Kaynaklarda adı “Kölemenler veya Ed-Devletü’t-Türkiye” diye de geçen Mısır’daki Memlûklar Devleti, 3 Temmuz 1250’de kurulmuş ve 23 Ocak 1517’de “Ridaniye Savaşı” ile Yavuz Sultan Selim tarafından yıkılmıştır.
Memlûklar dönemi halifeleri: 1.Muntasır (1259-1261), 2.I.Hakim (1262-1302), 3.I.Müstekfî (1302-1340), 4.I.Vasık (1340-1341), 5.II.Hakim (1341-1352), 6.I.Mutezid (1352-1362), 7.I.Mütevekkil (1362-1383), 8.II.Vasık (1383-1386), 9.Mustasım (1386-1389), 10.I.Mütevekkil (2.kez, 1389-1406), 11.Mustain (1406-1414), 12.II.Mutezid (1414-1441), 13.II.Müstekfî (1441-1451), 14.Ka’im (1451-1455), 15.Mustencid (1455-1479), 16.II.Mütevekkil (1479-1497), 17.Mustamsık (1479-1508), 18.III.Mütevekkil (1508-1517).
Yılmaz Öztuna (Büyük Türkiye Tarihi): “Yavuz’un Mısır seferi esasen bir bakıma ‘İslâm Birliği’ projesini gerçekleştirmek amacına güdüyordu. Türkiye çapında devleşen bir devlet, artık şu veya bu devletin, manevî sahada da olsa, şu veya bu türlü üstünlüğünü çekemezdi. Esasen İran’ın Şiilik propagandası gibi yıkıcı mahiyette olmamakla beraber, Mısır’ın hilafet (halifelik) propagandası da Türkiye’yi tehdit ediyordu.
Yavuz Sultan Selim, Hazret-i Peygamber’in 73.halifesi olmuştur. Ondan sonra Osmanlı imparatoru olan Türk Hakanlarının hepsi, aynı zamanda İslâm Halifeleridirler (c.3/s.233).
Osmanlı hükümdarı, kudretini doğrudan doğruya Tanrı’dan alıyordu. Teoman ve Mete’den beri Türk Hakanları, kudretlerini Tanrı’dan alırlar. Hatta eski Hakanlar, Tanrı’ya benzerler. Fakat Müslüman dini, bu telakkiyi yıkmış, Hakanları Tanrı’nın kulu derekesine indirmiştir. Böyle olmakla beraber, bu kul, gene de Tanrı tarafından milletinin başına getirilmiştir. Bu telakki umumidir ve hiçbir Türk’ün aksi bir kanaati yoktur (c.3/s.245).
(Aksi düşünce) …Şer’i terimle huruç ale’s-sultan (Padişaha baş kaldırma) idi ki, Allah’a ortak koşmak hariç, en büyük küfürdü. Sistem bu idi (c.10/s.178).
Osmanlı dönemi halifeleri: 1.Selim (Yavuz,1517-1520), 2.Süleyman (Kanuni,1520-1566), 3.II.Selim (1566-1574), 4.III.Murad (1574-1595), 5.III.Mehmed (1595-1603), 6.I.Ahmed (1603-1617), 7.I.Mustafa (1617-1618), 8.II.Osman (1618-1622), I.Mustafa (2.kez, 1622-1623), 9.IV.Murad (1623-1640), 10.İbrahim (1640-1648), 11.IV.Mehmed (1648-1687), 12.II.Süleyman (1687-1691), 13.II.Ahmed (1691-1695), 14.II.Mustafa (1695-1703), 15.III.Ahmed (1703-1730), 16.I.Mahmud (1730-1754), 17.III.Osman (1754-1757), 18.III.Mustafa (1757-1774), 19.I.Abdülhamid (1774-1789), 20.III.Selim (1789-1807), 21.IV.Mustafa (1807-1808), 22.II.Mahmud (1808-1839), 23.Abdülmecid (1839-1861), 24.Abdülaziz (1861-1876), 25.V.Murad (1876), 26.II.Abdülhamid (1876-1909), 27.V.Mehmed (1909-1918), 28.VI.Mehmed (Vahdettin, 1918-1922).
Türkiye Cumhuriyeti: son halife Abdülmecid Efendi (1922-1924)’dir.
“Padişahın, 1516’dan 1924’e kadar aynı zamanda halife olması, İslâm gücünü -Avrupa’nın burnunun ucunda- temsil etmesi, Avrupa muhayyelesinde uzun asırlar, Türk ve İslâm’ı birbirine eş mefhumlar olarak yaşattı.
Kılasik Osmanlı düzeninde 4 Sünni mezhep de haktı ve nazariyatta eşit tutuluyordu. (Tebaanın) çoğunluğu Hanefi idi ve Abbasi hanedanı gibi Osmanoğulları da bu mezheptendi. Hanefi mezhebine ‘Türk mezhebi’ denmiştir, üç kıtaya Türkler tarafından yayılmıştır (c.10/s.189)."
Dr.Rıza Nur (Türk Tarihi) ise; “Miladi 14.Asrın sonuna kadar bütün Türklerde din siyasete, devlet işlerine karışmazken, bundan böyle Selçuklularda devletin esas siyasetini din teşkil eylemiştir. Dinin ehemmiyeti gün geçtikçe artmış, milli müesseseleri yıkmış, milli duyguları zihinlerde silmiştir. …Biri din zihniyetinin zaruri neticesiydi. Diğeri devlete Sünnilik esas politika ittihaz edildiğinden Şiiliğe karşı harekete geçmek lazımdı. Bunun için de Sünniliğin mümessili olan halifeyi tutmak gerekti. Bu sebeple Selçuklu Sülalesi Şiilik aleyhine yürüdüler. …Bu uğurda çok kan döktüler, Türk’ün kudretini israf ettiler (c.3/s.124).
Türkmenlerde Şiiliğin revacını sebep Sünniliğin kadını kapatması, hürriyeti azaltmasıdır. Halbuki Türk’de, bilhassa göçebe Türkmen’de kadın sosyetenin lazım-ı gayr-ı müfarıkıdır (onsuz olunamaz, ayrılamaz parçasıdır). Kadın Türk’e baş, padişah dahi olur. Oruç, namaz dahi göçebeye güç gelmiştir (c.3/s.125).
Bu hanedan önce saf ve temiz bir surette milli iken, sonraları Sasanlıları taklid etmek, Acemlere özenerek model yapmak hatasına düşmüştür. Acemin harsını, bilhassa debdebe ve sefahatini almışlardır. Önce Türkçe dili revaçda iken saraya Acemce girmiş, edebiyat Acemce yapılmış, devlet dili Arapça ve Acemce olmuştur. Bereket versin ki saltanat hanedanının bu Acemleşmesi millete tesir edememiştir. Millet yine Türk kalmıştır. Dilini, adetini bırakmamıştır.
Uzun Hasan Han’ın kızının oğlu ve Şii şeyhlerinden Erdebilli Şeyh Safiüddin oğlu Şah İsmail Safevî Tebriz’i payitaht yaparak istiklalini ilan etti. Bunlar Türk’türler. Bu zat askerine tepeleri kızıl çuhadan ve beyaz sarıklı kalpak giydiriyordu. Bu suretle ‘Kızılbaşlar’ şanı verdiler. Bundan sonra Şiilere ‘Kızılbaş’ dendi (c.3/s.201).
Nadir Şah (1736-1747) ‘Caferi’ mezhebindeydi. Şiiliği kaldırmak istiyordu. Aynı zamanda Sünni mezheplerin beşincisi olarak Caferi mezhebinin de kabul ve Kabe’de ona mahal tahsis edilmesini istediyse de bizimkiler tarafından kabul edilmedi (c.3/s.272).
Hindistan’dan zaferle dönen Nadir Şah hududumuza tecavüz ettiğinden yeniden İran’a harb açıldı. Bu harb üç yıl devam etti. Nadir Şah da İran’da sahabelere küfür adetini kaldırmış, diğer Sünnilik ve Şiilik meselelerini de iki tarafın ulemalarının iştirak edeceği bir kongre ile halledilmesini teklif etmişse de bizim din uleması cehalet ve adi tabiriyle bu güzel işi nazar-ı dikkate aldırmamışlardır (c.3/s.273)."
Türklerin devlet yönetimi
Prof.Dr.Haydar Çakmak (Medya Siyaset web sitesi): “Türkler hiçbir surette devletlerini dini kurallara göre yönetmemiştir.
900 yılından itibaren Türklerin tamamına yakını Müslümanlığı seçmiştir. Türkler, İslamiyet sonrası büyük devletler kurmuş ama hiçbirinde Şeriat düzeni kurmamış ve hiçbirinde Şeriat isteyen kişiler ve örgütler olmamıştır.
İngilizler, Osmanlı imparatorluğu içinde 5.Kol faaliyetlerine başlamışlar ve bunu da en iyi kamufle olacakları milli olmayan dini örgütler içinde olabileceğini görmüşler ve 19.yüzyıldan itibaren kurulan cemaat ve tarikatların önemli bir bölümü Yahudi-İngiliz ortaklığının kontrolünde kurulmuş ve onların çıkarlarına hizmet etmiştir.
Çünkü kendilerini saklayabilecekleri ve halkın uyanmasını önleyebilecekleri en iyi yer dini kurumlardır.
Bugün itibariyle diyanetin içinde neler oluyor, hangi faaliyetlerde bulunuyorlar, milletin paraları nerelere harcanıyor, kimler görev yapıyor, bu görev yapan kişiler Türk devletine ve Türklere hangi gözle bakıyorlar, bilmiyoruz; kapalı bir kutudur.
Cemaatler ve tarikatlar, kendilerine özgü bir insan türü yaratmışlar, düşünmüyor, anlamıyor, dinlemiyor ve kendi milletine ihanete hazır bir güruhun bir parçası oluyorlar. (Orhan Uğuroğlu, 27 Nisan 2020, Yeniçağ)"
Son padişah Vahdettin, halife sıfatıyla İngilizlere müracaat ederek 17 Kasım 1922’de İngiliz harp gemisiyle gizlice İstanbul’dan ayrılmıştır. İngilizlerin, halifelerle ilgilenmelerinin veya padişahı kontrol altında tutmak istemelerinin sebebi, acaba Orta Doğu ve Asya’daki sömürgelerinde yaşayan halkların çoğunun Müslüman olması mıdır?..
Bugüne kadar okuduklarımdan çıkarttığım sonuç şudur: Türklerin kurduğu -Osmanlı da dahil- hiçbir devlet, din esaslarına göre (bazılarının tabiriyle şeriatla) yönetilmemiştir. Dine saygı ve Kur’an hükümlerine dikkat edilmekle birlikte töre ve hükümdarların koyduğu örfi hukukla, yani yasalarla yönetilmiştir.