Geçenlerde televizyonda bir belgesel izledim, Aral Gölü’nü anlatıyordu. Yok olmaya doğru giden bir göl. Üzüldüm. Neden derseniz? Aral Gölü, Orta Asya Türk Tarihi ve geçmişimiz açısından çok önemli de ondan...
Belgeseli seyrettikten sonra, kitaplığımda bulunan Atatürk Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi tarafından 2007 yılında bastırılan Dr.Tahsin PARLAK’ın “Tûr-An Yolunda ARAL’IN SIRLARI” adlı kitabı yeniden gözden geçirdim. Bu kitapta Aral ve çevresi ve buralarda yaşamış Türkler’le ilgili o kadar yararlanılacak hususlar var ki… Herkesin bu kitabı bularak gözden geçirmesini tavsiye ederim.
Bu haftadan itibaren kitaptan alıntılar yaparak; Türü-İlk’ler (Ön Türkler), Turan, Tufan Olayı, insanların dünyaya yayılışı, kültürümüz ve sanatımız, kaya resimleri, tamgalar vb. konularda bilgiler aktarmaya çalışacağım.
“Her yaratılan canlının yaşamını sürdürdüğü doğal ortama habitat ismi verilmektedir. Habitat; birbirini sıkıca saran atmosfer (hava küre), biosfer (canlı küre), litosfer (taş küre) ve hidrosfer (su küre) olmak üzere -çok farklı özellikleri olan- dört ana kürenin, güneş enerjisiyle birlikte, birbiriyle etkileşimi sonucu belirgin bir nitelik kazanır. Ana kürelerden herhangi birinde meydana gelen fiziksel, kimyasal, biyolojik, enerji vs. değişimler, diğer kürelerde de önemli değişimler meydana getirebilmektedir. Bunların sonucu olarak, yaşam ortamı (habitat) canlılar için, ya çoğalacak mükemmel bir mekân ya da pek çok canlı için kitlesel ölümlerin, yok oluşların görüldüğü kıyamet ortamına dönüşebilmektedir.
İklimin ısınarak buzul döneminin sona ermeye başlamasıyla yukarıda belirtilen buzullaşma dönemine ait bütün olaylar tersine dönmektedir. Yerkürenin geçirmiş olduğu en son buzul çağı yaklaşık üç milyon yıl önce başlayıp, on bin yıl önce küçük düzeye indiği bilinen dördüncü zaman (kuvaterner) buzul dönemidir.
Avrasya, kuzey buzul kıtasıyla Alp-Himalaya dağ buzulları arasında kalmaktadır. Ancak Orta Asya kuzeydoğu-güneybatı yönlü ikinci bir dağ kuşağını oluşturan Tanrı ve Altay Dağları buzulları ile ikiye bölünmüştür. Böylece Tanrı ve Altay Dağları ve buzulları, Türkistan coğrafyasını Doğu Türkistan ve Batı Türkistan diye ikiye bölmüş durumdadır. Türk halklarının yaklaşık yirmi bin yıl önceki ataları; ortalama sıcaklığı günümüzdekinden yaklaşık beş derece daha düşük, etrafı buzullarla çevrili Orta Asya’nın iç bölgelerinde, büyüklü/küçüklü, soğuk/tatlı su göllerinin bulunduğu bir coğrafyada yaşam mücadelesi vermişlerdir.
Turan denizini meydana getiren Aral Denizi, …neredeyse bugünkü Hazar Denizi kadar bir büyüklükteydi. Hazar Denizi de bugünküne göre 1,5 misli daha büyüktü. M.Ö. 5800’lerde kuraklık baş göstermiş, Aral-Hazar ve Karadeniz küçülmüş ve neticede Turan Denizi’nin yerinde bugünkü Turan Ovası oluşmuştur. Turan Ovası’nda toprağın 2 metre altı, deniz kalıntısı tuzlu su ile dolu bulunmaktadır.
Zaman zaman küçülüp büyüyen Aral Gölü, her değişiklikte çevresindeki insanları etkileyip, onların bölgeye yerleşmesine veya göç etmesine sebep olmuştur. Diğer yandan Amu Derya (Ceyhun) ve Siri Derya (Seyhun)’nın da Aral ile beraber sularının azalması neticesinde geçmişte deniz olan Turan Ovası tekrar tuzlu su bataklıklarına dönüşmüştür.
Aral’ın 13 bin yıl önce meydana geldiği, tarihinde birkaç kez jeolojik değişiklik geçirdiği ve şimdiki alanına 500 yıl önce sahip olduğu, bilim adamlarınca ifade edilmektedir.
Amu Derya (Ceyhun)’nın, başlangıçta Khorezm tarafına akan kısmı “Aral”a dönmüş ve büyük bir göl halini almıştır. VII-VIII. asırlarda tekrar küçülmeye başlamıştır. XVI. asırda, …her iki ırmak “Aral”a dökülmeye başladıktan sonra bu göl yavaş yavaş eski halini almıştır. 1885 yılında Aral, Hazar Denizi’nden 71 metre yüksektir. Aral 1960’lı yılların başında dünyanın en büyük göllerinden biri durumundadır.
Uzmanlara göre Tanrı Dağları (Himalayalar) ve Grönland’da buzların erimesine neden olan ve sera etkisi yaratan tozların yüzde 10’u Aral Gölü’nün tabanından havalanmaktadır.
Aral Gölü’ndeki su yükselmesi ve taşması olayının en az iki kez olduğu kanaati ortaya çıkmaktadır.
Bu sefer Aral’ın kaderine insanlar etki etmeye başlamıştır. Bölgede bulunan Amu Derya (Ceyhun) ve Siri Derya (Seyhun) nehirlerinin suları; 1950'li yıllarda Sovyetler Birliği, Özbekistan ve Türkmenistan'da bulunan pamuk tarlalarının sulanması için kanallarla tersine çevrilmiştir. Bu tarihten itibaren Aral Gölü küçülmeye başlamış, yağışın yetersizliği de üstüne eklenince göl kurumaya başlamıştır.
Yanlış sulama teknikleri ve tarım alanlarından fazla ürün elde etme düşüncesiyle aşırı kimyasal gübre kullanılması yüzünden, sular azalmaya başlamış ve göle ulaşmadan tükenmiştir. Su kaynaklarının ulaşmaması üzerine Aral gölü sıcakların da etkisiyle hızlı bir kuruma sürecine girmiştir. Aral’ın suları şu anda yaklaşık 150 km. içeriye çekilmiş durumdadır.
Aral Gölü'nün havzası çevresinde 60 milyondan fazla insan yaşıyor. Aral Gölü'nde yapılan balıkçılık, gölün küçülmesiyle büyük bir darbe almıştır. Bir zamanlar liman ve tersanelerin bulunduğu merkezler, şimdi onlarca gemi hurdasının bulunduğu, adeta bir gemi mezarlığına dönüşmüştür. Yöre halkı, Baykonur/Bay-Konar Uzay Üssü’nün de bunda etkili olduğunu söylemektedir.”
Geçmişte dünyanın en büyük dördüncü gölü (iç denizi) denilen bu göl, yavaş yavaş geriye doğru çekiliyor, küçülüyor, kuruyor. Gölün kuruması, tarih boyunca insan eliyle gerçekleştirilen en büyük doğal afettir.
Maalesef! Benzer akıbet, Ülkemizin gölleri ve akarsuları için de vardır.