Hepimiz iyi biliriz. Bir Türk olarak, böyle bir hükümdara hayran olmamak ve onunla gurur duymamak mümkün mü? Sonra eşlerinden Sitti Mükrime Hatun, Dulkadiroğlu Süleyman Bey’in kızı olup memleketim Elbistan’dan Osmanlı sarayına gelin gitmiştir (Kasım-Aralık/1450). Yani, Fatih aynı zamanda eniştemizdir.
Peki; “Bu konu nereden çıktı” diyebilirsiniz? Hatırlarsanız; geçen ay “Falancayı nasıl Fatih’e benzetirsin” diye tartışma çıkmıştı… Kim Fatih’e benzemek istemez ki!..
Ancak, Fatih Sultan Mehmet’i; sadece “İstanbul’u fethetmiş ve Peygamberimizin övgüsüne mazhar olmuştur” diyerek anlatmak yeterli olmadığı gibi, kazandığı savaşları sıralamakla ya da “Fetih” gibi basit filmler çekmekle de tanımak mümkün değildir. Her şey ayrıntılarda gizlidir.
Evet, II.Mehmet’in; gerçekten Osmanlı’nın 36 padişahı arasında ayrı biri yeri vardır. O diğer padişahların hiçbirine benzemez. Hepsinden çok çok ileride; farklı bir kişiliktir. Hatta bugün ki birçok yöneticimizden bile çok daha çağdaş bir insandır.
Siyasal İslâmcıların veya Osmanlıcı geçinenlerin; “ne kafalarındaki dine uygun bir dindar ne de düşündükleri gibi bir padişahtır”. Bazı kaynaklardan yararlanarak, onu anlatmaya çalışacağım:
II.Mehmet; 30 Mart 1432’de II.Murat’ın 4.oğlu olarak Edirne’de dünyaya gelmiştir. Annesi Hüma Hatun olup hakkındaki bilgi sınırlıdır. Alphonse de Lamartine (Türkiye Tarihi ‘İmparatorluk Yolu’, c.2/s.418) eserinde; “Sinop Prensesi olduğunu” belirtirken, “Sultan II.Murat’ın odalıkları ile olan aşklarından birçok kızı ve oğlu dünyaya gelmiş, fakat bunların hiç biri Sinop prensesinden doğan II.Mehmed ile rekabet edecek seviyeye getirilmemişti (c.2/s.419)” demektedir.
Eşlerinin sayısı kaynaklarda farklı yazılsa da yedi hanımının adı bilinmektedir. Bayezid, Mustafa ve Cem isminde üç oğlu ve dört kızı olmuş; Mustafa, kendisi hayattayken 1474’de ölmüştür.
Birincisi, babası II.Murad’ın tahttan çekilmesiyle 1444-1446 arası ve diğeri babasının vefatıyla 10 Şubat 1451’de olmak üzere iki defa tahta geçmiştir. Osmanlı’nın 7.padişahıdır.
II.Murat da İstanbul’u fethetmek istiyordu. Edirne’de, Hacı Bayram Veli’yle arasında geçen bir sohbette, Hacı Bayram’ın: “İstanbul’un fethinin, beşikteki Mehmed’le Akşemseddin’e nasip olacağını” söylediği rivayet edilir. Belki bu sebepten, erkenden tahtı II.Mehmet’e bırakıp inzivaya çekildiği, düşünülebilir.
İlk tahta çıkışında yaşadıkları, II.Mehmet’in üzerinde derin etkiler bıraktığı anlaşılmaktadır: Bu durum ikinci dönemindeki uygulamalarda görülmektedir. Hatta bazı kayıtlarda, sert tutumundan dolayı halkın çok hoşnut olmadığı anlatılmaktadır.
Prof.Dr.Halil İnalcık, TDV.İslâm Ansiklopedisi’ne yazdığı maddede; “…Fâtih tahta çıkar çıkmaz henüz memede olan kardeşi Ahmed’i boğdurmuş, ‘Karındaşlarını nizâm-ı âlem için katletmek câizdir’ hükmünü koyarken de hâkimiyetin bölünmezliğini sağlamayı ve devleti ileride taht iddiacılarının tehlikelerinden kurtarmayı düşünmüştür. Fethettiği yerlerde saltanat iddiasında bulunan eski hânedan üyelerini ortadan kaldırmaya çalışması da burada hatırlanabilir (c.28/s. 395-407)” demektedir.
Lamartine, aynı eserinde; “Sultan Murat’ın ölümüne kadar sevdiği Erdel Prensesi Mara’dan o sırada henüz emzikte olan bir oğlu dünyaya gelmişti. II.Mehmed, üvey kardeşinin katli işini Evrenos Beğ’in talihsiz oğlu Ali’ye bıraktı. Ali Beğ, kundaktaki çocuğu boğdurdu.
Hareme döndüğünde çocuğunun halini gören genç annenin ümitsizliği ve dehşeti bütün Edirne’yi kapladı. Böylesine kanlı başlayan bir saltanat devrinden çok şeyler beklenebilirdi. Olayı bastırmak isteyen II.Mehmed, kendi emri ile hareket eden Evrenosoğlu Ali’yi sarayda idam ettirdi. Ertesi gün de karnında babasının başka bir meyvasını taşımasından endişe ettiği Mara’yı, bütün itirazlarına rağmen İshak adında bir köle ile evlendirdi (c.2/s.419)”ğini belirtmektedir.
Eğitim, bilim ve kültüre verdiği önem
II.Mehmet, çocukluğunda yaramaz olsa da çok iyi bir eğitim almıştır. Halil İnalcık (TDV.İslâm Ans.); "…Din felsefesi meselelerine âşina olan Fâtih Sultan Mehmed’in coğrafya, matematik, astronomi ilimlerine özel bir ilgisi vardı. Çeşitli ilimleri tahsil için uzmanları kendisine hoca tayin ederdi. Arapça ve Farsça’ya vâkıf olduğuna şüphe yoktur. İç oğlanlarıyla saray çevresi Rumca ve Slavca’yı öğrenmesine elverişliydi. Arabistan ve İran’da devrinin büyük ulemasını tanır, onları kendi ülkesine getirtmeye çalışırdı. Ülkesindeki ulemanın Acem ve Arap uleması düzeyinde olmamasından üzüntü duyuyordu.
Fetihten sonra İstanbul’da sekiz kiliseyi (bu arada Zeyrek Medresesi) medrese haline getirdi; Ayasofya medresesini açtı. 1470’de kendi camisi etrafında ünlü Semâniye medreselerini yaptırdı. Medreseleri bizzat teftiş eder, dersleri dinler ve ödül verirdi. Bu devir Osmanlı Türkleri’nde matematikte oldukça parlak bir devirdir. Fâtih, ilim ve felsefe tarihinin en önemli meseleleri üzerinde âlimleri tartışmaya ve eser vermeye teşvik etmiştir. Çeşitli kaynaklar Fâtih’in felsefeye ilgisini belirtir. Doğu’yu ve Batı’yı temsil eden devrin büyük zekâları onun huzurunda birleşiyordu.
Fâtih, Trabzonlu Rum âlimi Amiroutzes ile oğluna Batlamyus’un kitabını Arapça’ya tercüme ettirmiş ve bir dünya haritası yaptırmıştır. Bu arada coğrafî ve askerî konuları özel bir ilgiyle izlerdi. E.Jacobs’a göre Ciriaco, Fâtih ile Eskiçağ’ın abideleri, edebiyatı ve İtalya’daki hümanistler arasında bağ kurmuştur.
Fâtih’in kütüphanesinde Batı kültürüyle ilgili elli eser bugüne intikal etmiş olup kırk ikisi Yunanca’dır. Eserlerden sekizi tarihe, altısı matematik ve astronomiye dairdir. Tarihe ve coğrafyaya ait eserler mevcudun üçte birinden fazladır. İtalya’da İbn Rüşd felsefesinin hâlâ hararetle tartışıldığı bir devirde Fâtih’in Hocazâde ve Ali Kuşçu’ya dönmesi tabiidir. Fâtih devrinde Osmanlı kültürünün Batı kültürü ile serbest bir şekilde temasa geldiği ve sonraki devirde bunun sürdürülmediği de bir gerçektir. (c.28/s.395-407)”
Batı kültürü ve Hıristiyanlık
Halil İnalcık (TDV.İslâm Ans.); “Batı kültürünü ve Hıristiyan dinini anlamaya çalışmıştır. Patrik Gennadis İ’tikâdnamesi’ni onun için yazdığı gibi Georgios Trapezuntios, Hıristiyanlık ve İslâmiyet arasında esaslı fark olmadığı ve bu iki dinin uzlaştırılması suretiyle Fâtih’in bütün milletleri idaresi altında toplayabileceği iddiasında idi.
Batı kültürüyle ilk tanışması şehzadeliğinde Manisa sarayında başlamıştır. 1454’te bir İtalyan hümanisti olan Ciriaco d’Ancona ve başka İtalyanlar onun sarayında bulunmakta ve kendisine Roma ve Batı tarihleri okumakta idiler. 1465’te Milano elçisinin yazdığına göre onun yanında Floransalı, Cenevizli ve Raguzalı danışmanları vardı. Fâtih’in yanında bulunan hümanistlerden Angelo Vadio, G.Stefano, Emiliano’nun adları bilinmektedir (sonuncusu Fâtih’e ölümünde bir mersiye yazmıştır). Francesco Berlinghieri Geographia adlı eserini ve Roberto Valturio De re militari adlı kitabını Fâtih’e ithaf ve takdim etmek istemişlerdir.”
Vikipedi’den sadece şu ifadeleri aktaracağım: “Hristiyanlığı yakından tanımak isteyen Fatih, İstanbul Ortodoks Kilisesine patrik olarak atadığı Gennadis ile Hristiyanlık akaidi üzerine müzakereye girişmiş ve bu müzakerenin yazılmasını istemişti. Hatta bu durum Avrupa'da Fatih'in Hristiyanlığa meylettiği şeklinde yorumlanmıştır. Tarihçi İlber Ortaylı bu konuyla ilgili olarak ‘Fatih'in şüphesiz itikadı olduğunu, fakat sofu derecesinde koyu bir Müslüman olmadığını’ belirtmiştir.”
Haftaya devam…