Atatürk Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi tarafından 2007 yılında bastırılan Dr. Tahsin PARLAK’ın “Tûr-An Yolunda ARAL’IN SIRLARI” adlı kitaptan alıntılar yaparak yazımıza devam edelim.
“714’lü yıllarda Horasan Valisi Kuteybe İbn Müslim askerleri ile İsficab’a gelmiştir. Türkeşler zamanında Araplarla birçok çarpışma vuku bulmuştur.
X. asır alimi İbn Hakval’a göre, İslâmiyetin Türkler arasında yayılışı Sır-ı Derya’nın orta bölgelerinde; Farab, Kenji ve Şaş şehirlerinde VIII. asırda başlamıştır. Yeni din daha çok Ak-Kurganlarda yaşayan yerleşik halklar arasında tutulmuştur. Karahanlılar İslâmiyeti devlet dini olarak kabul etmişlerdir. Fakat bu dönemde İslâmiyet’i kâr kazanma, yaşama aracı olarak kullananlar çoktur. Bu duruma Ahmet Yesevi’nin hikmetlerinde de rastlayabiliriz.
O dönem, toplumda bir sürü kötü şeyler de ortaya çıkmaya başlıyor. Türkçe tehlikeye girdiği gibi, gizli bir Arap milliyetçiliği ile yer/su adları değiştirilip, medreselerde yetiştirilen hocalara kendilerinin Arap kökünden geldiği aşılanarak toplum içerisine salınıyordu. Bu durumda kurtarıcı olarak ortaya mutasavvıflar çıktı. (M.Kocayev, Aslanbab Türbesi, Çimkent 1996) Türk dünyasının ilk Mutasavvıfı Aslanbab’dır.
Halk arasında şöyle bir efsane vardır: Ahmet Yesevi’nin türbesi yapılırken duvarları bittiği gece yeşil öküzler gelip duvarları boynuzlarıyla yıkıyorlardı. Duvarlar yapılıp bittiği gün aynı olay tekrar edilmektedir. Bu durum Timurlenk’i düşündürür. Rüyasında bir kişi: “İlk önce Yesevi’nin hocası Aslanbab’ın türbesini yap.” der. Timur, Aslanbab’ın türbesini bitirdikten sonra Ahmet Yesevi’nin türbesini bitirebilir.
Ahmet Yesevi müzesinde bulunan elyazmada şöyle ilginç bir olay geçmektedir: Aslanbab öldükten sonra onun türbesine iki kuş konmuş, birisi Laçin, ikincisi karga imiş. Bu hikâye bize Şamanizm’in kalıntılarını göstermektedir. (Eskiden Türkler bu kuşları kutsal sayıyorlardı.) Örneğin; eskiden Aşina soyunu düşmanlar yok ederler. O zaman sadece tek bir çocuk esen kalır. Çocuğu kurt emzirip, karga ise etle besler.
Kazakların kargayı kutsal kuş olarak saydıkları hakkında eserler az değildir. Yakut şamanlarının en güçlü piri de kargadır. Eski Türk kabilelerinin kutsal kuşlarından biri de Laçin idi. Aslanbab Türbesi, eski inançları ve eski sanatı bir araya getiren bir Ata yadigârıdır.
İran ve Doğu Roma’nın zayıflamasından istifade eden Gürcüler, Pasinler’e ve bu arada Avnik’e sahip olmuşlardı. Dokuzuncu ve Onuncu asırlarda Oğuz Türkleri Pasinler’e geldiği zaman Gürcülerle karşılaşırlar. Türk muhacirlerinin reislerinden biri olan Yağan Bey (diğer adı Özbek); aynı zamanda Müslüman olan Gürcü Prens Mihail’den Avnik’i bin kırk dirheme satın alarak, zamanla yaptırdığı cami ve türbeye vakfetmiştir. Şimdiki Avnik’e çok yakın olan Yağan Köyü’ndeki Yağan Paşa Vakfiyesi’nde de zikredildiğine göre Avnik’i ilk kuran kişi Sasaniler’den Nuşirevan’dır.
Baba Ata’yla ilgili yöredeki efsanelere göre: Baba Ata, Karadağ’da yaşayan Kumar Ata’nın tek oğlu olarak geçer. VIII. asırda Arap askerlerinin komutanı Abdicelal, 32 bin askeri ile Karadağ’ın Keriskeyin’den ordusuyla geçerken Kumar Ata’yla karşılaşır. Yapılan savaşta Arap komutan ağır yaralanır. Onun yerine Suriye’deki bir şehrin hükümdarı olan ağabeyi “Iskak Baba” geçer. İskak Baba İslâmiyet’i Kumar Ata’ya savaşla anlatamayacağını anlayınca, barış yollarını dener ve vaazlar yoluyla ona İslâmiyet’i kabul ettirir. Böylece yerleşik halkın hükümdarı Kumar Ata’yı kendine çekerek dost olur. Onun saygısını kazanır. Kumar Ata’nın oğlu Baba Tukti Şaştı Aziz (Uzun saçlı Aziz)’i kendine şakirt yaparak ondan faydalanır. Yöre halkı kendinden İslâmiyet’in gücünü ve kerâmetini göstermesini ister. Ateş çemberine alınan Baba Tukti Şaştı Aziz ateşten sağ salim çıkar. O zaman halk ona inanır, güvenir ve Müslüman olur. Şaştı Aziz Evliya hakkında Türk Dünyası destanlarında da bilgilere rastlanmaktadır.
Önceleri Hıristiyan dinine giren Karapapaklar’ın doğu kolu olan “Kasak / Gez-Ak / Kazak” kesimindeki “Kazaklar”ın, Aran ülkesi hâkimi Gence Şedadlıları Emirliğine (951-1088) tabi iken Müslüman olduklarını Fahrettin Kırzıoğlu Hocamız şu şekilde anlatmaktadır: Onlar geçmiş asırlardan miras kalan efsanelerden bazı fikirler ediniyorlar. Onlardan biri “Begim Ana Efsanesi” olup sadeliğin, sadıklığın simgesi olan Begim adlı Oğuz kızı hakkında anlatılanlardır.
Kengü-tarban vahası, Farabi doğduğu devirde, Müslüman Türk illerinin son serhaddi idi ve Gayr-i Müslim Türkler mükerreren sahayı ele geçirmişlerdi. Neticede Orta Asya’dan gelen Çinli ve Hintli din adamları Nesturi Hıristiyanları, pek çok Türk’ün bu dini tanımasına ve bazılarının da benimsemesine yol açmışlardır.
Türkler, kültür seviyesi yüksek olan bu Maveraünnehir bölgesini etkileyen bu dinlerden hiç birisini kitlesel olarak kabul etmemişlerdir. Tarihi vesikalara göre din meselesinde çok hoşgörülü olan Uygurlar arasında Gök-Tanrı inancının yanı sıra Maniheizm, Budizm ve Hıristiyanlık da yayılma imkânı bulmuştur.
Bu dönemde Güney Kazakistan ile Orta Asya’yı Araplar ele geçirmeye başlarlar. Araplar, Maveraünnehir’i ele geçirdikten sonra Talas ile Sirderya’nın orta kısmındaki bölgelere doğru hareket ederler. Araplar bu bölgeleri kanuni olarak bağımlı yaptıysa da, bu bölgelerdeki Türk kavimlerinin isyanını durduramamışlardır. 737-739’lu yıllarda Samarkand, Şaştı ve Farab’taki Araplara karşı isyanlar olmuştur.
Neticede Güney Kazakistan’daki ve Maveraünnehir’deki Karahanlılar, 1141 yılına kadar Selçuklulara bağımlı idiler. Kazakistan topraklarında en uzun süreli yaşamış (184 yıl) devlet olan Karluk Kağanlığı döneminde (775-785 yılları) bu diyarda yaşayan topluluklar, İslâm Dini’ne girip, eski Runik ve Soğd yazılarını bırakarak Arap yazısına geçmişlerdir.
Kıpçak Türkçesi ile Oğuz Türkçesi arasındaki sekiz harfin yer değiştirmesini göz önüne aldığımızda, Kıpçak Türkçesi’ndeki SAM, Oğuz Türkçesi’nde ŞAM olarak geçmektedir. …sırası ile karşımıza Azerbaycan’daki ŞAM-AK-İ, Oltu’da ŞAMKİ, Suriye’de ŞAM olarak çıkmaktadır.
Nuh döneminden sonra başlayan ve Oğuzname’lerde Şamsoldizin olarak geçen SAM-AK-İ EVREN / ŞAM-AK-İ EVREN teşkilatı, Oğuz Dönemi’nde AK-KURGANLAR’da gelişen AK-İ EVREN teşkilatı ile Osmanlı’yı 600 sene ayakta tutan AH-İ EVREN teşkilatı arasındaki bağı ve ilişkileri iyi kurmak gerekmektedir.”
Haftaya devam…