Biliyorsunuz! Osmanlı Devleti’nin 1402-1413 yılları arasındaki döneme “Fetret Devri” denilmektedir. Ülkemizin bugün içinde bulunduğu duruma dikkat çekmek ve karşılaştırmak düşüncesiyle bu konuya girdim.
TDV.İslâm Ansiklopedisi (c.12, s.475)’nde; “Fetret kelimesi sözlükte, ‘bir şeyin şiddetini kaybedip gevşemesi ve zayıflaması’ anlamındaki fütûr masdarından isim olup ‘zaaf, gevşeme, gücünü ve tesirini kaybetme’ manasına gelir. Fetret daha ziyade Hz.İsa ile Hz.Muhammed arasında geçen tebliğsiz dönem için kullanılır. Bu dönemde yaşayan topluluklara da ‘fetret ehli’ denir. Ayrıca Kur’an’ın Hz.Peygamber’e indirilişi esnasında vahyin kesintiye uğradığı zaman, devletlerin tarihinde merkezi otoritenin zayıflayıp yönetim boşluğunun doğduğu… dönemler de fetret olarak adlandırılır.” denilmektedir. Türk Dil Kurumu (TDK) da “Fetret” sözcüğünü benzer şekilde tanımlamıştır.
20 Temmuz 1402’de Osmanlı Devleti ile Timur Devleti arasındaki Ankara Savaşı’nı Timur kazanmış; esir düşen Yıldırım Bayezid 8 Mart 1403’de ölmüştür. Şehzadeler arasında, 11 yıl süren belirsiz ve karışık taht kavgası dönemine “Fetret Devri” denilmiştir. Savaşın sebeplerine veya haklı-haksız gibi konulara girmeyeceğim. Çünkü amacım başka…
Prof.Dr.İlber Ortaylı (10/01/2010, Milliyet), “Osmanlı, taht sahibini seçme işini iyi yapamadı” başlıklı yazısında; “Umumi hüküm; Osmanlı saltanatının tahta kimin geçeceği işini layıkıyla halledemediği yönündedir. Ettiğini zannettiği zamanda da tahta taze ve güçlü adaylardan çok ihtiyarlar geçmiştir… Bu usul gerçekten de meydan muharebelerine sebep olmuştur… Devlet ve hanedanın kabusudur ve iç savaşı önlemek için kardeş katli dahil her şey mubah görülmüş ve meydan muharebesini saray içi entrikalara çevirmek bir çözüm gibi algılanmıştır… Taht hak edenlere bırakıldı veya bırakılmadı ama mülkün toprakları şehzadeler arasında taksim edilmedi. Cengiz Han imparatorluğu kendisinden sonra taksime uğradı; Timur’un muhteşem imparatorluğu çocukları arasında bölüşüldü… Osmanlı ise ne parçalandı ne de hanedan izmihlale uğradı, altı buçuk asır başta kaldı.” demektedir.
I.Bayezid’in esir düşmesiyle Çelebi Mehmed, İsa, Süleyman ve Musa isimli dört oğlu arasında taht kavgası başlamıştır. Bu süreç, Osmanlı Devleti’ni; siyasi birliğin bozulması, yeni beyliklerin kurulması, Anadolu ve Balkanlar üzerindeki hakimiyetin yitirilmesi eşiğine getirmiştir. Sonuçta bu kavgadan Çelebi Mehmed galip çıkmış ve “Fetret Devri” sona ermiştir. Bu sebeple I.Mehmed, Osmanlı Devleti’nin ikinci kurucusu kabul edilmiştir.
Günümüzde fetret
Bu tabiri, garip bulabilirsiniz: Evet!.. Bugün Padişah da padişah çocukları (şehzadeler) da yoktur; dolayısıyla taht/saltanat kavgası da yoktur. Ama yöneticilerimizin yakışıksız söylemlerinden dolayı vatandaşlar/ kardeşler arasında siyasi kavga, gerginlik ve ayrışma vardır.
1921 Anayasası’nda egemenlik millete verilmiş ve 1923 Anayasası’nda da devletin yönetim şekli Cumhuriyet olmuştur. Arada parti denemeleri varsa da 1946’dan itibaren çok partili döneme geçilmiştir. Dört yılda bir yapılan seçimler, artık beş yılda bir yapılmakta ve ülkeyi yönetecek parti/ partiler iktidara gelmektedir.
14 Mayıs 2023 Pazar günü yeni bir seçimle karşı karşıyayız. Bu seçim aynı zamanda bir referanduma dönüşmüştür: Sonucuna göre; ya “Partili Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi”ne devam edeceğiz ya da “Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem”e geçeceğiz. Beş yıldır uygulanan sistemin değerlendirmesini yapmak, bu köşe yazısına sığmaz. Sadece şu kadarını söyleyeyim: Cumhurbaşkanının tek imzasıyla her şey yapılabilmektedir. TBMM, 600 milletvekili ve bakanlar göstermelik hale gelmiştir!..
Sanki savaşa gidiyormuşuz gibi partilerin ve özellikle cumhur ittifakının (başta cumhurbaşkanının) sert ve suçlayıcı sözleri -ister istemez- gerginlik yaratmaktadır. Esasen 2002 yılından beri aynı gerginlik politikasını uygulamaktadır. Kendi yandaşları dışındakileri itiyor, itekliyor, ötekileştiriyor, dışlıyor, düşman görüyor, ayrıştırıyor vs...
Milletin ve devletin birliğinin, beraberliğinin ve bütünlüğünün teminatı olması gereken cumhurbaşkanı; bu sert ve gergin tavır ve söylemleriyle vatandaşlar arasında bölünmüşlük ve hatta düşmanlık yaratıyor. İşte “kardeş kavgası” derken bunu kast ediyorum.
İktidarın ilk yıllarında, ülkenin kurucu unsuru olan Türkleri de sayarak sanıyorum 24-25 etnik gruptan bahsetmişti. Sıkıntı bu söylemle başladı. Kimse kimsenin alt kimliği ile uğraşmaz. Anayasa’daki “Türklük veya Türk Milleti” tanımı, Türklerin yanı sıra diğer unsurları da kapsayan bir üst kimliktir: Milletin birliğini, beraberliğini, bütünlüğünü, kaderde ve tasada ortak olmayı sağlar. Tarihimizi çok iyi öğrenmeliyiz.
Cumhurbaşkanları, devleti ve vatandaşların tümünü temsil etmek zorundadır. Zorlu bir coğrafyada yaşadığımızdan dolayı sadece cumhurbaşkanları değil, tüm vatandaşların dikkat etmesi gerekiyor. Maalesef! “Partili Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” ile bu anlayış kayboldu. Çünkü sistem, partileri bağımsız hareket etme yerine birbirine muhtaç etti. Çok farklı fikirleri ve dünya görüşleri olan partileri ittifaka zorladı.
Dosdoğru ol!
Fetret sözcüğüne bir de dinî açıdan bakalım: İslâm, Arapça silm (selm) kökünden türetilmiştir; kurtuluşa erme, boyun eğme, teslim olma, barış gibi anlamları vardır.
“Ülke vatandaşlarının %98’i Müslüman” diyoruz (Vikipedi’de %89,5 olduğu yazılı). Demek ki Sünni’siyle, Alevi’siyle en azından %89,5’u İslâmî inanca sahip. Müslüman olan da olmayan da çeşitli partilere oy vermektedir.
Hucurat Suresi’ni, özellikle okuyunuz: 10.ayetin mealinde, Allah; “Müminler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin ve Allah'tan korkun ki esirgenesiniz.” 11.ayette ise, “Ey müminler! Bir topluluk diğer bir topluluğu alaya almasın. Belki de onlar, kendilerinden daha iyidirler. Kadınlar da kadınları alaya almasınlar. Belki onlar kendilerinden daha iyidirler. Kendi kendinizi ayıplamayın, birbirinizi kötü lakaplarla çağırmayın. İmandan sonra fasıklık ne kötü bir isimdir! Kim de tövbe etmezse işte onlar zalimlerdir.” buyurmaktadır.
Kendisini “İslâmcı” diye tarif edenlerin -eğer inancında samimiyse- Kur’an ayetlerine önce kendilerinin uyması ve İslâm’ı, siyasi istikbali için kullanmaması gerekir. Aksi halde, maazallah Peygamberimizin “Münafık”lıkla ilgili hadisine muhatap olur!..
Kur’an (Hud, 11/112)’da; “Öyle ise emrolunduğun gibi dosdoğru ol. Beraberindeki tövbe edenler de dosdoğru olsunlar. Aşırı da gitmeyin (Hak ve adalet ölçülerini aşmayın). Şüphesiz O, yaptıklarınızı hakkıyla görür.” (Peygamberimizin “Hud suresi beni kocattı” dediği rivayet edilir.) Ayette, İslâm’ın iki ana ilkesinden bahsedilmektedir: Dosdoğru yaşamak ve haddi aşmamak. Birçok ayette de aynı anlamda “Sırat-ı Müstakim” geçmektedir.
Kur’an’da; helal-haram, sevap-günah, doğru-yanlış, iyi-kötü vs. birçok ilke ve kurallar vardır. Bunların çoğu ahlâk kurallarıdır ki, bunlara uymuyor ve/veya yaşamıyorsan, yaptığın ibadetlerin de bir anlamı yoktur.
Müslüman, sorumluluğunu bilendir. Hem dosdoğru olacaksın hem de hakkı- adaleti gözetip doğru yolda yürüyeceksin. Yapılmamış işleri yapmış gibi, söylenmemiş sözleri söylenmiş gibi topluma/ inananlara söylemeyeceksin, açıklama yapmayacaksın.
Hiçbir vatandaşı ayırt etmeden, öncelikle birlik ve beraberliğimizi sağlamak; dış güçlere/ düşmanlara karşı iç cepheyi güçlendirmek şart. “Tatlı dil, yılanı deliğinden çıkarır” demişler atalar!..
Hacı Bektaşı Veli’nin sözüyle yazımı bitireyim: Bir olalım, iri olalım, diri olalım.