6 Şubat 2023 saat:13.24’de meydana gelen 7,6 şiddetindeki “Elbistan Depremi”nde, enkazda kalan Güldane ablamı ve birçok tanıdığı kaybettik. Anam 10 doğum yapmış ama 5 kardeştik; diğerleri doğumda ya da küçükken ölmüşler. Kardeşlerim; 1941 doğumlu ağabeyim İsmet, 11/03/1943 doğumlu ablam Güldane, 06/12/1946 doğumlu ablam Leman (25/05/1975’de vefat etti), 17/01/1953 doğumlu ben ve 9/08/1955 doğumlu Mustafa.
Ablam, ilkokul mezunuydu; çalışkan ve başarılı bir öğrenciymiş ama -o günün şartları- okutulmayıp 16 yaşındayken 1959 yılında “Hırfanoğulları” diye bilinen aileye gelin gitti.
Leman ablamın aksine Güldane ablam konuşmayı çok severdi. Anıları çoktu ve geçmişte yaşananları daha iyi hatırlıyordu. Özellikle sülalemizle ilgili anıların birçoğunu, ondan öğrenip yazmıştım.
Nenem (babaannem) Fadime, Elbistan’ın en yakın köyü Karaelbistan’lıydı. Orak ve harman zamanı geldiğinde, “kardeşim Durdu’ya yardımım olur” diye nenemin isteğiyle 3-4 ay köye göçerdik. “Karaelbistan Höyüğü”nün üzerindeki okul binasında kalırdık.
Nenem, dedem Hacı Ali 18/03/1916 tarihinde Irak Cephesi’nde Bağdat’ta şehit olduğundan 28 yaşında dul kalmış. Ben 4 yaşındayken 68 yaşında vefat etmişti. Cenazesiyle ilgili sadece akşam üzeri dışarıda su ısıtıldığını hatırlıyorum. Ablam, çoğu zaman babaannemle birlikte bulunduğundan ve çok yakın diyalogları olduğundan, birçok anı biriktirmişti.
Mesela; bunlardan en ilginci, 1956 yazında köyde yaşadığıdır ve tahminim ilk defa “ölüm gerçeği”yle karşılaşmıştır: Bir yaşındaki kardeşimle ben hasta olunca, babamla annem Elbistan’a doktora götürmüşler. Evde, nenemle 13 yaşındaki ablam baş başa kalmışlar. Saat 10.00-11.00 gibi ablam odayı süpürmek istemiş. Nenem: “Evi süpürmene gerek yok, gel yanıma otur, sana anlatacaklarım var; şu bohçayı da getir” demiş. Bohçadan çıkardığı beyaz bir bez parçasını yırtarak dilimlere ayırmış ve ablama; “Birazdan ben ölecem, sakın korkma. Eğer kimse gelmeden ölürsem; şu yırttığım bezin biriyle çenemi şu şekilde bağla, şu bezle de ayaklarımın iki baş parmağını birbirine bağla…” diye anlatmış. Sonra da “Haydi harman yerinden Durdu dayını çağır, bana Kur’an okusun” demiş. Ablam höyükten koşarak harman yerine inerken komşu yaşlı kadın görmüş; “Güldane, n’oldu? Niye koşuyon?” diye sormuş. Ablam “Nenem öleceğim diyor, dayımı çağırmaya gidiyom” deyince, kadın hızla nenemin yanına gidiyor. Biraz sonra Durdu dayım da geliyor ve “Bacı n’oldu?” diyor. Nenem; “Kardaşım birazdan ben ölecem, bana kur’an oku” diyor. Dayım: “Ne ölmesi?” dese de biraz Kur’an okuyor ve “Ben harmanı karıştırıp geleyim” diye odadan çıkıyor. Dayım gittikten az sonra ruhunu teslim ediyor.
Ablam, her konuşmamızda “Çok ölümle karşılaştım; cenaze başında bulundum. Herhalde bende etkisi kaldı, son zamanları her şeyden ve yalnızlıktan korkuyorum” derdi. Gördükleri, bildikleri, duydukları, yaşadıkları birçok dert, sıkıntı, problemin yanında, gerçekten de zamanlı-zamansız birçok ölüme şahit oldu. Babasının, anasının, kayınbabasının, kayınbabasının anasının ve kaynanasının başında bulundu; onlar yaşlıydılar ama genç yaşta kaybettiği en yakınlarının acısını da yaşadı.
Mesela; kız kardeşi Leman’ı 25/05/1975’de 28 yaşında, kayınbiraderi Hırfan Mehmet’i (Elazığ’da Veteriner Fakültesi 4.sınıfta okurken) 06/11/1976’da 27 yaşında, eşi Behzat’ı (dükkan önünde otururken sepetli bir motosikletin virajı dönemeyip hızla gelip çarpması sonucu) 21/07/1983’de 40 yaşında, gelini Nuray’ı 13/01/1996’da 27 yaşında kaybetti. Bunlar, yakın akrabalar hariç aile içinde yaşanan çok acı ölümlerdi…
Elbistan’a gittiğimde hep yanında kalırdım. Evde -ben olduğum halde- çelik kapının bütün anahtarlarını kilitlediği gibi zincirini de geçirirdi. “Üst kattasın, kilitleme, zinciri de takma; Allah göstermesin sana bir şey olsa, nasıl eve girecekler?” derdim ama aynısını yapardı.
Yavaş yavaş panik atak, takıntı ve unutkanlıklar başlamıştı. Yaşı seksen olmuştu ve nedense kendisini bırakmıştı. Belki de yaşadıkları onu hayattan soğutmuştu. Günlerini namaz kılarak, sürekli Kur’an okuyarak geçiriyordu.
Genellikle her Cuma arar, konuşurdum. Son zamanları; “Yaşar, bu sene ben iyi değilim: Hastayım, dermansızım, devamlı yatıyom. Ellaham ölücüm” diyordu ve her aradığımda aynı sözleri tekrarlıyordu.
Kasım ayında Ankara’ya gelmiş, doktorlara görünmüştü. Elbistan’a dönerken yanında gitmeyi düşünmüştüm ama işlerim sebebiyle “daha sonra gelirim” diye söz vermiştim. Mart ayı içinde Elbistan’a gitmeyi düşünüyordum. Kendisinde kaldığımdan sohbet etme imkânımız oluyordu. Eğer gidebilmiş olsaydım; soracağım sorularla nenemin hayatını yazmayı düşünüyordum.
6 Şubat 2023’de saat:04.30 gibi mesajla uyandım. Kahramanmaraş’ta deprem olduğunu öğrendim ve hemen televizyonu açtım. Merkez üssü Pazarcık olan depremle ilgili İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun: “4.seviye alarm ortaya koyduk. Bu, uluslararası yardımı da içeren bir alarmdır” açıklamasını duyunca, içimden “eyvah, demek ki bu çok büyük bir deprem” dedim. Çünkü -bildiğim kadarıyla- Türkiye ilk defa dünyadan yardım istiyordu. Sabaha kadar televizyon başında oldum.
Saat 08.00’e yakın ablamı aradım ve “apartmandaki şoförün, komşuları toplayarak minibüsle gece kapalı bir çay bahçesine götürdüğünü, sabaha kadar orada oturduklarını, şimdi eve geldiklerini, iyi olduklarını…” öğrendim. Biraz yatayım dedim ama telefonlar susmadı, uyuyamadan tekrar kalktım ve televizyon seyretmeye başladım. Zaman zaman Elbistan’dan telefonla bilgiler alıyordum.
Öğleyin 13.24’de “Elbistan’da 7,6 şiddetinde deprem oldu” haberi üzerine ben ve hanım defalarca aradık ama ulaşamadık. Başka evde oturan yeğenimle görüştüm: “kendilerinin iyi olduklarını, annesinden henüz haberi olmadığını” öğrendim, görüşürken aynı şiddette bir artçı deprem oldu ve telefon kesildi.
Daha sonra ablamın oturduğu giriş dahil 4 katlı binanın yıkıldığını öğrendik. Annesinin evine giden yeğenim, "evin yıkıldığını, seslendiğini ama cevap alamadığını" bildirdi: “Herkes enkazın başında ama hiçbir şey yapamıyoruz” dedi. Kurtarma çalışması ertesi günü öğleyin başlayabildi; o gün bulamadılar. Çarşamba günü 11.00-11.30 sıralarında cenazelerine ulaşabildiler. Yeğenlerim, Elbistan’daki durumu anlatarak “gelmemi” istemediklerinden, cenazesine katılamadım. Kendileri de cenazeyi defnettikten sonra Ankara’ya döndüler.
Bu felaketi yerinde göremedim; sadece kurtarma, gıda ve giyecek yardımı görüntülerini televizyonlardan seyretmek durumunda kaldım.
“Allah’tan geldi” deyip teselli buluyoruz ama bu depremin şokunu/ travmasını atlatmak zor olacak. Mesela; “17 Ağustos 1999 Marmara Depremi”nin etkilediği illere/ilçelere yardım götürdüğümüzde gördüğüm korkunç manzarayı 23 sene geçmesine rağmen hâlâ unutamadım. Çocukluktan beri farklı şehirlerde depreme yakalandım; ancak Afyon merkezde bir otelde yakalandığımız 6,6 şiddetindeki “Sultandağı Depremi”ni unutamadım.
Sonuçta hepimiz öleceğiz; kaçış yok. Ablam da “elleham ölücüm” diye diye böyle bir ölüme yakalandı ve aktaracağı daha birçok anısıyla birlikte bu dünyadan göçüp gitti.
Depremde ölen tüm vatandaşlarımıza, Allah rahmet eylesin: Mekanları cennet olsun.