Bu hafta, geçen haftaki yazımla benzeşen bir başka padişahımız Sultan İbrahim’e ayırdım. Bazı kaynaklardan yararlanarak tanıtmaya çalışacağım.
Türk Tarih Kurumu sitesinde “Osmanlı Padişahları” başlıklı yazıda; “…Ağabeyi IV.Murad’ın âni vefatı, zaten ölüm düşünceleriyle harap olmuş Şehzade İbrahim’i çok sarstı ve padişah olduğuna inanmak istemedi. Annesinin ve devlet erkânın ısrarları ve IV.Murad’ın cenazesini gördükten sonra… inandı. Sadrazam Kara Mustafa Paşa, Taht Odası’na geçen İbrahim’in başına Hırka-i Saadet Dairesi’nden getirilen, Hz.Ömer’in Sarığı’nı yerleştirdi. Sultan İbrahim tahta oturdu (1640-1648).
Tahta geçtiği ilk yıllarda sinir hastalığı yüzünden sık sık kriz geçiriyordu. Ancak, daha sonraki yıllarda devlet işleriyle ilgilenmeye başladı. …tahta çıktığında soyunun tek şehzadesi o kalmıştı. Bu yüzden ilk oğlu Şehzade (IV.) Mehmed doğduğunda ülkede şenlikler düzenlendi (02/01/1642). Sultan İbrahim, çok cömert ve lütufkâr bir padişahtı. Fakirlere ve kimsesizlere yardım etmeyi çok severdi. Çıkardığı fermanlarla açlık ve kıtlığın önlenmesine çalıştı. Saltanatı sırasında, annesi Kösem Sultan’ın etkisinde çok kaldı. 8 yıl 9 ay padişahlık yaptıktan sonra 18/08/1648 tarihinde boğularak öldürüldü.
Sultan İbrahim hakkında, kendi devrine kadar uzanan Osmanlı kaynaklarında, aklî dengesinin bozuk olduğuna dair hiçbir bilgi yoktur. Bu kaynaklar, …özelliklerinden ve yaptığı işlerden övgüyle bahsetmektedir. Sadece son zamanlarda bazı yazarlar, onun için ‘Deli’ demektedirler. …’Deli’ ve ‘Gaddar’ diyen …bazılarının, Sultan İbrahim tarafından idam ettirilen İranlı Şii Emirgûneoğlu’nun adamları olduğu söylenmektedir.”
Yılmaz Öztuna (Büyük Türkiye Tarihi): “…Şehzade İbrahim, her an celladın gelmesini bekliye bekliye, ağabeyinin adından bile titriyerek, feci yıllar geçirmeye, asabı bozulmaya, müzmin baş ağrılarına tutulmaya başladı. Bu durumda tahsiline itina edilemediği için asrının şehzadeleri arasında bir istisna olarak öğrenimi eksik kaldı (c.5/s.238).
Sultan İbrahim, Osmanoğulları denen ulu hanedanın biraz da tesadüfen hayatta kalmış tek şehzadesiydi. IV.Murad, kardeşlerinin tek değersizi olan en küçüğüne taht yolunu açmıştı. Bu en küçük kardeşini de ortadan kaldırmak için hiç olmazsa bir şehzadesinin belirli bir yaşa gelmesini beklemiş, fakat 7 kızı gelinlik yaşa eriştikleri halde hiçbir oğlu 3-4 yıldan fazla yaşamamıştı. Bütün bu tesadüfler, zavallı Sultan İbrahim’i ‘Cihan Tahtı’na itmişti (c.5/s.301).
Pek sıhhatli görünmeyen Sultan İbrahim’in ani bir ölümüyle Hanedan kesiliverecekti. Annesi Kösem Sultan, Sadrazam’ın ve diğer devlet ve saray adamlarının da tavsiyesiyle Sultan İbrahim’e iç açıcı cariyeler sunmaya başladı. Ancak genç hükümdar bu kızlardan ‘kâm alamıyordu’. Yıllar süren korku ve müzmin baş ağrısı, erkekliğine de tesir etmişti. Hekimler ve hocalar, genç padişahı tedaviyle uğraştılar. Bilhassa ‘Cinci Hoca’ denen genç bir yobaz, manevî telkin hususunda gerçekten başarı gösterdi. Sultan İbrahim birden azgınlaştı. Aynı gece birkaç cariye birden kabul etmeye başladı. Bunun ilk meyvesi alındı. Bir şeker bayramının arife günü, …IV.Mehmed doğdu ve bütün imparatorluk rahat bir nefes aldı (c.5/s.308).
Veliahd-Şehzade’nin annesi, 14 yaşlarında genç bir kadın olan Hadice Tarhan Haseki idi. Artık ardarda birçok şehzade ve sultan doğdu (c.5/s.308).
Halkın ‘Cinci Hoca’ dediği Safranbolulu Hüseyin Efendi, daha medrese talebesiyken ‘nefesinin kudreti’yle tanınmış, Sultan İbrahim üzerinde manevi tesiri görülerek hükümdarı ‘hafakan illeti’nden kurtarmıştı. Bunun üzerine Osmanlı tarihinde görülüp işitilmemiş bir hadise olarak, henüz medrese tahsilinin son kademesinde bulunan genç softaya, hâce-i sultanilik ve Anadolu kazaskerliği gibi devletin en yüksek iki görevi verildi (c.5/s.310).
(IV.Mehmed tahta geçirildikten sonra) Sultan İbrahim, Topkapı Sarayı’nın bir odasında (iki cariyeyle birlikte) feci şartlar içinde hapsedilmiş, bulunduğu odanın pencere ve kapıları örülmüştü. Hislerini ve fikirlerini saklamasını bilmeyen ve henüz 33 yaşında olan eski hükümdar, yüksek sesle bağırıyor, feryad ediyor, yeni rejimin ileri gelenlerine söğüp sayıyor, dehşetli tehditlerde bulunuyor, söyledikleri, odasının önünden geçenler tarafından duyuluyor ve derhal bütün İstanbul’a yayılıyordu. İstanbul halkı, yeniden kurulan zorba idaresine diş biliyor, Sultan İbrahim’i tutuyordu (c.5/s.347).
(Boğulmasına karar verilir) Celladbaşı Kara Ali Ağa, gözyaşı dökerek savuşmaya kalktı. Ancak Sadrazam, elindeki asa ile Celladbaşını döğmek suretiyle, kemendi Sultan İbrahim’in boynuna geçirtebildi. Sultan İbrahim, Ayasofya’nın avlusuna, amcası Sultan Mustafa’nın yanına gömüldü (c.5/s.349).
Sultan İbrahim’in yakın adamları da ortadan kaldırıldı. Bu arada ‘Cinci Hoca’ denen …Hüseyin Efendi, 29 Ekim 1648’de idam edildi. Cinci büyük bir servet toplamıştı (c.5/s.350).”
Sultan İbrahim’in hayatı, çağdaş Batı edebiyatını da etkilemiştir. Whitaker’in (1680) ve Pix’in (1696) birer İngilizce piyesi, Sultan İbrahim’in hayatını mevzu almaktadır (c.5/s.321).
TDV.İslâm Ansiklopedisi “Cinci Hoca” maddesi (c.18/s.541-543: “…İlk eğitimini babasından aldı, ayrıca ondan sihir ve efsunla ilgili bilgiler edindi. Öğrenimini tamamlamak için İstanbul’a gitti, bir süre Süleymaniye medreselerinden birine devam etti; burada Berber Biraderi Hasan Efendizâde Şeyh Mehmed Efendi’den ders aldı. Bu arada çevresinde ‘kuvvetli nefesi’ ile tanındı, okuduğu duaların dertlilere şifa olduğu haberleri yayılmaya başladı. …geçimini tamamen bu işten sağlamaya koyuldu. Efsun ve sihir işleriyle uğraşması, başta hocası olmak üzere diğer müderrisler tarafından hoş karşılanmadığından geri plana itildi, hatta medreseden mezun olamadı. Ancak bu husustaki şöhretinin hızla yayılıp saraya kadar ulaşması hayatını değiştirdi. …Sultan İbrâhim’in tedavisi için Vâlide Kösem Sultan tarafından saraya çağrıldı. Tesirli dualar okuduğunu söyleyip padişahı mânevî bakımdan rahatlatması şöhretinin daha da artmasına yol açtı.
Padişahın büyük iltifatlarına mazhar olan, bu arada ikameti için hazinece Mahmud Paşa Camii yanında dayalı döşeli bir saray inşa ettirilen Hüseyin Efendi, henüz medrese tahsilini bile tamamlamadan devrin şeyhülislâmı Zekeriyyâzâde Yahyâ Efendi’nin muhalefetine rağmen Sultan İbrâhim’in fermanıyla önce Sahn-ı Semân, ardından Süleymaniye medreselerinden birinin müderrisliğine getirildi. Çok geçmeden de padişah hocalığına ve İstanbul kadılığı pâyesiyle Galata kadılığına tayin edildi. …aynı yılın (1644) mayısında Anadolu kazaskerliğine getirildi, Galata kazası da arpalık olarak üzerinde kaldı…
IV.Mehmed’in cülûsu münasebetiyle kapıkulu askerlerine verilecek bahşiş için kendisinden 200 kese akçe talep edildi. …parası olmadığını öne sürerek istenen meblağı ödemeye yanaşmadı. …kethüdâsıyla birlikte Paşakapısı’nda hapsedildi… Evinde yapılan aramada 200 kese kuruştan başka denkler, bohçalar ve sandıklar dolusu altın ve mücevheratı ile elliden fazla samur kürkünün olduğu görüldü. …üzerinde sadece zeâmet ve timarlar bırakıldı. …yaptırdığı tayinlerden ve padişahtan aldığı hediyelerle paralar hesaplandı, mûtat giderleri düşüldükten sonra nakdî varlığının 3000 keseden fazla olduğu anlaşıldı. …Gerçekten on iki güğüm çil akçesiyle eski ve yeni meskûkâttan 70.000 kuruşunun bulunduğu görüldü. IV.Mehmed’in cülûs bahşişi için dağıtılan bu paralar bir süre halk arasında ‘Cinci akçesi’ adıyla dolaştı. …sadece altın ve gümüş kap kacağının değeri 200 kese akçe civarındaydı. Ayrıca Süleymaniye vakfından haksız yere …aldığı paralar ilk günden itibaren hesaplanarak 15.000 kuruşa varan meblağ vakfa iade edildi.”
Padişahlarımızdan örnekler vermeye devam edeceğiz!..