoruz. “Azıcık” okumuş bir kimse; ne kadar manalı, ne kadar önemli bir söz olduğunu anlar. Bunun için inançlı-imanlı veya fazla akıllı olmak gerekmiyor. Çünkü, çevremizdeki herkesin yeri geldiğinde kullandığı bir söz. Hani bazen “ağzımda/dilimde pelesenk oldu” deriz ya, işte öyle bir söz.
Genelde bilinense, bu sözün “İslâmi” yorumudur. Herkes böyle bilir, böyle değerlendirir. Aslında bu yazımda, ben size Türkçe yorumunu aktarmak istiyorum. Ancak, önce “Eline, beline, diline sahip ol.” sözünün bilinen şeklini kısaca paylaşmak isterim.
Sözün İslâmi yorumunda, zahirî anlamında: “Eline sahip ol.”u hırsızlık yapma, çalma-çırpma, elini harama sürme; “Beline sahip ol.”u gayrimeşru kişilerle ilişkiye girme, zina yapma; “Diline sahip ol.”u da yalan söyleme, dedikodu yapma, kırıcı olma, fitne-fesat çıkarma diye anlatılır.
Geçenlerde bir röportaj okumuştum. Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi hocalarından Prof.Dr.Hayri Kırbaşoğlu ile yapılan bir röportajdı. Hoca, bu röportajda; “… görüntüde dindarlık var, içi boş, kof. …içi boşaltılmış bir İslam. Şu anda bu gerçekleşti Türkiye’de. Bütün derdi masa, kasa, nisa olan bir anlayış…” demektedir. Yani; el, bel, dil boyuna kadar harama ve günaha bulaşmış, ama herhangi bir rahatsızlık yok. Maalesef! Bu duruma gerekçeleri de hazır. İslâm’da hiç yeri olmayan çeşit çeşit gerekçeler. Hepinizin duyduğu veya bildiği bu uydurma gerekçeleri, İslâm anlayışının veya Kuran-ı Kerim’in neresine koyabilirsiniz. Bu ifadeler “maazallah” insanı dinden çıkartır.
Hacı Bektaş-ı Veli’nin bu sözünün diğer yorumuna gelince: Yıllar önce TRT’de Diyanet İşleri Başkanlığı Başmüfettişi Abdulkadir Sezgin’den dinlemiştim ve çok hoşuma gitmişti. Çok akıllıca yapılan bir yorumdu. Bu farklı yorumda, batınî (gizli/kapalı) anlamında, bu söze Türkçe bakış getirilmişti. Çünkü Hacı Bektaş-ı Veli bir Türk düşünürü ve İslâm âlimidir. Böyle bir yorumun getirilmesi de, bana göre kavrayıcı ve yaratıcı bir anlatıştır.
Bilindiği üzere; el, bel ve dil vücudumuzun organlarıdır. Onun için yukarıdaki “İslâmi” yorum daha çok bilinir. Oysa, Türk Dil Kurumu Büyük Sözlüğüne baktığınızda, bu kelimelerin/sözcüklerin karşılığında aşağıda açıklayacağım ifadeleri de bulacaksınız.
El; il, yurt, ülke, vatan (Eski Türklerde devlet - halk arasında yabancı) anlamlarına gelmektedir. “El”le bağlantılı birçok sözümüz, türkümüz, şarkımız bulunmaktadır. Örnek: Türkülerde geçen Afşar elleri, Yemen elleri vb. Orhun anıtlarında, devlet anlamında “İl” kelimesi çok geçer. Buradan şu sonuca varıyoruz. “Eline sahip ol.”, iline, ülkene, toprağına sahip ol demektir. Bunu daha geniş anlamda değerlendirirsek, vatanına sahip ol diyebiliriz.
Bel; soy sop, döl, zürriyet, meni, daha geniş anlamda hısım, millet vb. anlamlara gelmektedir. “Beline sahip ol.” derken de, soyuna, milletine sahip ol demek isteniyor.
Dil; insanların düşündüklerini ve duyduklarını bildirmek için kelimelerle veya işaretlerle yaptıkları anlaşma, lisan, bir Türk olarak konuştuğumuz Türkçe. O zaman “Diline sahip ol.” demek, konuştuğun dile, ses bayrağımız Türkçeye sahip ol demektir.
Burada kısaca bir hatıramı da anlatmak istiyorum.
“Türkçe Öğretimi Sempozyumu”nda bulunmak üzere Kosova’ya gitmiştim. Sempozyum Prizren’de yapılmakta idi. Salonda oradaki Türk öğretmenlerden oluşan yaklaşık 250 kişi vardı. Çok heyecanlı bir toplantıydı. Toplantı sırasında ben de söz istedim. Biliyorsunuz, Balkanlara ilk gidenler Hoca Ahmet Yesevi ve Hacı Bektaş-ı Veli dergahlarında yetişen dervişlerdir. Bu bölgelerde ağırlıklı olarak Bektaşi geleneği hakimdir. Hatta birçok yerde Bektaşi tekkeleri açıktır. Konuşmamda; Hacı Bektaş-ı Veli’den kısaca bahsettikten sonra “Eline, beline, diline sahip ol.” sözünü ele alarak, yukarıda yazdıklarımı aktardım. Kendilerine; buraların vatanları olduğunu, Türklüğe ve Türkçeye sahip çıkmaları gerektiğini, salondaki heyecandan bu şuurun varlığını anladığımı söyledim. Çok büyük bir alkış aldığımı hiç unutamıyorum.
Yer darlığı sebebiyle açıklamayı bu kadar yapabildim. Ayrıca, bilgi dağarcığım da bu kadar yazmama müsaade etti. Siz değerli okuyucularımız, daha fazla düşünür, daha geniş değerlendirmeler yapabilir.
Okuyalım, araştıralım. Gezdiğimiz-gördüğümüz yerlerle ilgili hatıralarımızı yazalım. İlginç konuları paylaşalım.
Çünkü birbirimize ve bilgilerimizi paylaşmaya ihtiyacımız var.