Ünlü tarihçimiz Prof.Dr. Halil İnalcık’la yapılan söyleşiden (Tarihçilerin Kutbu, Emine Çaykara, İş Bankası Yayın.,2005) yararlanarak bazı bilgileri aktaracağım:
İnalcık Hoca; “Vahhabizm, Arap Yarımadası’ndan Kuzey Afrika’ya, İran’a yayıldı. Bugün Humeynizm, aşağı yukarı bu Vahhabizm’in Şiî şeklidir. Bütün aşırı İslâmî tarikatlar, hareketler bugün Vahhabizm’e bağlanır. Vahhabi püritanizminin uygulandığı yegâne memleket Suudi Arabistan’dır. Kur’an’da recm var, meselâ doğru yoldan sapan bir kadını taşlayarak öldürme... Diyorlar ki, Hz.Muhammed’in telkin ettiği İslâm budur.
Osmanlı devrinde kanunnamelerde, hırsızın eli kesileceği yerde ceza paraya çevrilmiştir. Bugün Suudi Arabistan’daki Vahhabizm, İran’dan, Afganistan’dan Fas’a kadar bütün İslâm dünyasında taraftar bulan, köktenci hareketlerin kaynağıdır (361).”
Oryantalistler
“…Batı metodolojisiyle doğu kültürlerini, dinlerini araştırma, oryantalizm, üniversiteye (Ord.Prof.Dr. M.Fuat) Köprülü ile girmiştir.
Doğu kaynaklarını en doğru biçimde yayımlayanlar, oryantalistlerdir. Hz.Peygamber’in söz ve davranışlarını tespite çalışan İlm-ül Hadis var. Birçok yalancı hadis ortaya çıkmış. İslâm’da hadîslerin doğruluğunu tespit, çok önemli bir araştırma disiplinidir. Bir hadis kimden menkuldür, kim söyledi bunu, o kimden almıştır, bunu tâ Medine’ye kadar takip ederler... Sonra Kur’an’da geçen şu kelime, Hz.Muhammed hayatta iken hangi manaya geliyordu; bunu araştırmak için meselâ bilgin Arabistan çöllerine gidip kabileleri ziyaretle o kelimenin başka manalarını araştırıyor.
Yani İslâm’da Kur’an’ın doğru tefsiri için büyük bir gayret var. Öbür yandan Batı ilim metodolojisini izleyenler, doğru sanılan birçok hadisin uydurma olduğunu ortaya çıkardı. Alman oryantalisti Joseph Schacht, fıkıhta ekonomiye ait birçok ahkâmın Roma, Bizans hukukundan geçtiğini ispat etti. Emevi hilâfetinde Rumlar çalışıyordu, defterler Rumca tutuluyordu, 700’den sonra yerini Arapça aldı. Kuvvetli bir Bizans-Roma tesiri vardı. Hukuk sahasında yerli kültürlerden alıntılar konusunu oryantalistler gösterdi (s.297).
Hollanda meselâ Endonezya’da hâkim... yerli Müslümanları idare için İslâm hukukunu araştırıyor, en büyük İslâm fıkıh âlimlerinden bazıları Hollandalıdır. Oryantalizmin koloni siyasetine hizmet ettiği, bu misal göz önüne alınırsa, doğrudur, ama Batı ilim geleneğinin, İslâmoloji’nin gelişmesine büyük hizmetleri de ortada (s.298).
Türk Islâmiyeti’nin Arap Islâmiyeti’nden farkı, tasavvufu, dinî hayatın önemli bir kolu olarak kabul etmesidir. Türkiye’de Kur’an’ın tefsirinde tasavvufu esas alan müfessirler vardır. Tasavvufla Kur’an’ı yorumlayan İranî ulemadan Râzî’nin Kur’an tefsiri bizde el üstünde tutulur (s.303).”
Cumhuriyetin ilk dönemi
“1929’a kadar Atatürk’ün belli başlı inkılâpları birbirini izler. Hilâfetin kaldırılması, bence en büyük inkılâptır... Hilâfetin kaldırılmasıyla devlet laikleşiyor; biliyorsunuz Osmanlı Kanunî Esasisi’nde “devletin dini dîn-i İslâm’dır” ifadesi vardı, hilâfet kalkınca o kalkıyor. Toplum, Medeni Kanun’la, İslâm hukukunu bırakıp Batılı hukuka geçiyor; Türk insanının hayatı için çok önemli bir kanun... 1924-27 arasında önemli gelişmeler olmuştur. Ata’nın lider grubu içinde hilâfetin kaldırılmasına karşı olanlar vardı. Hint Müslümanları hilâfetin kaldırılmasını istemiyordu, çünkü hilâfet Müslümanların İngiliz hâkimiyetine, Hintlilere karşı dayanağı oluyordu. Hilâfet Hareketi bugünkü Pakistan’ı doğuran harekettir, hilâfetle beraber Son Osmanlı, Abdülmecid, Cuma selâmlığı filân hepsi gidiyor (s.41).
Hilâfet meselesi yüzünden Hindistan’daki Müslümanlar arasından baskılar geliyor, İnönü ile Atatürk ‘hilâfeti kaldıralım, Abdülmecid’i sürgüne gönderelim’ diye anlaşınca büyük akis yaptı memlekette ama kendi arkadaşlarıyla arasına soğukluk girdi ve o tarihten itibaren İnönü, Atatürk’ün en yakın arkadaşı durumuna geldi (s.41).
Yani İnönü, Atatürk dönemi belli bir grupla kurulmuştur. Hilâfet meselesi çok mühimdi, şapka ‘inkılâbı’ filân bunun yanında önemsiz kalır.
Atatürk Türk milletini Batılı bir millet yapmayı düşünüyordu. Sıradan halk ise, toplum ve siyasî hayatı İslâmî düşünceyle düşünüyordu (s.42).
Ona muhalefet eden Rauf Bey, Kâzım Karabekir, Rafet Paşa’larla hilâfetin kalkışına kadar daima işbirliği içindeydiler, kolektif bir liderlik vardı (s.43).
Atatürk’ün İslâm düşüncesi şuydu ve bütün nutuklarında söylerdi. ‘Din bireyin vicdanına aittir, bunu bir zorunluluk haline getirmek hatadır.’ Zaten İslâm Tanrı’yla birey arasında bir ruhban sınıfı, bir zorunluluk tanımaz (s.46).
Atatürk belli bir tarih ve millet şuuru yaratmak istiyordu; devlet kontrolüyle yazılmış, Türk milletini bir dini cemaatten bir millet haline getirmek için onun ideolojisini, belli bir tarih görüşünü aksettiren kitaplardı bunlar... (s.49).
Bugün kendini Türk hissetmeyen, azınlık sayan kozmopolit aydınlar ortaya çıktı. Cumhuriyet’in mantıklı olarak bir millî politikası vardı. Atatürk’ün bütün ideali bir cemaat imparatorluğundan, bölünmüşlüğünden, bütünleşmiş bir Türk milleti, Türk devleti yaratmaktı. Milli devlet ancak bununla var olabilirdi. Öteki etnik ayrılıkları tamamıyla göz ardı ederek, Türkçe esastır, Türk tarihi esastır, Türklük esastır deniyor, bu ideali benimseyen bir nesil yetiştirilmek isteniyordu... Böyle bir siyaset Atatürk zamanında zarurîydi, çünkü Türk halkı cemaat hayatı yaşıyordu, Türklüğünün farkında değildi. Atatürk’ün kurduğu devlet Türk milliyetçiliği prensibine dayanıyor. (s.358).
Bugün İslâm dünyasında İslâm’ı derinliğine araştıranlar, Araplardan çok Pakistanlılardır, oradan seçkin âlimler çıkmıştır (s.389).
Pakistanlılar bizi gönülden sever. Hint Müslümanları, Atatürk’ün İngilizlere karşı mücadelesini kendi bağımsızlıkları için bir örnek kabul etmişlerdir. Pakistan’daki Hilâfet Hareketi, onları halife-sultana, dolayısıyla Türkiye’ye bağlıyordu. Mustafa Kemal’in 1919-23 arasındaki mücadele devrinde Hint Müslümanlarıyla sıkı yakınlığı vardı (s.391).
Hilâfetin ilgasından sonra Pakistanlılar tavır değiştirdi, çünkü Pakistanlılar hilâfet dolayısıyla bize bağlıydılar. İngiltere’ye, bağımsız bir İslâm devleti fikrini, hilâfetin bağımsızlığı fikrine dayanarak kabul ettirdiler. Böylece müstakil bir Pakistan, İslâm devleti kuruldu. Türkiye’nin büyük rolü vardır Pakistan’ın kurulmasında. Türkiye’ye en yakın devlettir, Pakistan ve Bangladeş. Türkiye’nin, bir Müslüman ülkenin cumhuriyeti ve laikliği kabul etmesi İslâm’da bir devrimdir. Kont Ostrorog, Angora Reform başlıklı kitabında bunu dile getirir (s.391-392).
Ostrorog 1922’lerde dil hususlarında bir danışman olarak gelmiştir Türkiye’ye... Mustafa Kemal’in cumhuriyeti ilân etmesiyle ilişkili İslâm’da cumhuriyet fikri onu çok etkiledi. Kitabında diyor ki; ‘İslâm’da artık fiilen bir durum var, bir Müslüman memleket cumhuriyet oluyor, bunu İslâm hukukuna göre tefsir etmek, yorumlamak artık İslâm ulemasının vazifesidir.’ Sonraki yıllarda Atatürk reformları çok daha ileri gitti biliyorsunuz. Laiklik prensibi anayasaya girdi. Ama 1924’te Kont Ostrorog, Atatürk’ün yaptığını, İslâm toplumunda bir devrim olarak görüyor (s.392).
Türkiye’de iki tür bağnazlık var. İslamcı kampta da iki grup var; birisi şeriat devleti getirmek isteyen, saldırgan, bağnaz bir grup... Bir de Osmanlı kültüründe oluşmuş gelenekçi, fakat hoşgörülü bir İslâm’ı getirmek isteyen grup (s.66).”