Atatürk Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi tarafından 2007 yılında bastırılan Dr. Tahsin PARLAK’ın “Tûr-An Yolunda ARAL’IN SIRLARI” adlı kitaptan alıntılar yaparak yazımıza devam edelim.
“Türk hükümdarların meskenleri gibi, türbeleri de bazen otağ şeklinde bazen de çatılı Çin köşkü gibi idi. Bu kubbeli veya kümbetli türbeler İç Asya göçebe geleneğini oluşturmaktadır. Daha ziyade “Kiyüz evler” (keçe çadır evler) örnek alınarak yapılmıştır.
Karateren Köyü’nün batısına doğru 3 km uzaklıkta, gölün kuruyan tabanında sütun başlığı ve balıkçı ağı malzemesi bulunmuştur. Bu sütun başlığına büyükçe bir koçboynuzu nakışı oyulmuş ve ortasına geometrik çizgiler kazınmıştır.
2000-2001 yılları arasında Korkut Ata Üniversitesi Arkeoloji bölümünden Dr. Mamiyev Tanrıbergen başkanlığında yapılan arkeolojik kazılarda, Aral gölünün kuruyan tabanında, eski göl seviyesinden 25 m derinliğinde, Kerderi şehir 5.katmanında Bizans sütunlarını andıran sütun başlıkları çıkmıştır. Bu da bölgenin daha önceki devirlerden beri Bizans’la Türk kültürünün kültürel ilişkisini göstermektedir.
Kerderi Türbesi, XI-XII. Asırlardaki İslamî mimari özelliklerini taşımaktadır.
Mühri Süleyman (Süleyman’ın altı yıldızı) diye adlandırılan İslamî süsleme tarzı sık kullanılmıştır. Simetrik köşelerin ortasında gül yaprakları ve goncası yerleştirilip bunlara altı köşeli yıldız işlenmiştir. Bu bitkisel - geometrik nakıştan, Türkistan’ın ve bu bağlamda Kazakistan’ın mimari yapılarını süslemede büyük ölçüde faydalanıldığı görülmektedir.
Bu sanatın Türkler elinde düzenli ve sürekli gelişmesinin sebebi, sağlam ve geleneksel hale dönüştürülmüş motifler ile düğüm tekniğine sahip olma özelliğidir.
Bilinen en eski halı, Türklerin yaşadığı bir bölge olan Sibirya’da Altaylar’ın eteklerinde Pazırık kurganlarının beşincisinde bulunmuştur. Türk düğümü ile yapılmış olan bu halının Asya hanlarına ait olduğu ve M.Ö. 3-2. yüzyıllara tarihlendirildiği kabul edilmektedir.
M.Ö. 2000’lerde Bozkır kuşağının en büyük ve karakteristik göçebeleri, Aral Bölgesi’ndeki Türk kavimleridir. Şu halde düğümlü halıların tarihi sıkı sıkıya bu bölgeye bağlıdır. Muhtemelen bu tekniği icat eden ve geliştirerek batıya tanıtan bu bölgede yaşayan Türklerdir.
Bunun için halı sanatını, dünya medeniyetine, Türklerin Aral bölgesinden bir hediyesi olduğunu söylemek fazla abartılı olmasa gerek.
Eski Türklerde halı yere serilmek için yapılmazdı. Halı Kiyüz evlerin (keçeden yapılmış topak ev) iç kaburga kısmına asılırdı. Böylece süs unsuru olarak kullanıldığı gibi, soğuktan da korurdu.
Yağ kuyruklu koyunların M.Ö. 6000 senelerinde Türkistan’da yetiştirildiği bilinmektedir.
Meşhur zooteknik bilgini Ademetz’e göre; Hazar Denizi ile Aral Gölü arasındaki steplerde yabani olarak yaşamakta olan ve Türkler tarafından en önce evcilleştirildiği söylenen Ovis Vignei çeşidinden intikal suretiyle Macarlar’ın Raczka (Raçak) veya Zackel (Çakel) dedikleri koyunlar meydana gelmiş ve bunlardan da yine intikal suretiyle yağsız uzun kuyruklu Karakaya ve Kıvırcık koyunlar meydana gelmiştir.
Türklerin göç etmesinden 500 sene evvel yapağı koyunları doğuda ve küçük Asya’nın kuzeyinde bulunuyorlardı. Yün elde etmek için koyunlar yılda iki defa ilkbahar ve güzde kırkılır. Moğolistan’daki Kazaklar ise koyunu yılda bir defa kırkmaktadırlar.
Keçe çadır, çabuk sökülüp çabuk kurulduğundan göçebe hayatı için elverişli idi. Keçe çadırı yerde tutan en önemli parça tavan direğidir. (Kazakça “şanırak”) Kazaklarda bir şanırak bir aile demektir ve şanırak yıkıldığında bu, ailenin reisi öldüğü anlamına gelirdi.
Ya da Kazak örfünde misafir, bulunduğu evin tavanına bakmaz, kasten bakarsa o evin sahibi ile kavga etmeye meyilli olduğunu ifade eder.
Ak-Kurgan’ı bütün kurganların yönetim merkezi olarak düşündüğümüzde, karşımıza hemen Türklerde “Ak-Kuğu” efsanesi ve aile birliği, sadakat ve samimiyetin temsilcisi “Ak-Kuğu” gelmektedir. Hun kurganlarında çıkan kuğu resimleri ve ağaç oymaları, günümüz Kazakistan’ında bütün orijinalliğiyle, düğün yapan her genç kızın sandığını, nişan yüzüğünü ve en önemlisi düğün esnasında gelin ve güveyinin arkasına mehir karşılığı asılan halının süsünü oluşturur.
Sakalardan bize kalmış olan sınırlı sayıdaki arkeolojik eserler arasındaki “Altın Adam” heykeli dönemin sanat anlayışını ve söz konusu medeniyetin düzeyini açıkça göstermektedir.
Türk folklorunda en uğurlu at, beyaz at sayılmaktadır. Kuyruklu atlar iyi değerlendiriliyordu. “Atı kuyruklu olanın sözü buyruklu olur.” denilmektedir. …at Türk’ün hayatı, kültürü ve kaderi olmuştur.
Bunun sebebi ise eski çağlardan beri Türkler arasında yaygınlaşan yas gelenekleri arasında arayabiliriz. Bu göçebe topluluklarda ölünün bindiği atın kuyruğunu kesmek veya bağlamak değişmez bir yas geleneği olmuştur.
Yüzyıllar boyunca atın kuyruğunu yas işareti olarak kesmeye Türk toplulukları arasında bilhassa Kazaklarda “Tullamak” yani dul yapmak denir. Kırgızlarda ise tuldamak yas ve matem tutmak anlamını taşır.
Anlatılanlara göre Türklerde cins at öldükten sonra törenle toprağa verilmektedir. Bunu arkeolojik kazılarda ortaya çıkan at mezarları açıkça göstermektedir.
Aral Bölgesi’ndeki medeniyetlerin başında Kengeres Kültürü yatmaktadır.
Netice olarak; Turan Adem Atadan başlıyarak Sakalara, Hunlara dayanan ve yüz yıllar boyu devam eden Türk topluluğunun sanat ve kültürünü muhafaza etmesi ve geliştirerek günümüze kadar ulaştırması eşine ender rastlanan bir hadisedir.”
Haftaya devam…