Tarih, geçmişte yaşananları bize anlatan/öğreten bir bilim dalıdır. Tarihi -özellikle Türk tarihini- iyi bilirsek günümüzü ve geleceğimizi doğru kurgularız. Ancak, önemli olan tarihe objektif bakmak ve yaşananları objektif olarak değerlendirmektir. Türk Milleti duygusal bir millet olduğu için, değerlendirmeleri de hep subjektif olmaktadır. Zaten okumayan bir milletiz. Okumadığımız gibi, söylenen her söze çabucak kanarız, inanırız, sorgulama ve soruşturma yapmayız. Yetersiz bilgimize veya ideolojimize göre tarih değerlendirmesi yaparız. Yani tarihi hadiselere herkes kendi zaviyesinden bakar.
Zaten millet olarak büyük bir algı operasyonu altındayız. İnsanlarımızın sağlıklı düşünmesine bile fırsat verilmiyor. Bunları niye yazıyorum: Sözü, Asya’yı Avrupa’ya bağlayacak boğazın altına yapılan tünele ve köprülere “isim verme” konusuna getirmek için… Hep insanımızın hassas noktasından girilmekte -dinî konularda olduğu gibi- Osmanlı dönemine ve tarihi şahsiyetlere atıf yapılmaktadır.
Öncelikle şunu belirtmek isterim: Yollar, köprüler, tüneller, geçitler, medeniyetin ve kalkınmışlığın birer ölçüsüdür. Bunların yapılmasına karşı olmamız mümkün değildir. Ancak, ülkemizin üretim yapan fabrikalara da ihtiyacı vardır. Hem ülkenin kalkınması ve ekonomimizin büyümesi hem de işsizliğin önlenmesi için elzemdir. Bu konuda özel sektör yetersiz kalmaktadır. Stratejik kuruluşların satılması da doğru olmamıştır.
Beni üzen husus ise, yapımı tamamlanan yol, köprü, tünel ve geçitlere isim vermede yaşananlardır. Verilmiş kararları değiştirmek çok zordur. Hükümet kamuoyunun görüşlerine çok önem veriyormuş gibi yaparak, hemen kampanya başlatmakta, güya anket yaptırmaktadır. Kampanyaların nasıl yürütüldüğünü, sonuçların nasıl çıkacağını tahmin ediyorsunuzdur. Boğazın altına yapılan tünele de hemen bir ad aranmaya başlandı. Avrasya mı, Abdülhamit mi, Atatürk mü, hatta Alpaslan Türkeş mi olsun! Siz kararınızı vermişsiniz, niye bizi meşgul ediyorsunuz? Ne oldu, “Avrasya” adı kaldı. Bence de yakıştı.
Peki, göstermelik yapılan bu kampanyalara, sosyal medyadan “Atatürk” ismine oy verilmesini isteyenler… Boş çabaları ile kaldılar. Lütfen “Atatürk” ismini her kampanyanın içine sokmayalım, herkesle yarıştırmayalım. Farkında değil misiniz, O’nu sıradanlaştırıyoruz. “Atatürk” ismini verseler ne olur, vermeseler ne olur? O bizim her zaman gönlümüzde…
Boğaza yapılan son köprüde de bu sıkıntıyı yaşadık. İnatla köprüye Yavuz Sultan Selim adı verildi. Ecdadımız sadece Yavuz Sultan Selim değil ki; bu yazıya, hatta kitaplara sığmayacak kadar ecdadımız/atalarımız var. Köprüye verilen bu ad; -en çok ihtiyaç duyduğumuz şu anda- birlik ve beraberliğimize ne kadar katkı sağladı ya da ne kadar daha ayrıştırdı, tartışılır. Kamuoyunda getirisi - götürüsü hiç konuşulmadan köprüye ismi kendileri koydu, kendileri de savunuyor. Ama tarihe meraklı ve çok okuyan birisi olarak bu ismin konulmasını hiç benimsemedim.
Neden özellikle Yavuz Sultan Selim ismi? Bu padişahımızın İstanbul’a ne katkısı olmuş, ben bilmiyorum. Eğer meseleye, sadece isim vermek olarak bakarsak, İstanbul’u fetheden Fatih Sultan Mehmet’ten sonraki bütün padişahların adı verilebilirdi. Öyle değilse, isim maksatlı seçilmiş demektir. Bana sorarsanız, Yavuz Sultan Selim döneminde ve daha sonra yaşananları düşününce millet bütünlüğümüze hiçbir katkısı olmadı. Özellikle bir kesimi yeniden rencide ettik.
Boğaz üzerindeki ilk iki köprünün adları “Boğaziçi-15 Temmuz Şehitler Köprüsü” ve “Fatih Sultan Mehmet Köprüsü”dür. “Atatürk” ismi ise haliçteki eski Unkapanı Köprüsü’nün adıdır. İstanbul’u işgalden kurtaran, devletimizin kurucusu Atatürk”ün isminin, böyle görkemli ve büyük bir köprüye verilmesi en uygun olandı, ama dedik ya…
O halde bu köprüye en uygun isim ne olabilirdi? 26 Ağustos 1071 Malazgirt Savaşı, tarihimizin dönüm noktalarından birisidir. Bu savaş sonucu Anadolu’nun kapısı Müslüman Türklere açılmıştır. Madem köprünün açılışı bu tarihe rast getirildi, o zaman köprüye ‘Alpaslan” ismi yakışmaz mıydı? Ne güzel olurdu. Bunu da mı beğenmediniz? Buyrun başka bir teklif daha: İstanbul’un Fethi”nin manevi mimarı sayılan Fatih Sultan Mehmed’in hocası “Akşemsettin” ismi daha çok yakışmaz mıydı? “Osmanlıcı!” geçinenler, köprüye neden bu ismi düşünmediler bilemiyorum? Acaba tarihi bilmediklerinden mi, yoksa baştan Yavuz Sultan Selim ismini kararlaştırdıklarından mı?
Diğer bir konu: Ordumuzun Suriye’ye 24 Ağustos 2016 tarihinde başlattığı kara harekâtı halen sürmektedir. Allah (cc) ordumuza ve askerlerimize yardım etsin, başarılı kılsın. Dualarımız ve yüreğimiz onlarla… Ancak, bazı medyada, bu tarih baz alınarak Yavuz Sultan Selim’in “Memlûk Devleti”ne karşı 24 Ağustos 1516’da kazandığı “Mercidâbık Savaşı”na atıfta bulunmalarıdır. Operasyonun, bu savaşın 500.yıldönümüne rast geldiği ve özellikle seçildiği şeklinde açıklamalar yapılmasıdır. Harekâtın bilerek bu tarihe rast getirildiğine dair, Genelkurmayımızın herhangi bir yerde açıklamasını görmedim. Tesadüf müdür, yoksa gerçekten mi bu tarihe rast getirildi, bilemiyorum. Her neyse…
“Memlûk Devleti”ni biliyor musunuz? Veya hakkında herhangi bir kitap, makale okudunuz mu? Memlûk Devleti kısaca şöyle belirtilir: Memlûk sözcüğü Arapça’da köle demektir. Halkının çoğu Arap olan bu devlette iktidar Arap olmayan ve Kölelikten yükselen askerlerin elindeydi. Memlûklar, başta Kuman-Kıpçaklar olmak üzere Türk halklarından oluşuyordu. Ayrıca, Çerkes ve Gürcü kökenli memlûklar da bulunmaktaydı. Kölelikten gelen memlûkların bugünkü Mısır ve Suriye’de kurduğu bir Türk Devletidir. Devlet “Kölemenler Devleti” olarak da bilinir. Bazı kaynaklarda adı “ed-Devletü't-Türkiye (Türkiye Devleti)” olarak da geçer.
Yani, 24 Ağustos 1516’da “Mercidâbık” ovasında çarpışan/savaşan her iki devlette (Osmanlı Devleti - Memlûk Devleti) Türk Devleti’dir. Aynen Çaldıran’da savaşan Osmanlı Devleti - Safevi Devleti gibi, Türk tarihinde benzerleri dolu. Kendimizi Osmanlı’ya daha yakın bulduğumuz için “zafer” olarak kutlasak da, gerçek bu.
Bu arada 04/03/2016 tarihinde kaleme aldığım Yavuz Sultan Selim’in dedesi Dulkadir Beyliği (Devleti)’nin son beyi “Alaüddevle Bozkurt” başlıklı köşe yazımı tekrar okumanızı tavsiye ederim.
Kısaca: Geçmiş geçmiştir, ondan ders alınır, hesaplaşılmaz. Kim kiminle hesaplaşacak, hepsi ölmüş/rahmetli olmuşlar. (Bizden olmayanların, yani düşmanlarımızın bizle hesaplaşmak istemesi ayrı bir konu) Tarihi olaylardan ders alırsak yanlışları tekrar etmez, tekrar yaşamayız.
Türk tarihine genel bakmak zorundayız. Etrafımız ateş çemberi, düşman çok. Bir de kendi kendimize düşman yaratmayalım, birbirimize sahip çıkalım. Ortak değerlerimizde buluşalım.