Sohbetler sırasında sarf edilen bazı sözler beni üzmektedir. Mesela; “Padişahların anaları Türk olmadıklarından kendileri de Türk değildir” ifadesi, çok yersiz ve gereksiz bir sözdür. Bu tür sözler, tarih bilgimizin çok sığ olduğunu ortaya koyar; ayrıca tarihe akılla, mantıkla ve objektif bakmadığımızı da… Ne yazık ki, kulaktan dolma ve çok az tarih bilgimizle veryansın ediyor, kestirip atıyoruz; önyargılarımız çok fazla!.. “Türklere / Türkmenlere zulüm yapıyorlardı” ifadesi de benzer bir söz. Her ne kadar, “Mezhep ayrılığı” sebebiyle yaşanan bazı savaşlara ve olaylara bakarak “bu sözler de doğruluk payı var” desek de… Benim de çok eleştirdiğim hususlar var ama tarih, bugüne göre değil hadiselerin yaşandığı çağa ve şartlara göre değerlendirilir.
Bu sözlere içimden kızsam da bildiğim kadarıyla görüşlerimi açıklamaya çalışıyorum. Önce şunu söylüyorum: “Siyasal İslâmcıların; Cumhuriyete ve kurucularına olan düşmanlıklarından dolayı Osmanlıcı geçinmeleri (Osmanlı’yı da pek bilmezler) karşısında, bu sözlerinizle siz de yanlış yapıyorsunuz. Özünüzde ‘Türk milli kimliği ve şuuru’ varsa bu tür laflar yakışmaz. Zira farkında olmadan tarihinizi red /inkâr durumuna düşüyorsunuz.”
Türk Tarihi bütünlüğü
Tarih sahnesine çıktığımız günden itibaren tüm coğrafyalara dağıldık; devletler kurduk devletler yıktık; farklı halklarla tanıştık / karıştık, evlilikler yoluyla akraba olduk. Biliyorsunuz; 1990’lı yıllarda Sovyetler dağılınca var olan Türk Cumhuriyetleri bağımsızlıklarını ilan ettiler, karşılıklı ziyaretler başladı. Türk heyetinin Kırgızistan’ı ziyareti sırasında Kırgız yetkili: “Atla gittiniz uçakla döndünüz; çekik gözlü gittiniz çakır gözlü geldiniz” demişti. Aslında bu sözler bir gerçeğin yalın ifadesiydi.
Türk tarihinin bütünlüğü içerisinde “Osmanlı Devleti” bir dönemdir. Tarihimizin her evresini olduğu gibi Osmanlı dönemini, padişahları veya bu dönemin uygulamalarını eleştirir, yanlışlarını, eksiklerini ortaya koyabiliriz ama hakaret sayılabilecek veya aşağılayacak cümleler sarf etmemeliyiz. O zaman kendi tarihimizi ve farkında olmadan kendi kendimizi de aşağılamış oluruz.
Tarihten ibret alınır, ders çıkarılır ama tarihle kavga edilmez; çünkü geçmiştir. Bazı topluluklar milletleşebilmek için kendilerine tarih zemini araştırırken, yeni harf, yeni dil, yeni kültür oluşturmaya çalışırken; en az 5.000, en çok 20.000 yıllık “Türk Tarihi”ni bilmemek veya olumsuz bakmak bir eksikliğin alâmetidir. Zaten okullarımızda tarih bilgisi yeterince verilmiyor. Hatta söylentilere bakarsanız tarih dersi seçmeli hale getirilmek isteniyormuş: Asıl işimiz bunlarla uğraşmak olmalıdır.
Padişahların evlilikleri
Padişahların yabancı kadınlarla evlilikleri doğrudur: Osmanlı’nın ikinci beyi Orhan Gazi ile başlamıştır. Ancak, bu tür evlilikler Türklerin tarih sahnesine çıktıkları günden bu yana hep vardır. Sadece bizde de değil, doğu, batı, kuzey, güney fark etmez, her devlette ve ülkede benzer evlilikler bulunmaktadır.
Türklerde hükümdarların, hakanların, hanların, beylerin, şehzadelerin; Araplarda emirlerin, halifelerin; diğer milletlerde imparatorların, kralların, tekfurların, derebeylerin nasıl evlendiklerini / evlendirildiklerini; kendi aralarında ya da karşılıklı birbirlerine kızlarını, kız kardeşlerini (bacılarını, hemşirelerini) verdiklerini, tarih kitaplarında görürsünüz.
Hükümdarların bu şekil evliliklerinin çok çeşitli sebepleri var. Bu konuyu daha sonraki yazımda ele alacağım. Yalnız şunu belirteyim: Padişahlar, daha sonra saray dışından evlenmeyi devlet güvenliği ve sırları açısından sakıncalı görmüşlerdir. Özellikle yabancı kralların kızları, her ne kadar Müslüman olup Türk kültürünü benimsemiş olsalar da bazıları soylarını, ülkelerini, kültürlerini unutamıyor, açık veya gizli mektuplar gönderiyorlar. Göktürkler zamanında da benzer sıkıntıları Çinli prensesler yaşatmışlardır.
Harem
Fatih Sultan Mehmet’e kadar padişahlar ya kendi çevrelerindeki kızlarla ya başka beyliklerin kızlarıyla ya da savaştıkları kralların kızlarıyla evlenirlerdi. İstanbul’un fethinden sonra -Türk geleneğinde olmamasına rağmen- Fatih tarafından “harem” kuruldu (Bazı tarihçilerimiz, haremin Acem (İran)’lerden ve/veya Bizans’tan geçtiğini belirtirler). Harem, sadece bir zevk ve eğlence yeri değildir; kadınların yetiştirilmesi için bir eğitim kurumudur. Her uygulama sıkı bir kurala bağlanmıştır.
Osmanlı’nın “harem” uygulamasının genel olarak İslâm hukuku sınırları içinde yürütüldüğü görülmektedir. Haremle ilgili en çok konuşulan konuysa cariyeler meselesidir. Cariyelerin esas kaynağı savaşlarda ve akınlarda ele geçirilen esirlerdir (kadın kölelerdir). Ayrıca çeşitli devlet adamları tarafından saraya ve padişahlara hediye olarak verilenlerdir. Bu cariyeler, Türk geleneklerine ve İslâm terbiyesine göre yetiştirilir; okuma-yazma, dinî bilgiler öğretilirdi. Yeteneklerine göre musiki, biçki-dikiş, nakış dersleri verilirdi. Haremdeki cariyelerin büyük çoğunluğu hizmetçiydi.
Bu kızlardan en zeki ve güzel olanı padişahla diğerleri üst düzey devlet adamlarıyla evlendirilirdi. Cariyelikten gelen, güzellik ve yetenekleriyle padişahın gözüne giren kadınlar, XVII. yüzyıla kadar genellikle Avrupalı savaş esirleri arasından çıkarken daha sonra Kafkaslardan gelenlerden seçilmeye başlanmıştır.
(Not: Cariyelerle evlilik Peygamberimiz döneminde de vardı; Peygamberimizin evlendiği iki eşi cariyedir ve Müslüman olmuşlardır.) Maalesef! Kölelik ve cariyelik kaldırılamadığı gibi dünyanın bir çok yerinde -değişime uğrasa da- sürmektedir.
Padişahların Türklüğü
Padişahların “analarının Türk olmadığı” hususu kısmen doğru olmakla birlikte onların da Türk olmadıkları anlamına gelmez. Türk geleneğinde kadın (anne veya eş) baş tacıdır; kurultaylarda, toylarda hakanın yanında yer alır ve gerektiğinde devleti yönetir. Ancak, töremiz gereği soy (nesep, zürriyet, sülâle, sulb) babadan devam eder. Bugün de böyle değil mi, soyadımızı kimden alıyoruz? Babamızın soyadından, yani çocuklar babalarının soyadını taşırlar. Bu nedenle Padişahların soylarını tartışmaya gerek yoktur.
Evet. Sarayda zaman zaman valide sultanlar etkili olmuşlardır; özellikle çocuk yaşta tahta çıkan padişahların yerine devlet işlerine bakmışlar, dolayısıyla bazı entrikalara da karışmışlardır. Diğer yandan, padişah çocuklarının (şehzadelerin) eğitimleri, annelerinden çok 4-5 yaşından itibaren lalaları ve özel hocaları tarafından yapılmaktaydı.
Sonuç olarak; her sözü tartarak konuşmak, yapıcı ve birleştirici olmak, anlamsız tartışmalara sebep veya vesile olmaktan kaçınmak gerekmektedir. Lütfen! Kulaktan dolma bilgilerle tarihimiz hakkında yorum yapmayalım. Daha seviyeli sohbetler için de öncelikle okuyalım, tarihimizi öğrenelim.
Bugüne gelince; ülkemizde o kadar çok yabancı gelin veya damat var ki, bunların çocuklarına Türk değil mi diyeceğiz? Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı iseler, Türk’türler.
Atatürk’ün; “Az zamanda çok ve büyük işler yaptık. Bu işlerin en büyüğü, temeli Türk kahramanlığı ve yüksek Türk kültürü olan Türkiye Cumhuriyeti'dir” ifadesinden hareketle amacımız / hedefimiz; eğitim sistemimizi tekrar “Türk kültürü” üzerine oturtmak olmalıdır.