Kendimizi “Türk Milleti”nin bir parçası sayıyor, bu millete mensubiyet ve aidiyet duyuyorsak; tarihimizi bilmek ve çocuklarımıza öğretmek zorundayız. Tarih, kenara atılacak bir bilim dalı değildir; geleceğe ışık tutar.
Devletimiz; geçmişi ve geçmişte yaşananları, devlet aklını ve hafızasını iyi bilenler ve kullanabilme kapasitesi olanlar tarafından yönetilmeli ya da yönlendirilmelidir. Bu husus dış politikada, özellikle kamu diplomasisinde çok önemlidir ve başarı ancak böyle sağlanır. “Tarih tekerrürden ibaret” denilse de tarih bilmek geçmişteki yanlışları tekrar etmemizi ve hataları önler.
Tarih konusuna, özellikle üst yöneticilerimiz özel önem vermeliler. Hiç değilse yanlarına aldıkları danışmanlar, uzmanlar ve yardımcılar, tarihimizden haberdar kişilerden oluşmalıdırlar. Bu kişiler, sadece Türk tarihini değil dünya tarihini de iyi bilmelidirler.
Tarih öğretimi
Maalesef! Tarihimizi öğretmiyoruz, öğretemiyoruz. Tarih deyince akla Osmanlı geliyor; Osmanlı’nın da sadece zaferleri anlatılıyor. Mesela son 300-200 yıllık dönemden pek bahsedilmiyor.
Tarih öğretimine -genel eğitimi de düşünebilirsiniz- sanki maksatlı bir el dokunuyor gibi!.. Neden böyle düşünüyorum? Çünkü birbirinin devamı olan Osmanlı ile Cumhuriyet çatıştırılıyor, millet kamplara bölünüyor, birileri de buradan parsa toplamaya çalışıyor.
Prof. Dr. İlber Ortaylı’nın: “Cahil, geri kafalı, gelişmemiş beyin, dışarıdan empoze laflarla konuşanlar” dediği gibi, sağdan veya soldan olsun bazı kesimler Türk’e yabancı hale getiriliyor. Oysa tarihimize bir bütün olarak bakmalı ve geçmişe / çağlar öncesine ne kadar gidilebilirsek gitmeliyiz. Türk tarihini (Osmanlı dahil) farklı kaynaklardan biraz derinlemesine okuyun, araştırın, inceleyin gururlanacak bir geçmişimizin olduğunu göreceksiniz.
Tarihi yapmışız ama maalesef yazmamışız. Kendi tarihimizi başka milletlerin tarihinden ve yazdıklarından çıkarıyoruz. Mesela Çinliler yazmasıydı; biz kendimizi tanıyamayacaktık.
Türkler, tarih sahnesine çıktıklarından itibaren dünyanın her yerine gitmişler, topraklar almışlar, devletler kurmuşlardır; maalesef birbirleri ile de savaşmışlardır.
Yılmaz Öztuna (Büyük Türkiye Tarihi): “Türklerde cihangirlik vasfı, bir inanç olarak teşekkül etmiş, hâkim kavim olma imtiyazı kesin şekilde yerleşmiştir. …Dünyaya hükmetmek için yaratıldıkları hakkındaki kanaatleri samimi idi.” demektedir.
16 devlet meselesi
Bugün T.C. Cumhurbaşkanlığı forsunda tarihte kurulmuş onaltı devletten bahsedilmektedir. Bu devletlerin tespiti ve bayrakları tartışmalıdır. Tarihte bırakın onlarca devlet kurmayı; yüzlerce devlet, kağanlık, hanlık, beylik kurmuşuz. Aslında “Türk” ismiyle kurulan birkaç devletimiz hariç hep hanedan isimleri ile anılagelmişlerdir. Bazı tarihçilerimizin de belirttiği gibi devletimiz tektir, sadece hangi hanedan başa geçmişse onun ismini almıştır.
Prof. Dr. Ahmet Bican Ercilasun (Tarihe nasıl bakmalıyız? 22/09/2019, Yeniçağ) diyor ki: “Hiçbir millet tarihinden kaçamaz, geçmişini inkâr edemez. Geçmişte yaşananlar, iyisiyle kötüsüyle bir milletin tarihini oluşturur. Bu, biz Türkler için de böyledir.
Geçmişte Türk boyları, çeşitli Türk grupları farklı hanedanlar oluşturmuş, farklı devletler kurmuş ve birbirlerine girmiş olabilirler. Bunların hepsinin Türk olduğunu ve dolayısıyla her birinin ayrı ayrı yaşadıklarının da bizim tarihimizi oluşturduğunu unutmamak gerekir.
…Yani bugün Gence’de, Tebriz’de, Erzurum’da, Musul’da oturan Türklerin 15.yüzyıldaki ataları aynı devletin (Karakoyunlu ve Akkoyunlu) uyruğunda idiler.
Timur da, Yıldırım da, Yavuz da, Şah İsmail de bizimdir. Birine sahip çıkıp diğerini inkâr edemeyiz. Osmanlı da, Karamanlı da, Akkoyunlu da, Safevi de, Temürlü de bizimdir, bizim tarihimizdir.
…Çünkü bu Türk boylarını yüzyıllarca, hatta bir kısmını 20.yüzyılın başlarına kadar Çengizoğulları yönetmiştir. Şiban Han, Gazi Giray Han, Canıbek Han, Abılay Han… Bunların hepsi de Çengizoğullarındandı. Şecere-i Türk ve Şecere-i Terâkime’yi yazan Ebulgazi Bahadır Han da bir Çengizoğlu idi. Oğuzname, İlhanlı veziri Reşidedin'in Câmiü’t-Tevârîh adlı dünya tarihinde yer aldığı içindir ki bir kutsal metin gibi bütün Oğuz dünyasına yayılmış ve benimsenmiştir.
Oğuznameler, Moğollar ile Türkleri birbirinden ayırmaz, Moğolları da Oğuz Han soyundan kabul ederdi. İlk Osmanlı tarihleri de Çengiz’e olumlu bakarlardı. Aslı ne olursa olsun Çengiz Han, bütün Türk ve Moğolları içine alan büyük bir imparatorluk kurmuştu. Ordusunun, ahalisinin en az % 70’ini Türkler oluşturuyordu. Bürokrasi de büyük ölçüde Uygur Türklerinden oluşmaktaydı. Çengiz’den sonra ortaya çıkan Altınordu, Çağatay ve onların parçalanmasıyla ortaya çıkan çeşitli hanlıklar, Temürlüler dönemi hariç hep Çengizoğulları tarafından yönetilmiştir…
Tarihteki olaylara bugünün gözüyle, bugünün anlayışıyla da bakmamak gerekir…
Aslında Türkler, Sakalardan ve Hunlardan bugünkü cumhuriyetlere ulaşan muhteşem bir tarihe sahiptirler.”
Günümüz bazı tarihçileri, Moğolları Türk tarihinin dışında göstermeye çalışsa da Moğollar en yakın akrabalarımızdır.
Adlandırmalar
Yine Ercilasun Hoca “Türk sözünün anlamları” başlıklı yazısında (17/03/2019, Yeniçağ): “2010'da Bişkek’te basılan Kırgız Tilinin Sözdügü’nde de Türktör (Türkler) sözüne geniş anlam verilmiştir: Dilleri bakımından köktaş olan, içine Tatarlar, Azerbaycanlar, Özbekler, Kazaklar, Kırgızlar, Başkurtlar, Türkmenler, Yakutlar, Karakalpaklar, Türkler vb. giren halkların büyük grubu.
…Ancak onların da üst kimliklerinin Türk olduğunu ilmî ve tarihî delilleri ortaya koyarak yumuşak bir üslupla anlatmamız gerekir.
…Türk derken bu sözü geniş anlamda kullandığımızı (bizim sözlüğümüzde böyle bir geniş anlamın var olduğunu), dolayısıyla onları Türkiye Türklerinin bir kolu olarak düşünmediğimizi samimiyetle anlatmalıyız.
Şöyle de diyebiliriz: Biz, kendilerine Türk veya dillerine Türk tili = Türkçe = Türkî diyen Ali Şir Nevayi, Kâşgarlı Mahmud, Yusuf Has Hâcib, Bilge Kağan gibi tarihin büyük isimlerini sizlerden alıp sadece Türkiye Türklerine mal etmek istemiyoruz.”
Prof. Dr. Faruk Sümer’in “Oğuzlar (Türkmenler) / Tarihleri-Boy Teşkilatı-Destanları” adlı eseri okunmaya değer bir eserdir.
“Eski Türk yazıtlarında; Gök-Türk Kağanlığı’ndaki Oğuzlar ile Gök-Türkler arasında ayrım yapılmadığı ve hatta kağanlığın temelini Oğuzların teşkil ettiği görülüyor. Gök-Türk Devleti, Aşina adlı eski bir Türk hükümdar ailesi tarafından etraftaki Türk kütlelerin boylar birliği yani Oğuz haline getirilmesiyle kurulmuştur. Çin kaynaklarına göre VI-VII. yüzyıl Gök-Türk kütlesi doğrudan Oğuz kütlesinden gelmiştir. Bayırku, Bugu, Tongra, Sıkar, Hun gibi Dokuz Oğuz boyları, Gök-Türkleri meydana getiren topluluklardan başkası değildir. Oğuz adı, etnik bir ad olmayıp siyasî mahiyetlidir ve ‘boylar birliği’ demektir.
Bu vesileyle bir hususu belirtmeliyim: Son yıllarda Azerbaycan ve Türkiye kastedilerek “Bir millet iki devlet” sloganı üretilmiştir. Olaya “Türk Birliği” açısından bakarsak, ileride sıkıntıya sebep olabilecek yanlış bir slogan olarak görüyorum. Diğer Türk ve akraba devletler de düşünülerek yeniden değerlendirilmelidir.
Haftaya devam…