Bir topluluğu veya halkı millet yapan değerlerin başında dil gelmektedir. Dil, bireylerin karşılıklı konuşmalarını, birbirlerini anlamalarını ve kültürlerini aktarmalarını/ taşımalarını sağlar. Dilini kaybeden milletler, istikballerini (geleceklerini) de kaybederler.
Bugün dünyanın her yerinde bulunan Türkler, Türkçe sayesinde kendilerini koruyabilmişlerdir. Müslüman olmayan Türkler bile dillerini unutmadıkları ve konuşmaya devam ettikleri için Türk kalabilmişlerdir. Türkçeyi unutanlar ise birlikte yaşadıkları halkın içinde kaybolup gitmişlerdir. Ne yazık ki tarihimiz kaybolan Türklerle doludur.
Arapça konusuna niye girdiğime gelince son günlerde Arapça tabelaların kaldırılması sebebiyle çıkan tartışmalardan dolayıdır.
Ülkemde sadece Arapça tabelaların kaldırılmasını değil Türkçe dışındaki bütün tabelaların kaldırılmasını ve izin verilmemesi gerektiğini savunan birisiyim.
Maalesef! Geçmişte "yabancı dil öğretmek" bahane edilerek “okullarda yabancı dille eğitim” tartışmalarıyla vakit geçirilmişti. Arapça da dahil isteyen istediği yabancı dili öğrenebilir; hatta öğrenmesi de gerekir. “Bir dil bir insan demektir” sözü doğrudur ve kişiler yeteneği ölçüsünde yabancı dil öğrenmelidir. Ancak, yabancı dille eğitimi sakıncalı görmüşümdür.
Her şeyden önce millî şuurla yetişmiş; kimlikli ve kişilikli bireylere ihtiyacımız vardır. Eğitimimiz de bu yönde olmalıdır.
Arapça meselesi
Arapça konusu her gündeme geldiğinde, Kur’an’ın dilinden bahsedilerek bir kutsallık yüklenmeye çalışılmaktadır. Oysa, dünyadaki bütün diller -mevcut kaynaklara ve bilgilere göre- Sümerceden türemiştir.
Bu iktidar döneminde en çok tartışılan konular din ve Arapça olduğu için ben de geçmişte, 07/04/2016’da “Şuubiye”, 01/07/2016’da “Matüridi ve Arapça”, 30/12/2019’da “Arapça Kutsalmış!” ve 17/05/2020’de de “Kur’an Niye Arapça?” başlıklı yazılar yazmıştım.
Öncelikle şunu belirtmeliyim: “Allah her şeyi bilendir.” diye inanarak söylüyorsak -sadece Arapçayı değil- bütün dilleri bildiğine de inanmamız gerekir.
Konuyu ayetlerden örneklerle açıklayacağım için daha önce yazdığım yazıların aksine surelerin -Kur’an’daki dizilişine göre değil de- iniş sırasına göre yazacağım. İlk rakamlar, surenin iniş sırasıdır.
Diğer bir husus da; Allah, birçok sure ve ayeti yaşanan bir olay, söylenti veya tartışma üzerine göndermiştir. Daha iyi anlamak için sure ve ayetlerin iniş sebeplerini de bilmek gerekir.
Ayetlerin çevirilerini, 2006’da basılan TDV yayınlarının “Kur’an’-ı Kerim Açıklamalı Meâli” isimli kitabından aldım.
İlk olarak Kur’an’da (84, Rum, 30/22); “O’nun delillerinden biri de gökleri ve yeri yaratması, lisanlarınızın ve renklerinizin değişik olmasıdır. Şüphesiz bunda bilenler için (alınacak) dersler vardır.” şeklindeki meali aktarmak istiyorum. Bu ayetten kutsal dil çıkar mı?..
Ayetler
Kur’an’ın Arapça inmesi o dile kutsallık sağlamaz. Kutsal olan, Allah’ın sözü olduğu için Kur’an’ın içeriğidir. Allah, Kur’an’ı Arapça indirme sebebini, çok açık ve net, tartışmaya mahal vermeyecek şekilde gerekçeleri ile açıklamıştır. Lafı dolandırmaya, evelemeye- gevelemeye, 1300 yıl önceki Emevi döneminde uydurulmuş hadislere başvurmaya hiç gerek yoktur. Aşağıda sıralayacağım ayetler herhalde yeterli olacaktır. Tabii ki, anlamak isteyenlere…
(45, Tâhâ, 20/113); “(Resulüm!) Biz onu böylece Arapça bir Kur’an olarak indirdik…”
(47, Şuara, 26/193-195); “(Resulüm!) Onu Rûhu’l-emin (Cebrail) uyarıcılardan olasın diye, apaçık Arap diliyle, senin kalbine indirmiştir. (198-199) Biz onu Arapça bilmeyenlerden birine indirseydik de, bunu onlara o okusaydı, yine ona iman etmezlerdi.”
(53, Yusuf, 12/2); “Anlayasınız diye biz onu Arapça bir Kur’an olarak indirdik.”
(59, Zümer, 39/28); “Korunsunlar diye, pürüzsüz Arapça bir Kur’an indirdik.”
(61, Fussilet, 41/2-3); “(Kur’an) rahman ve rahim olan Allah katından indirilmiştir. (Bu) bilen bir kavim için, ayetleri Arapça okunarak açıklanmış bir kitaptır. (44); Eğer biz onu, yabancı dilden bir Kur’an kılsaydık, diyeceklerdi ki: Ayetleri tafsilatlı şekilde açıklanmalı değil miydi? Arab’a yabancı dilden (kitap) olur mu?..”
(62, Şûra, 42/7); “Şehirlerin anası (olan Mekke’de) ve onun çevresinde bulunanları uyarman ve asla şüphe olmayan toplanma günüyle onları korkutman için, sana böyle Arapça bir Kur’an vahyettik…”
(63, Zuhruf, 43/2-4); “Apaçık Kitab’a andolsun ki biz, anlayıp düşünmeniz için onu Arapça bir Kur’an kıldık. O, katımızda bulunan Ana Kitap’ta (levh-i mahfuzda) mevcut, yüce ve hikmetle dolu bir kitaptır.”
(66, Ahkaf, 46/12); “Ondan önce de bir rahmet ve rehber olarak Musa’nın kitabı vardır. Bu (Kur’an) da, zulmedenleri uyarmak ve iyilik yapanlara müjde olmak üzere Arap lisanıyla indirilmiş, doğrulayıcı bir kitaptır.”
(70, Nahl, 16/103); “Şüphesiz biz onların: “Kur’an’ı ona ancak bir insan öğretiyor” dediklerini biliyoruz. Kendisine nisbet ettikleri şahsın dili yabancıdır. Halbuki bu (Kur’an) apaçık bir Arapça’dır.”
(72, İbrahim, 14/4); “(Allah’ın emirlerini) onlara iyice açıklasın diye her peygamberi yalnız kendi kavminin diliyle gönderdik…”
(96, Ra’d, 13/37); “Ve böylece biz onu Arapça bir hüküm (hikmetli bir söz) olarak indirdik…”
Ayetler ne kadar açık değil mi?..
Daha önce görevlendirilen peygamberlerin, toplumlarına kendi dilleriyle hitap ettikleri Allah tarafından açıklanıyor. Diğer yandan, Allah isteseydi her millete ayrı ayrı peygamber ve o milletlerin dilinde Kur’an indirebilirdi. Ancak, bu durum karmaşaya, karışıklığa, dağınıklığa ve şüpheye sebep olurdu.
“Kur’an gönderilmeden önce Arapça diye bir dil yoktu; Kur’an’la birlikte Arapça da inmiş oldu” diyebilir miyiz? Diyemeyiz. Çünkü, Kur’an inmeden önce de Arapça vardı ve Araplar bu dili konuşuyorlardı. Hz. Muhammed’in Arapların içinde büyümesi ve ilk muhatapların da Araplar olması sebebiyle Kur’an Arapça inmiştir. O halde Kur’an’ın Arapların diliyle gelmiş olması, o dile kutsallık sağlamaz. Ama, Kur’an’ın içeriği -Allah kelamı olduğu için- kutsaldır. Başka bir dille gelseydi bile “içeriği” kutsal olurdu. Allah dili, cennet dili, mukaddes dil gibi sözler ve anlayışlar yanlıştır.
Levh-i mahfûz (Ana Kitap) hususunda (24, Abese, 80/13-14), (27, Burûc, 85/21-22), (34, Kaf, 50/4), (63, Zuhruf, 43/4), (94, Hadîd, 57/22) ve (96, Ra’d, 13/39) ayetlerine bakabilirsiniz.
Sadece TDV İslâm Ans. (c.27, s.151)’ndeki “…Gökte ve yerde küçük büyük ne varsa insanların ecelleri, fertlerin ve milletlerin başına gelecek musibetlerin tamamı Allah’ın ilminde yer almış ve levh-i mahfuz denilen bir kütüğe kaydedilmiştir. …âlem henüz yaratılmadan tabiatla, ayrıca şuurlu şuursuz canlılarla ilgili her şeyin takdir edilip planlandığı ve bir kitapta kaydedildiği ifade edilmektedir” şeklindeki kısa açıklamayla yetineceğim.
Konunun biraz olsun açıklığa kavuştuğunu sanıyorum. Paylaştığım Allah’ın ayetleri ile “Nas var nas!” sözünün tam yerine oturduğunu düşünüyorum.
“Başka bir millete mensup olabilirsiniz!..” onlara diyeceğim yok. Ama kendini Türk sayan herkes “Türkçe’ye sahip çıkmak” zorundadır.