Yazıma, bir ayet meali ile başlayacağım (Enfal,8/53,DİB): “Bu böyle olmuştur; çünkü Allah, bir topluluğa lutfettiği nimetini, onlar kendilerini değiştirmedikçe değiştirmez ve Allah her şeyi işitip bilmektedir.”
Ayetin tefsirinde; “Önce insanlar, Allah’ın hoşnut olmadığı bir şekilde değişirler, öz değerlerine yabancılaşırlar, ellerindeki nimetin şükrünü yerine getirmez, onu gerektiği yerde, gerektiği gibi kullanmazlar, şımarırlar, nimetlerin Allah’ın lütfu ile ilişkisini unutur, kerameti kendilerine mal ederler; güç, servet, ilim, iktidar gibi ilâhî nimetleri zulüm için kullanırlar… İşte böyle değişen ve bozulan insanların elinden nimet, onu veren Allah tarafından alınır ve yerine zıddı (felâket, mahrumiyet, sıkıntı) verilir.” denmektedir.
Kur’an değişmediğine göre, bu kadar mezhep, cemaat, tarikat, gruplar niye varlar? Allah’a ve birbirlerine karşı samimi ve dürüstler mi? İslâmiyet’i kendi çıkarları için mi yoksa bir yerlere hizmet için mi kullanıyorlar?
Yakın zamanda Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) kapsamında önce Suriye karıştırıldı. IŞİD (DEAŞ) adlı terör örgütü buraya sokuldu ve sosyal medyada “kelle kesme” görüntüleri ile korku yaratıldı. Bölge insanları, bulundukları ortamlardan uzaklaştırılarak Türkiye’ye doğru sürüldü. (Yeri gelmişken, 23 Aralık 1930’da Menemen’de yedek subay öğretmen Mustafa Fehmi Kubilay’ın başını kesen derviş Mehmet ile IŞİD militanları arasında ne fark var?)
Emperyal güçler “bir taşla iki kuş” değil, onlarca kuş vurmak üzere hesap yapıyorlar. Öyle hedefler koyuyorlar ki, içeriden ayarladıkları kişileri bile amaçlarına hizmet ettiriyorlar. Sonuçta; ABD (Ruslar da), Suriye’ye yerleşti, petrolüne el koydu, PKK/YPG’ye toprak kazandırdı, Türkiye’nin demografik yapısını bozdu. Ülkemizde bugün her 20 kişiden biri Suriyeli, yani Suriyelilerin nüfusumuza oranı yaklaşık %6.
Benzer olay, 1991’de Irak’ta da yaşanmış; 250-300 bin peşmerge Türkiye’ye gelmişti.
Ümmete baş olma
Milletler, sadece fizik bakımından değil kültürel olarak da farklıdırlar. Ülkemiz; Doğu ve Batı arasında her iki kültürden yararlanan bir köprü konumundadır. Birçok İslâm ülkesine göre daha uygar bir toplum olduğumuzdan geçmişte örnek alınan ülkeydik; ya şimdi?..
“Tüm ümmete lider olacakmışız!..” Bu laflara, hiç düşünmeden hemen inanıyoruz. Bir defa, Türkiye’nin mevcut ekonomik, siyasi ve sosyal durumu meydanda… Her konuda bozulma ve gerileme var. Milletimiz mutlu ve huzurlu değil; birlik ve bütünlüğü bozuldu. Maalesef! Sayelerinde İslâmiyet’e bakışımızda bile ayrıştık. İslâmiyet, en büyük zararı bu dönemde gördü. Kendimize hayrımız yok; Müslümanlara nasıl baş olacağız? Ümmet de sanki “dört gözle” bizi bekliyor?..
Arap kültürü, baskın bir kültürdür. Onlara göre; “Allah, İslâmiyet’i göndermek için Arapları seçmiştir; Kur’an’ı kendilerine indirmiştir. Peygamber kendi içlerinden çıkmıştır. Allah nazarında Araplar diğer Müslüman milletlerden daha üstündür.” Bu sebeple Arap olmayan Müslümanlara “Mevali” diyorlar. Arap dünyası; geçmişte Osmanlı’ya karşı birlik olmuştur ama bugün İsrail’le iyi geçiniyorlar. Böyle bir Arap anlayışına liderliği kabul ettirmek mümkün mü? Onları bize değil de biz onlara benzeyeceksek belki. Zaten benzemeye başladık!..
12 Nisan 2021 tarihinde İstanbul’da “Suriyeli Sığınmacılar ve Suriye’nin Geleceği” konulu bir çalıştay gerçekleştirilmişti. Bu çalıştayda konuşan Türkmen bir sosyolog; “Suriyelilerin en az %30’unun Türklerle aynı camilerde namaz kılmak istemediğini” açıklamış.
Ülkemiz ekonomik kriz içindeyken, halkımız yoksulluk çekerken, kendilerine 60 milyar harcanırken; Suriyeli Arapların Türklere bakışını ve zihniyetlerini görüyor musunuz?..
10 yıldır ülkemizde bulunan Suriyelilerin %60-65’i, Türkiye’de bulunmaktan memnunlar ve dönmeyi düşünmüyorlar. Fakat, “hudut kapılarını açabilsek!”; hepsi de “kâfir Batı”ya kaçacaklar, fırsat kolluyorlar.
Söz Düellosu
Şimdi de gündeme, organize suç örgütü lideri denilen birisiyle İçişleri Bakanının konuşmaları damga vuruyor. Yolsuzluk, hırsızlık, rüşvet, baskın (çökme), kaçakçılık, uyuşturucu ve kadın ticareti, kara para aklama, çıkar ilişkileri vs. her şey açıklanıyor. Parti içi iktidar kavgaları, hesaplaşmalar; bugüne kadar yalan dedikleri 17-25 Aralık “para kasaları, para sayma makineleri” ortaya dökülüyor.
Anket araştırmalarını takip ediyorsanız; ilginç olan tartışmalardan iktidar seçmeninin %37’sinin haberi bile yokmuş. Bir de böyle seçmen profilimiz var!..
Maalesef! Bu tartışmalar, Türkiye’nin dış dünyada itibarını zedeliyor; dolayısıyla yabancı yatırımcı uzaklaşıyor.
Bu dönemde en çok kurum ve kuruluşların adları ile uğraşıldı. Özellikle Atatürk döneminde kurulan veya Atatürk’ün adı olan kurum ve kuruluşlara karşı mücadele başlatıldı. Kurum ve kuruluşlarımız itibarını kaybetti. Devlet düzeni tarumar oldu.
Devlet adaletle yönetilir ama ne adalet ne hukuk kaldı. Hak etmeyen, ehliyetsiz ve liyakatsiz kişiler kurumların, kuruluşların başına getirildi; yöneticiliği, mevzuatı, haddini, hududunu bilmeyen bu adamlar, makamın sağladığı yetki ve gücü başka amaçları için kullandı.
İktidar, yanlış politikalarla ülkeyi bu duruma getirdi. Güven ve birlik ortamı sağlaması gerekirken sürekli ortamı bozdu.
Türk Milliyetçilerinin kaderi
Aydınlar Ocağı Başkanı Prof.Dr. Mustafa E.Erkal’ın 1 Şubat tarihli makalesinde diyor ki; “Türk milliyetçileri 19 ve 20.Yüzyıllarda önlerine çıkarılan iki tehlike ile mücadele etme zorunda bırakılmışlardır. Bunlardan birisi çok değişik ülke ve kanallardan beslenen komünist hareketlerdir. Diğeri ise; Müslümanı Müslümana yabancılaştırma ve ötekileştirme amacı güden siyasal İslam’la mücadeledir. Siyasal İslam Müslüman kardeşler grubunca savunulan ve Seyyit Kutub’un fikir babası olduğu bir akımdır. Milliyetçiliği ve vatan fikrini reddeden, milliyetçiliği ırkçılıkla bir gören bu düşünür, milliyetçiliği ideoloji kapsamında görmüştür. Oysa milliyetçilik milletten millete ve milli devletten milli devlete değişebilen, bir donmuş teori ve ideoloji değil; milli menfaatlere göre var olma mücadelesi olarak sürdürülen bir pratiğin adıdır. ...Dün ve bugün tarih göstermiştir ki, vatan ve milliyetçilik duygu ve düşüncesini ihmal eden ülkeler, bunun tersini hisseden ve buna göre politika oluşturanların daima avı olmuşlardır. Aşırı solun teorik olarak reddettiklerine zamanla siyasal İslamcıların sarıldıkları görülmektedir…
Bu bakımdan, Türk milliyetçileri İslam ümmetine mensubiyete değil; siyasal İslam adı altında bayraksız, vatansız, milli kimliksiz, milli sınırları dışlayan, devletsiz bir ütopyaya karşıdırlar. …Bu gibi fikirlerin örtüsü kaldırıldığında alttan emperyal, sömürgeci devletlerin resmi çıkar.
Siyasal İslam’a bağlı kalanlar sağın bazı milliyetsiz ve vatansız kesimidir. Bunlar dünün yeşil kuşak hareketine de diğer tezgahlara da gelebilirler ve kolaylıkla kullanılabilirler…”
Türklüğe karşı olanlar; “ağaç kovuğundan çıkmadıklarına göre”, acaba başka bir millete mensuplar da kendilerini gizliyorlar mı?..
Esas olan, Türk Milliyetçileri olarak bizler ne yapacağız? “Osmanlı’yı yeniden kuracağız, ümmete lider olacağız” laflarına kanıp Siyasal İslâmcılara destek mi olacağız?
Yoksa, yeniden çıkış yolu mu bulacağız?