Kayıtlarda ölüm tarihi 4 Eylül 1063 olarak belirtilen Büyük Selçuklu Devleti Sultanı Tuğrul Bey’i, ölümünün 958.yıldönümünde anarak yazıma başlıyorum.
Bazı tarihçiler eleştirseler de Dr.Rıza Nur’un “Türk Tarihi-12 cilt” isimli eserinden bazı alıntılar yapacağım: “Türklerde; kurulan devletlere, hatta uruklara, onların padişahlarının veya onların ailelerinin ad olarak verilmesinin adet olmasıdır (c.3/s.14).
Bu kudret, bu teşkil, te’sis ve yayılma kabiliyeti hiçbir millete nasib olmamıştır. ‘Türk Devleti’ tabiri tarihe mal olmuş ve bugün mevcut bütün Türk devletlerinin umumi adıdır. (c.3/s.17).
Bizler Büyük Türk ailesi içinde ‘Türkiye Türkleri’yiz. Devletimizin adı Türkiye’dir. ‘Türk Tarihi’ içinden sırf kendimize mahsus tarihin adı ‘Türkiye Tarihi’dir. Yani Türkiye Tarihi, Türk Tarihi’nin bir cüz’üdür (c.3/s.19).
Salçuk Hanedanı, adını Salçuk (Salçık) nam zattan alır. Salçuk’un babasının adı Yakak’tır. ‘Yakak’ Türkçe’de ‘ucu ateşli ok’ demektir. Yakak Uygur Hanı’nın subaşısıdır. Ölünce yerine oğlu Salçuk subaşı olmuştur (c.3/s.21).
Tus’dan sonra Nişabur’u da zaptetmiş olan Salçuklular, Horasan’ın merkezi olan Nişabur’u bu sefer payitaht yaptılar (M.1039)… Nihayet Nişabur’da Tuğrul Beğ (995-1063) istiklâlini ilan edip Salçuk tahtına çıktı (c.3/s.27)”. (23 Mayıs 1040 Gazneliler’le olan Dandanakan Savaşı sonrası.)
Yılmaz Öztuna, “Büyük Türkiye Tarihi” isimli eserinde; “XI.asrın ikinci çeyreğine girerken, bütün Oğuzlar’ı Müslüman görüyoruz. Müslümanlar, Müslüman olan Oğuzlar’a ‘Müslüman Türk’ manasına ‘Türkmen’ demişlerdir. Şehir Türkleri’ne gene ‘Oğuz’ denmiştir. Sonradan ‘Oğuz’ kelimesi tamamen bırakılmış, yerleşik Oğuzlar’a ‘Türk’, göçebelikte berdevam olanlarına ‘Türkmen’ denilmiştir ve bu kelimeler Türkiye’de ve Türkiye dışındaki Türk ülkelerinde ve Avrupa’da hâlâ bu manada kullanılmaktadır (c.1/s.364)”.
Selçukoğulları Kınık, Osmanoğulları Kayı boyunun beyleri idiler. En şerefli boy Kayılar, sonra Bayatlar sayılmakta, 24 boy aralarında teşrifat derecesine göre sıralanmaktadır. Şüphesiz İslâm dinini kabulden bir müddet sonra bu teşkilat ve teşrifatın ehemmiyeti kalmamış, hatta ilga edilmiştir. Fakat izleri zamanımıza kadar devam eylemiştir. İran’da saltanat süren Türk imparatorluk hanedanlarından Akkoyunlular Bayındır, Avşarlar Avşar, Kaçarlar Yıva boyundan idiler. Anadolu beyliklerinin en mühimlerinden olan Karamanoğulları Avşar, Candaroğulları Kayı, Dulkadıroğulları Bayat, Ramazanoğulları Yüreğir, Kadı Burhaneddin Salur boyundan idiler. Akkoyunlular gibi Karamanoğulları da kendilerinin açıkça Oğuz Han’ın yani Mete’nin torunu olduklarını ileri sürmüşlerdir. Hanedanın kurucusu Karaman Bey’in kardeşinin adı da Oğuz Bey idi. (c.1/s.369)” demektedir.
Pasinler Savaşı
Malazgirt Savaşı’ndan önce Türk akıncıları Anadolu’ya giriyor, dolaşıyor, keşifler yapıyorlardı. Mesela; 1040’lardan sonra Sultan Tuğrul’un kardeşi Çağrı Bey (Alparslan’ın babası) emrindeki askerlerle Azerbaycan üzerinden gelmiş, Anadolu’da dolaşıp geri dönmüştü.
“Malazgirt Meydan Muharebesi”nden önce 18 Eylül 1048’de yapılan “Pasinler Savaşı” Türkler açısından çok önemlidir. Çünkü bu savaş sayesinde Türkler moral ve motivasyon kazanmışlar; Bizans’ın yenilmez ve korkulacak bir devlet olmadığını görmüşlerdir. Bizans tarafının ise maneviyatları kırıldığı gibi Türk akınlarına karşı koyamayacaklarını anlamışlardır.
Gece yapılan bu savaşla ilgili çeşitli kaynaklarda farklı anlatımlar vardır. Ama sonuçta Selçukluların üstünlüğü ile bitmiştir. Bizans’ın orta cephe komutanı Gürcü Kralı Liparit ve yüzlerce asker esir alınırken çok miktarda ganimet elde edilmiştir. Bu savaşa dair yazarlarımız şunları belirtmektedirler.
Dr.Arslan Tekin “Türk’ün Tarihi” kitabında; “Selçukluların Bizanslılara karşı kazandıkları bu ilk ve büyük Pasinler zaferinden sonra Bizans imparatoru IX.Konstantinos Monomakhos (1042-1055), Tuğrul Bey ile anlaşmaya mecbur oldu. Mervanî Nasruddin aracılığıyla Tuğrul Bey’e zengin hediyeler getiren Bizans elçisi, fidye karşılığında Gürcü kralını kurtarmaya çalışıyordu. Tuğrul Bey, fidye almadan serbest bıraktığı Liparit ile birlikte barış müzakerelerini yapmak üzere, Bizans başşehirine kendi elçisi Şerif Nasrüddin bin İsmail’i gönderdi (1050) (s.287.
Heyetlerin karşılıklı görüşmeleri sonucu; Emevîlerin İstanbul’da yaptırdığı caminin onarılması, Fatımî halifesi adına okunan hutbenin Abbasî halifesi ve Selçuklu Sultanı adına okunması ve caminin mihrabına (Türklerin eskiden beri hükümdarlık alameti olan ve Sultan Tuğrul’un da kullandığı) “ok ve yay” damgasının yerleştirilmesi kabul edilmiştir.
Y.Öztuna; “Sünni İslâm dünyası büyük bir kriz içindeydi. Kahire’deki Şii Fatımî halifesinin taraftarları İslâm dünyasını kaplamıştı. Selçuklular gelinceye kadar Batı, hatta Orta İran ve Irak, Şii bir İranlı hanedan olan Büveyhiler’in elindeydi. Abbasi halifesi, Türk kumandanlardan sonra bu Büveyhiler’in elinde oyuncak, adeta esirdi.
İşte Tuğrul Bey, İslâm dünyasını bu acıklı şartlardan kurtardı ve yeryüzündeki bütün Sünni Müslümanlar’ın en samimi hürmet ve muhabbetini kazandı.
Halife Kaaim, Bağdad’da hutbe’nin Tuğrul Bey adına okutulmasını emretti: 15 Aralık 1055 Cuma. Türk ve İslâm tarihinde en mühim hadiselerden biridir. Bu suretle Halife, dünyevi saltanattan feragat ediyor, ruhani lider olmakla iktifa eyliyor, cismani hükümdar olarak Büyük Türk Hakanı’nı tanıyor, bunu hutbede kendi adıyla beraber Türk Sultanı’nın adını da zikrettirmek suretiyle hukuken teyit ettiriyor demekti. …Halife, 4 ay sonra Çağrı Bey’in kızı Hadice Arslan Hatun’la evlendi ve Hakan’ın damadı oldu.
Tuğrul Bey, Halife’nin kızı Seyyide Hatun’la evlenmek istedi. Ölümünden az önce Halife’nin kızı ile evlenen… Rey’e gitmek üzere Bağdad’dan ayrıldı (c.3/s.387-388-389).
Dr.Tekin; “Tuğrul Bey …Bağdat’a gelişinde büyük bir törenle karşılandı. El Kaim Bi-emrillah, Tuğrul Bey’e sancaklar, hil’atlar tevcih etti. Tac giydirdi ve altın kılıç kuşatarak onu “Doğunun ve Batının hükümdarı” ilan etti (25 Ocak 1058) (s.287).”
Artık Abbaslıların hükümeti yalnız Bağdad şehrine münhasır kalmıştı. İbn-i Haldun’un tabirince, kafesinde bir papağan olan Halife, Bağdad’da bir Türk kumandanı olan Buğa ne derse onu tekrar ederdi (c.3/s.29).
Tuğrul Bey, Rey’e dönerken şehzade Kutalmış ile İbrahim Yınal’a, ordularını birleştirmelerini ve Bizans topraklarını taramalarını emretmesi, onun Anadolu’yu fethetme düşüncesinde olduğunu göstermektedir.