Balkanlar, Avrupa kıtasının güney-doğusunda bir yarım adadır: Doğusunda Türkiye, batısında Adriyatik Denizi, kuzeyinde İtalya, Avusturya, Macaristan ve Romanya (Bazı kayıtlarda Tuna Nehri sınır gösteriliyor) ve güneyinde de Akdeniz’le sınırlı alandır. Geçmişte bu alanda Yunanistan, Arnavutluk, Yugoslavya, Bulgaristan ve Romanya varken; bugün Yugoslavya’nın dağılmasıyla Bosna-Hersek, Hırvatistan, Karadağ, Kosova, Makedonya, Sırbistan ve Slovenya olmak üzere yedi ülke daha ortaya çıkmıştır.
Balkanlarda tabiat çok güzel, her taraf yemyeşil; nehirler, ırmaklar, dereler dolu… Avrupa’nın en büyük nehri Tuna, Balkanlardan geçerek Karadeniz’e dökülmektedir. Tuna’nın kolu Sava, Belgrad’da Tuna’ya karışmaktadır. Meriç, Vardar diğer büyük nehirleridir. Ohrid ve İşkodra meşhur gölleridir. Ancak, Balkanlar çok dağlık bir yer. Koca Balkan Dağları Bulgaristan’ı kaplamış ve çeşitli adlar altında sıra dağlar oluşturmuştur. Adriyatik (Dalmaçya) kıyılarındaki dağ silsilesi ise Dinar Alpleri denilen Alplerin devamı niteliğindedir. Sırbistan ve Bulgaristan hariç tarım arazisi çok az. Tarlalara genelde ayçiçek ve mısır ekildiğini gördük.
Balkanlara ilk gidişim 2006’da Kosova ve Makedonya’ya olmuştu. Kosova Türk Öğretmenler Derneği’nin Prizren’de düzenlediği toplantıya katılmıştım. 2013 yılında Derneğimizin düzenlediği Yunanistan, Makedonya, Kosova ve Bulgaristan’ı kapsayan geziye katıldım. Bu tur üçüncü gidişime ve farklı beş ülkeyi daha görmeme sebep oldu. Tabii ki her ülkeye bir gün zaman ayırmak yeterli olmuyor. Ülkeleri daha iyi tanımak ve ecdat yadigârını görmek için daha fazla kalmak gerekiyor. Bunu yapmak da zaman ve imkânla ilgili…
İlk defa gidilen ülkeler için değerlendirme yapmak çok zor. Eğer aynı ülkeye ikinci defa gitmişseniz değişiklikleri fark edebiliyorsunuz. Ülkelerin bazılarında değişiklik görmediğimi belirtmek isterim. Kosova, Sırbistan gibi bazı ülkelerde ise, özellikle Avrupa’dan doğuya doğru olan anayollarda -AB’nin katkılarıyla- otobanlar yapılıyor. 2013’de Kosova’da ENKA tarafından yapılan otobanı görmüştük. Bu ülkelerde General Tito’nun yaptırdığı demiryolları, tüneller, viyadükler her yerde göze çarpmaktadır. Tüneller hâlâ kullanılmakla birlikte, demiryollarının kullanılmadığını öğreniyoruz. Yeni ülkelerin en oturmuşu olarak Sırbistan’ı gördüm. Sırbistan devlet olmuş ve gelişme içerisinde, ama diğerlerinin henüz zamana ihtiyaçları var. Sınırdan (gümrükten) geçerken bile anlıyorsunuz.
Yunanistan hariç, Balkan devletlerinde henüz yeterli gelişme yoksa da, hepsinde bir tarih oluşturma ve milletleşme çabası gözleniyor. Makedonya’nın Başkenti Üsküp’te Vardar Nehri üzerindeki Osmanlı eseri Taşköprü’nün her iki tarafındaki meydanların Makedonya Kralı Büyük İskender’in ve babası II.Filip’in heykelleri ile doldurulduğu, ayrıca eski Bizans ve Roma dönemi mimarisini hatırlatır tarzda büyük binalar yapıldığı görülüyor. Öğrendiğimiz kadarıyla AB bu amaçla para yardımı yapıyormuş. Yunanistan’la Makedonya arasındaki ülke isminden kaynaklanan anlaşmazlık dolayısıyla, Makedonlar bu eserler ve heykellerle kendi tarihlerini oluşturmaktadırlar. Benzer çalışmalar hem Arnavutluk’ta hem de Arnavutların bulunduğu diğer devletlerde sürmekte, her yere Osmanlı’ya isyan eden İskender Beyin heykelleri dikilmektedir. Yine, 1992’de Enver Hoca’nın piramit şeklindeki anıt mezarı kazılarak kemikleri çıkarılmış ve belediye mezarlığına nakledilmiş, anıt mezar ise gösteri ve eğlence merkezine dönüştürülmüş.
Gezi sırasında bir sıkıntı yaşamıyorsunuz: İnsanları olumlu, davranışları samimi… Birçok yerde Türkçe anlaşabiliyorsunuz: Çünkü çoğu insanlar Türkçeyi biliyor. Özellikle Türklerin olduğu bölgelerde işiniz daha da kolaylaşıyor. Bana mı öyle geliyor bilemiyorum; Makedonya’da ve Kosova’da kendinizi daha rahat hissediyorsunuz. Yollarda Türklerin açtıkları lokantalara, çay ocaklarına, pansiyonlara, motellere rastlamanız mümkün… Konuya biraz da “Turizm” açısından bakmak gerekiyor. Sadece Sırbistan ve Bulgaristan’da -geçmişle bağlantılı olsa gerek- bir tedirginlik olabiliyor. Tarihimizi bilenler Sırpların ve Bulgarların komiteciliklerini, çeteciliklerini de bilirler. Sultan I.Murad’ın Kosova Savaşında bir Sırp tarafından hançerlenmesi, I.Dünya Savaşının Avusturya-Macaristan veliahdı Ferdinand’ın Saraybosna’da Miljacka nehri üzerindeki Latin Köprüsünde bir Sırplı tarafından öldürülmesiyle başlaması, I. ve II.Balkan Savaşlarında Türklerin katledilmeleri ve göçe zorlanmaları ve benzerleri…
Balkanlarda şunu da gördüm: Tüm ülkelerin bir idealleri var. Ve bu ideal için mücadele alttan alta devam ediyor. Yunanistan’ın “Megalo İdeası” ve Makedonya ile anlaşmazlığı… Büyük Arnavutluk ideali, Büyük Sırbistan ideali gibi… 1992-1995 savaşları sonucunda sınırlar doğru çizilemediğinden ve etnik topluluklar başka başka ülkeler içinde kaldığından her an çatışma çıkacak gibi… Bunu, şehirlerden geçerken görüyorsunuz: Saraybosna’da binalara isabet eden mermilerin ve top güllelerinin izleri, yine Sırplar tarafından top ateşine tutulan “Huzurevi”nin harabesi hâlâ duruyor. Bir ülkenin sınırından giriyorsunuz, normal de o ülkenin bayrağını görmeniz gerekirken -çoğunluk olan etnik yapıya göre- başka ülkenin bayrağını görüyorsunuz. Mesela: Kosova’da Sırp bayrağının, Arnavutluk bayrağının; Makedonya’da Arnavut bayrağının; Bosna-Hersek’te Sırp bayrağının cadde, sokak veya evlere asıldığını gördük. Zaten etnik çatışmaları zaman zaman medyadan duyuyoruz. Sanki savaşın izleri silinmek istenmiyor: Mostar’da hediyelik eşya dükkânlarında çocuklar için silah ve mermi gibi oyuncaklar satılmaktadır.
Balkanlarda büyük oranda Hıristiyan Ortodoks inancı ile Müslüman Bektaşi inancının hâkim olduğu görülüyor. İnanç açısından da karşılıklı bir inatlaşmanın var olduğu anlaşılıyor: Camilere karşılık olarak büyük kiliseler, yüksek çan kuleleri, tepelere haç heykelleri yapılması gibi… En büyüğü de Makedonya’da Üsküp Kalesinin karşısındaki dağa 2000 yılında yapılan “Milenyum Haçı”… Burada bir hususu daha belirtmek isterim: Bazı ülkeler -özellikle Suudi Arabistan- yardım adı altında para göndererek ayrı cemaat oluşturmaktadır. (Bu duruma 2008’de Kırım gezimizde de şahit olmuştum) Maalesef Müslümanlar devamlı bölünüyor. Bunu yeni yapılan camilerin ve minarelerin mimarisinden bile anlıyorsunuz. Gençlerin yüzyıllardır, sevgililerine veya kızlara cesaret gösterisi olarak Mostar Köprüsünden atlama geleneği, tekbirler getirerek başka anlama ve para toplamaya dönüştürülmüş. Etnik ve dini topluluklar arasındaki bu gerginlikleri fark ediyorsunuz. Belki de büyük güçler böyle istiyorlar. Temenni etmem, ama Balkanların geleceğinde yeni bir çatışma görülüyor gibi…
Balkanları gezerken Osmanlı’dan kalan eserlerin yok edildiğini, pek nadir rastladığımızı belirtmek isterim. Ağırlıklı olarak Müslümanların yaşadığı yerlerde Osmanlı eserleri kalmış, ama mesela Arnavutluk’ta hiç Osmanlı eseri kalmadığı söylendi. Enver Hoca, ülkede bulunan 2000’den fazla camiyi, ya yıktırmış ya da ibadete kapatarak başka işlerde kullanmış. Tiran’da Ethem Bey Camisini yıktırmayıp önce kapatmış sonra da müzeye çevirmiş. Balkanlarda eski bir gelenek olarak, bazı camilerin minberlerinde veya minarelerinde yeşil renkte ay-yıldızlı bayrakların asılı olduğu dikkatimizi çekti. Bu arada çok güzel faaliyetler yaptıkları ve ata yadigârı eserleri restore ettirdikleri için TİKA’yı kutlarım.
Türk Dünyasını takip eden birisi olarak söylüyorum: Türkiye’deki siyasi bölünmüşlüğün dışarıya yansıtılmaması gerekir. Bu bir devlet politikası olmalıdır. Balkanlarda sadece Müslümanlar değil, nüfus olarak çok az kalmalarına rağmen Türklerin de bölündüklerini görüyor ve üzülüyorum. Yazık!