Aslında başlığı “Osmanlı ne kadar Müslüman yaptı?” diye atacaktım; baktım yazı uzuyor, ikinci bölüme koymayı uygun buldum. Bu yazıda, sorularla bazılarının -özellikle Osmanlıcıların- kafalarını biraz karıştırıp düşündürmek istiyorum.
Sakın başlığa bakıp kimse benim Osmanlı’yı sevmediğimi sanmasın. Aksine, “Türk Tarihi”ne bir bütün olarak baktığımdan şöyle düşünürüm: Osmanlı bir Türk devletidir ve kadim tarihimiz içerisinde altıyüz yıl süren önemli bir dönemdir. Tabii ki, Osmanlı hakkında olumlu (müsbet, pozitif) görüşlerim çoğunlukta olmakla birlikte olumsuz (menfi, negatif) görüşlerim de vardır.
Tarihe tarafsız, objektif bakmaya özen gösteriyorum. Ancak okurken, ders çıkartmak ve ibret almak için hep sorgulayarak okuyorum. Yerli ve yabancı tarihçileri okudukça, kafamda bir çok soru dolaşmaya başladı: Mesela;
Gençlik yıllarımızdan beri Osmanlı Devleti ve padişahlar hakkında; “Nizam-ı alem için, İ’lâ’yi Kelimetullah için mücadele ettiler” şeklinde sözler duyarız. Osmanlı, gerçekten kendisine böyle bir görev (misyon) yüklemiş miydi? Yoksa geçmişten gelen “cihangirlik” geleneğine mi bağlıydı?
İslâmiyet; gerek Peygamberimiz döneminde gerekse Emevi ve Abbasi dönemlerinde Arap yarımadası dışında Asya’ya, Afrika’ya yayılmış, Anadolu’ya girmiştir. Hatta Cebel-i Tarık Boğazı’nı geçen Müslümanlar, İspanya’da “Endülüs Emevi Devleti”ni kurmuşlardır.
Evet. Türkler, İslâmiyet’e girdikleri 900’lü yıllardan itibaren İslâm’ın bayraktarlığını ve koruyuculuğunu yapmışlar; bu uğurda -sebil gibi- kan dökmüşlerdir. Haçlı Seferleri’nin önünde set olmuşlardır. Adaletli bir düzen kurmaya ve bu düzeni dünyaya yaymaya çalışmışlar, çabalamışlardır.
Ama… Hepimizin övünerek anlattığı; “Osmanlılar fethettikleri yerlerdeki ahalinin dinine, diline, kültürüne hiç karışmamışlardır” sözü çerçevesinde hareket etmişlerdir. Çünkü İslâm’ın “dinde zorlama yoktur” ve “tebliğ yapmak esastır” ilkeleri bunu gerektiriyordu.
Araplar, İslâm öncesi nasıl Allah’ı biliyorlarsa; Hıristiyan milletler (halklar) de -yanlış teslis inancı da olsa- Allah’ı biliyor ve inanıyorlardı. Yani, semavî dinlere bağlı herkes, Allah’ı tanıyordu.
Türklerin zaafları
Türkler, dünyanın her bölgesine, en ücra köşelere kadar gitmişlerdir. Bugün de böyle değil midir? Ancak, gittikleri ya da fethettikleri yerlere kendi kültürlerini taşıyacaklarına, yerli ahalinin kültürünün etkisi altına girmişlerdir; onlara uyum sağlamışlardır. Bu şekilde dünyanın çeşitli yörelerinde kaybolan Türkler çoktur.
Türkler; kültürlerinde, eski inançlarında olan ve İslâm’ın ilkeleri ile çatışmayan değerleri bir araya getirerek kendilerine özgü bir İslâm anlayışı ortaya koymuşlardır. Mümkün olduğunca Arap kültürüne uzak durmaya çalışmışlardır. Ancak, zaaflarından dolayı -Osmanlı’nın son dönemleri dahil- başarılı oldukları söylenemez. (Bugünlerde de aynı sıkıntıları yaşıyoruz.)
Türkler; uzun yıllar İran coğrafyasında hüküm sürdüklerinden Fars kültüründen çok etkilenmişlerdir. Anadolu’ya gelince farklı kültürlerle karşılaşmışlardır. Bizans kültüründen ve devlet geleneğinden yararlanıp yeni yeni kurumlar oluşturmuşlardır. Osmanlı büyüyüp imparatorluk haline gelince anlayışlarında da farklılıklar olmuştur.
Ama Osmanlı Devleti, bazılarının dediği gibi bir “İslâm veya şeriat devleti” değildir; aynı şekilde padişahlar da sofu, evliya değildir!.. Uygulamalarında yaşantılarında bunu görebiliyoruz. Misal; II.Mehmet (Fatih) annesinin inancına karışmamıştır.
Sonra; Bizans’la sürekli düşman da değildik, zaman zaman iyi ilişkiler içindeydik, zaman zaman da kötüydük.
Yeri gelmişken bir soru daha sorayım: Fatih Sultan Mehmet, Konstantinopolis’i Peygamberimizin hadisine mazhar olmak için mi fethetti? Veya soruyu biraz değiştirelim: Farz edelim ki Peygamberimizin böyle bir hadisi yok, fethetmeyecek miydi? Ortada çıban başı gibi kalmış İstanbul’un, böyle gözde bir şehrin fethi zorunluluktu.
O zaman akla şu soru da geliyor: Madem Osmanlı İslâmiyet’i yaymak için savaşıyordu, “niye halkı ve yöneticileri Müslüman olan devletlerle savaştı, niye topraklarını fethetti?” İşte bu sebeple, Osmanlıların asıl / esas gayesinin “Allah’ın adını yayma ya da dünya düzeni kurma” olup olmadığı hususunda tereddütteyim!.. Sorulara devam edelim.
* Türkler Müslüman olmadan önce savaş yapmıyorlar mıydı, topraklar ele geçirmiyorlar mıydı? Müslüman olduktan sonra mı gazaya ve fethe başladılar? Veya,
* Osmanlı’nın hedefi, Türklerin esas ülküsü olan -İslâmiyet’le birlikte biraz anlam değişikliği olsa da- “kızılelma” mıydı?..
Türklerin hakimiyet anlayışları
Türklerde “Gök-Tanrı” inancıyla bağlantılı “kut” sistemi vardır. Hem siyasi iktidar hem de hâkimiyet, kaynağını Tanrı’dan almaktadır. Kağan, Tanrı’nın temsilcisi ya da elçisi gibidir. Bilge Kağan Kitabesinde “Kut’um olduğu için Kağan oldum” denmektedir.
Ayrıca, genelde “Gökte tek Tanrı varsa, yeryüzünde de tek hükümdar olmalıdır” anlayışı hâkimdir. Bu düşünce; sadece Osmanlı hükümdarlarında değil, diğer Türk devletlerinin hükümdarlarında da vardır. Türkler, onun için hep birbiriyle savaşmış, birbirlerini kırmışlardır.
Diğer yandan; Orta Asya’da kavimler, halklar, topluluklar arasında savaşlar oluyordu. Her topluluk diğerlerinin hayvanlarını, verimli topraklarını, otlaklarını ele geçirmek için mücadele ediyordu. Bazen de nüfus arttıkça veya kuraklık sebebiyle göçler oluyordu. Türkler, doğudan batıya, kuzeyden güneye her coğrafyaya dağılmış ve devletler kurmuşlardır. Ancak, asıl yönleri hep batıya doğru olmuştur.
Özellikle Balkanlara, Osmanlılardan çok önceleri alperenler (dervişler) gitmişler ve oralarda tekkeler kurmuşlardır. Hiçbir ayırım yapmadan yerli ahaliyle iyi geçinerek Hıristiyan halkı kendi yanlarına çekmişlerdir. Hoca Ahmet Yesevi ve Hacı Bektaş-ı Veli Ocağı’ndan yetişmiş yüzlerce alperen (derviş), gittikleri bölgelerde hoşgörü ortamı oluşturmuşlardır. Örneğin, bir çok yerde mezarı, türbesi, makamı olduğu söylenen Sarı Saltuk (ölümü:1297-1298) (Romanya’nın Dobruca / Babadağ bölgesindeki türbesini ziyaret ettim) bunlardan biridir.
Aslında Türkler, Anadolu’ya olduğu gibi Balkanlara da çok önceden gelmişlerdir. Mesela Hunlar, Avarlar, Peçenekler, Uzlar (oğuzlar, Gagauzlar), Kumanlar, Bulgarlar gibi bir çok Türk boyu Avrupa’nın ortalarına kadar gitmişler, mücadele etmişler, devletler kurmuşlar, Bizans’ta paralı askerlik yapmışlardır.
Sonuç olarak; Osmanlılardan önce İslamiyet, o gün ki bilinen dünyada -Avrupa, Balkanlar hariç- bir çok yere yayılmıştır (İslâmiyet’in yayılması sırasında Arap ordularının -özellikle Orta Asya’da- yaptıkları ayrı bir yazı konusudur.) Avrupa ve Asya’nın kuzey bölgeleri İslâm’a uzak kalmıştır.
Osmanlı Devleti’nin Asya’da, Arabistan’da, Afrika’da yaptığı savaşların büyük çoğunluğu (Akkoyunlular, Safeviler, Memluklar vs.), zaten halkı ve yöneticileri Müslüman olan devletlerdir. Sadece Avrupa’da / Balkanlarda halkı ve yöneticileri Müslüman olmayan devletlerle savaşmışlardır. Haçlı Seferleri de Osmanlı’dan önceki Selçuklu Devleti dönemine rast gelir.
“Osmanlı ne kadar Müslüman yaptı?” sorusunun cevabına gelince; kendi düşüncelerim olsa da haftaya tarihçimiz Yılmaz Öztuna’nın ifadelerinden yararlanarak yazmaya çalışacağım