Bazılarınız “evde kalmanın sıkıntısıyla” tersini düşünüyor olabilirsiniz ama ben, Ramazan’ı çok verimli geçirdiğime inanıyorum. Hani, eskiden daha çok yaşlı insanlar, Ramazan’ın son on günü camide “itikaf”a girerlerdi; çilehanelerde / dağın eteğine yapılan cami ve mescit gibi yerlerde “inziva”ya çekilirlerdi: Allah’ı, yaratılışı, evreni düşünürler; nefislerini terbiye ederlerdi. Biz de evlerimizde “itikafa girdik / inzivaya çekildik” diyelim. Yine de unutmayalım: “Başınıza gelen her musibet kendi yapıp ettikleriniz yüzündendir; kaldı ki Allah birçoğunu da bağışlar (Şura, 42/30).”
Esasen evi seven birisiyim. Koronavirüs öncesinde de pek dışarı çıkmazdım. Zaten kahvehaneye gitmek; içki, sigara içmek gibi alışkanlıklarım yoktur. Konferanslara gitmek dışında nadiren arkadaşlarla buluşup bir pastanede oturduğumuz ve sohbet ettiğimiz olurdu. Tek ve en önemli alışkanlığım kitap okumak; biraz da yazmaktır.
İlk emir ve okumak
Biliyorsunuz; Hz. Muhammed (s.a.v)’e, Hira dağında gelen ilk vahiy “oku!”dur. Ne güzel bir ilk emir: “Oku!”. Bu emrin verildiği ilk sure (Alak, 96/1-5): “Yaratan rabbinin adıyla oku! O, insanı alaktan (asılıp tutunan zigottan) yaratmıştır. Oku! Kalemle (yazmayı) öğreten, (böylece) insana bilmediğini bildiren rabbin sonsuz kerem sahibidir.”
Bu sure, Kur’an-ı Kerim düzenlenip kitap haline getirilirken niye 96 ncı sıraya konulmuş, anlamış değilim. Bugün İslâm aleminde okuma kültürü çok yetersiz. Acaba “ilk başta olsaydı” Müslümanları okumaya yöneltir, yönlendirir miydi?
Yalnız, bacı hocalar gibi bu ayetlerden sadece Arapça harfleri öğretip “Kur’an’ın Arapça’sını oku” emrini / tavsiyesini çıkartmıyorum. Daha kapsamlı bakarak; Allah’ın okumayı, araştırmayı, yazmayı, kısacası ilim tahsil etmeyi önerdiğini düşünüyorum.
Her Ramazan ayında olduğu gibi bu Ramazan’da da “Kur’an-ı Kerim Meali”ni tekrar okudum. Sahurda TRT-1’de Kur’an tilavetini dinledim ve mealini takip ettim. Her okuyuşumda yeni yeni şeyler öğreniyorum. Bazı ayetler de şaşırdığımı, hayretler içinde kaldığımı belirtmeliyim.
Çocukluğumda oruç ve teravih namazları
Kendimden bahsetmeyi uygun görmüyorum ama öyle bir dönemde yaşıyoruz ki; din adına farklı bir şey söylediğinizde / yazdığınızda, özellikle bazı kişi veya cemaatler hemen sizi “din düşmanı veya kafir” diye suçlayabiliyorlar. Bu cesareti ve yetkiyi nereden alıyorlarsa!.. Bu sebeple dini konularla ilgili yazılarımda mecburen kendimden bahsetmek zorunda kalıyorum.
1960’lı yıllarda Ramazan ayı kısa günlere rast gelmişti, orucu rahatlıkla tutabiliyorduk. Ben de 7-8 yaşlarında oruç tutmaya başladım. Babalarımızın pek paraları olmazdı ama yine de “oruç açımlığı alın” diye 3-5 kuruş verirlerdi. Çarşıda ne bulursak -fazla yiyecek çeşidi de yoktu- genellikle de kırık leblebi, kuru üzüm alır, cebimize korduk. İftar saatini kerpiç evlerimizin damlarında beklerdik. Kaleden top atılır ve arkasından ezanlar okunurdu: Su bile içmeden hemen “oruç açımlığı”mızı ağzımıza atardık. Damdan iner, yemek için evlerimize dağılırdık.
Diyebilirim ki, 60 yıldır kesintisiz orucumu (1981 yılı kısa dönem askerlik hariç) tutarım. Bazen eşim, Ramazan ayı dışında oruç tutarken benim de tutmamı ister: Ben de, “Oruç ibadetinde benim Allah’tan alacağım var” diyerek şaka yaparım.
9-10 yaşlarından beri de teravih namazına giderim. Beş vakit namazımı kılmasam da teravih dolayısıyla yatsı namazını da kılmış oluyordum. Gençlik yıllarında aralıklı, evlendiğim 1977 yılından itibaren de kesintisiz beş vakit namazımı kılarım. O yaşlarda geceleri bile sokakta oynardık. İftardan hemen sonra dışarı çıkardık. Evimiz Elbistan’da Ulu Cami (İnşası:1240)’ye çok yakındı. Caminin önündeki sokağın bir tarafında Ulu Cami, karşı tarafında da tuvaletler (helalar) ve çeşmeler vardı. Yatsı ezanı okunur okunmaz abdestimizi alır camiye girerdik.
Namazı büyüklerin arkasında kılardık. Tabii camiye çok yaramaz çocuklar da gelirdi. Bazen “kıkırdar” bizleri güldürürlerdi. Bazen de namaz kılarken secdeye yattığımızda iğne batırırlardı; “can havliyle” bağırırdık. Selam verilince büyükler kızarlar; “Gürültü yapmayın, namazınızı kılın” derlerdi. Gürültü devam ederse yanımızdaki büyükler tespit ettikleri çocukları döver, camiden dışarı çıkarırlardı.
Teravih öncesi bazı zengin aileler mevlit okuturlardı. Görevli çocuklar cami içinde safları dolaşarak gül suyu döker, kese kağıdına sarılı -genelde iki tane- Elbistan’ın meşhur ketesinden verirlerdi. Mevlitten sonra namaza geçilirdi. Tabii, “çocuklar alırlar” diye verilen keteyi bir kenara koyamazdık; ceketin iç cebine veya pantolonun cebine sıkıştırarak korduk. Keteler biraz büyük olduğundan 33 rekat namaz bitinceye kadar -eğilip kalktıkça- ezilir, kırılır, ufalır; cebimize ya da caminin kilimlerine dökülürdü. Namaz bitip eve geldiğimizde ketelerin un-ufak olduğunu görürdük. Kete biraz da yağlı olduğundan ceplerimiz yağlanırdı.
Geçen yıla kadar teravih namazlarında çocukları gördükçe hep çocukluğum aklıma gelirdi. Çocuk her zaman çocuktur: Bunlar da gürültü yapıyorlar, birbirlerini güldürüyorlar ama hiç değilse iğne batırmıyorlar. Namazı rahat kılabilmemiz için -çocuklara kızmadan- aralarımıza alır ve öyle kılardık.
Kadir Suresi ile teravih
“Biz onu (Kur’an’ı) Kadir gecesinde indirdik. Bilir misin nedir Kadir gecesi? Kadir gecesi bin aydan hayırlıdır. O gece melekler ve ruh, rablerinin izniyle her bir iş için iner dururlar. O gece tan yeri ağarıncaya kadar esenlik doludur” mealinden de anlaşılacağı üzere “Kadir Suresi”nin özel bir önemi vardır.
Koronavirüs nedeniyle bu sene camilerde teravih kılamadık. Evde tek başıma kıldığım ilk teravih namazında kendi kendime şöyle dedim: “Allah nasip ederse Ramazan ayı sonuna kadar teravih namazını ilk rekatta “Kadir Suresi”ni, ikinci rekatta “Fil Suresi”nden başlayarak kısa surelerle ve ikişer rekatta bir selam vererek kılacağım.” Ve “Allah’a şükür” böyle kıldım ve Ramazan’ın sonunda büyük huzur duydum.
Bazı Ayetler / Sureler
Allah’ın sözleri olduğu için ayetler / sureler arasında ayırım yapmak doğru olmamakla birlikte (Allah affetsin!) bazıları bana daha farklı ve anlamlı gelir ve beni çok etkiler. Bir kaç sureyi / ayeti köşeme almak isterim. Mesela;
(Kâfirûn, 109/1-6): “De ki; “Ey inkârcılar! Ben sizin tapmakta olduğunuz şeylere tapmam. Siz de benim taptığıma tapıyor değilsiniz. Ben sizin taptıklarınıza tapacak değilim. Siz de benim taptığıma tapacak değilsiniz. Sizin dininiz size, benim dinim banadır.” Bu sure iniş sırasına göre 18 incidir. Peygamberimizle pazarlık yapmak isteyen Mekke müşriklerine karşı inen suredir. Suredeki ifadelere dikkat ettiniz mi? Başka surelerde / ayetlerde çok sert ifadeler de var ama bu ayetlerde bir hoşgörü olduğu görülmektedir. Bazı alimler; bu ayetlere din, vicdan ve ifade özgürlüğü olarak bakmaktadırlar.
(Yunus, 10/100): “Allah’ın izni olmadıkça hiç kimsenin inanması mümkün değildir. O, akıllarını kullanmayanları inkâr bataklığında bırakır.”
(Asr, 103/1-3): “Asra yemin ederim ki, insan gerçekten ziyandadır. Ancak iman edip iyi dünya ve ahiret için yararlı işler yapanlar, birbirlerine hakkı tavsiye edenler ve sabrı tavsiye edenler başkadır.”
İşte, Ramazan ayını böyle geçirdim. Allah’ın emirlerini sağlıkla yerine getirmeye çalıştım. Çok şeyler kazandığıma inanıyorum. Tabii ki; özel olması sebebiyle fitre, zekat, fidye gibi -imkânlarım ölçüsünde- yaptığım hayır işlerine hiç girmedim. İnşallah kabul olmuştur.