Geçmişte, kapsamında saltanat, hükümranlık, hükmetme, hüküm koyma, hüküm verme, hakimiyet, otorite, idare, nüfuz gibi birçok anlamı bulunduran “egemenlik simgeleri/ göstergeleri” şunlardır:
1- Davul/ Nevbet: “Arabca tabl, ‘davul’ demektir. Askeri mızıka manasındadır. Askeri mızıkanın belirli zamanlarda belirli yerlerde nevbet (nöbet) vurmasıdır (Yılmaz Öztuna, Büyük Türkiye Tarihi, c.8/s.58).”
TDV.İslâm Ans.: “Türkler’de nevbet Hunlar ve Göktürkler’den beri hâkimiyet alâmeti olarak benimsenmiş ve bu gelenek Osmanlılar’a kadar sürmüştür. İbn Haldûn, Türkler’in bu konuya aşırı derecede önem verdiklerini belirtir. Türk devletlerinde tahta çıkan hakanlara kurt başlı bir sancak ve davul verilirdi. Davul ve kös çalınması aynı zamanda savaşın başlamasına işaret ederdi; saldırı ve duraklamaları kösün sesi belirlerdi. İbn Battûta, İlhanlılar’da savaşa giderken ordunun toplandığı konak yerinde önce hakanın, ardından büyük hatunun, diğer hatunların, en sonra da vezir ve kumandanların davulunun, konak yerinden çıkışta ise bütün davulların vurulduğunu belirtir. Nevbet geleneği İslâmî devirde kurulan Türk devletlerinde devam ettirilmiştir (c.33/s.38).”
Cazim Gürbüz (Yeniçağ,22.06.2019) yazısında; “Atalar yurt sevmeyi davuldan öğrendiler…’ Bu öyle rastgele söylenmiş bir söz değildir, o davulun geçmişi, yeri, işlevi, iletisi bilinerek imgelenmiştir. Davul egemenlik simgesidir; devlet demektir. Hakan ve Hatun'un eşit sayıda davulu olurdu; ne kadar güçlü iseler, davul sayısı da o kadar çok olurdu…
Davul ve ‘yurt sevme’ ilişkisi şamanî inanca dayanır. …her yerin bir sahibi (iyesi) vardır. O yerleri etkileyecek bir iş yapılacağı zaman izin almak gerekir. Bu izin; o yeri sevmek, korumak, kutsamak, kurban sunmakla olabilmektedir. Bunu belli ettiğinizde o yer de size açılır. Türk topluluklarında vatanın kutsal bilinmesi… Orhan Şaik Gökyay’ın ‘Bu Vatan Kimin’ adlı şiirinde ‘Nehirler gâzidir, dağlar kahraman’ demesi, bundan dolayıdır.”
2- Taht: TDV.İslâm Ans.: “Farsça taht, ‘hükümdarlık, hükümdarın koltuğu ve makamı’dır. Tahtın bulunduğu yere pây-taht (başşehir) denir… Türkler’de doğu yönü kutsal kabul edildiği için hakanlar tahtta doğuya yönelerek otururlardı. Göktürk Kağanı İstemi Han, Bizans elçisi Zémarque’yi, bir atla çekilebilen iki tekerlekli altın bir taht üzerinde otururken kabul etmişti. Taht önemli savaşlarda orduyla birlikte götürülürdü (c.39/s.434)”
Y.Öztuna (aynı eserde): “Biat, kılıç alayından önceki cülûs (tahta geçme) törenidir. Cülûs, Arapça’da (tahta) oturmak manasındadır. Padişah, sadrazamdan başlayarak ileri gelenlerin biatını alır. Hz.Ebubekir’den beri gelen bir törendir.
Muayede ve biatte, sadrazamlar eskiden el öperlerdi. III.Murad’ın cülusundan (1574) başlıyarak, Sadrazam Sokollu’nun dalkavukça hareketi yüzünden etek öpme adeti başladı. Sonra tahtın saçakları öpülmeye başlandı (Ulema saçak öpmezdi). Muayede, bir de haremde yapılırdı. Padişaha karşı kim olursa olsun kadınlar açık yüzle çıkarlardı (c.8/s.66).
Padişahın saltanat alâmetlerinden ikisi, cülûs bahşişi ve kılıç alayıdır. Hele ikincisi olmadan padişah tahta oturmuş sayılmaz (c.8/s.63). Tahta çıktıktan birkaç gün sonra kılıç kuşanma töreni yapılırdı (c.8/s.95).”
3- Sikke/ Para: TDV.İslâm Ans.: “…‘parça, gümüş parçası’ anlamındaki Farsça pâreden gelen kelime …devletin, hükümdarın ya da resmî otoritenin simge veya yazısının yer aldığı madenî para türüdür. Madeni (altın, gümüş, bakır, bronz) para kestirmektir.”
4- Bayrak ve Sancak: Y.Öztuna (aynı eser): “Sarih hükümranlık alâmeti idi, bugün de öyledir (c.8/s.59). Bayrak ve sancak, kesin şekilde kutsaldır. Yere düşürmemek, düşmana bırakmamak, manevi şahsiyetine dokunacak bir duruma sokmamak için ölüm dahil her türlü fedakârlık ve tedbir göze alınır. Bayrak ve sancağına hakaret ettirmek, en büyük milli şerefsizliktir… Bayrak, padişahı dolayısıyla devleti temsil eder. Zira padişah, aslında devleti temsil ettiği için kutsaldır. Gerçekte kutsal olan sadece devlettir. Yani padişah, bir çeşit canlı bayraktan ibarettir (c.8/s.60).”
5- Tuğ: “Sancağa çok yakın bir saltanat alametidir. Tuğ, at kuyruğunun bir mızrağa geçirilmesinden ibarettir. Kuyruk beyazdır veya milli renge, al’a boyanmıştır. Göktürkler’de tuğun alemi, madeni bir bozkurt şeklindedir. Osmanlılarda Padişahın ardından 7 veya 9 tuğ götürülür. 9, eski Türkler’de kudsiyet veya uğuruna inanılan bir rakamdır (c.8/s.61).”
6- Çetr/ Çadır: TDV.İslâm Ans.: “Farsça ‘şemsiye, çadır’ anlamındaki çetr, hükümdar sefere veya alayla bir yere giderken başı üzerinde tutulurdu. Bir mızrağın ucunda küçük bir kubbe (gölgelik, siper) şeklinde açılan bu saltanat şemsiyesi atlas veya altın sırmalı kadifeden yapılırdı ve tepesinde “altın top” denilen bir alem (monçuk) bulunurdu. (c.8/s.293).”
7- Tuğra: TDV.İslâm Ans.: “Oğuz hakanlarından Osmanlı padişahlarına kadar Türk hükümdarlarını temsilen kullanılan yazılı alâmet ve işaretlerdir.
Hükümdar namına bir belgenin üst tarafına yazılan isim, lakap ve dua cümlesinin adı olan tuğranın,… Osmanlılar’da kâğıt ve madenî paralar üzerinde kullanımı dışında taş üzerinde de kitabelerle birlikte uygulanması XVIII.yüzyıldan başlayarak gelenek halini almıştır (c.41/s.336).”
8- Hutbe: TDV.İslâm Ans.: “…İbn Haldûn’un kaydettiğine göre halife adına ilk hutbe okuyan kişi Hz.Ali’nin Basra valisi Abdullah b.Abbas’tır…
İslâm devletlerinde bir hükümdarın meşruiyet kazanması onun saltanatının halife tarafından tasdik edilmesiyle mümkün olurdu. Bunun ilk şartı da hükümdarın kendi ülkesinde halife adına hutbe okutmasıydı.
…İslâm tarihi boyunca bazı kadın hükümdar ve yöneticilerin de kendi adlarına hutbe okuttukları bilinmektedir. Eyyûbî Hükümdarı el-Melikü’s-Sâlih Necmeddin’in hanımı olup Mısır’da Memlük tahtına geçen Şecerüddür, Kutluğhanlılar Hükümdarı Türkân Hatun, İlhanlılar’dan Olcaytu Han’ın kızı Satı Bey Hatun ve Celâyirliler’den Döndü Hatun bunlardan bazılarıdır.
Siyasî bakımdan hutbenin bir önemi de halife ile sultan veya eyalet valileri ve mahallî hanedanlar arasındaki güç dengesinin bir işareti olmasında ortaya çıkmaktadır.
Gazneli Mahmud hâkimiyeti altına aldığı müslüman ülkelerde hutbeyi kendi adına okuttu. Böylece devlet yapısında halifeyi mânevî, hükümdarı siyasî lider olarak tanıma temayülü ortaya çıktı.
İslâm tarihinde devletler arasındaki güç dengesi de zaman zaman hutbelere yansımıştır. Abbâsî hilâfetine rakip olan Fâtımîler, hâkimiyetleri altına aldıkları topraklarda yalnız kendi halifelerinin adını okuttular. …Mısır’daki Abbâsî hilâfetini tanımayan Moğollar, kendi yönetimlerinin meşruiyetine bir temel olarak Sünnî çevrelerde Hulefâ-yi Râşidîn’in, Şiî çevrelerde ise on iki imamın adını hutbede okuttular.
Karacahisar, Osman Bey tarafından fethedilip kilisesi camiye çevrilince (1291) Dursun Fakih ilk defa hutbede Osman Bey’in adını andı. …bu uygulama sürdürüldü. (c.18/s.425)
9- Tırâz ve Hi’lat: Hükümdar ve seçkin şahsiyetlerin, sanatkârane sırma işlemeler ve bilhassa kenar yazılarla süslemiş elbisesidir. Hükümdarların atlastan, dibadan ve ipekten dikilmiş giyimlerini süslemek ve nakışlamak maksadıyla üzerine adlarını, lâkaplarını ve tuğralarını yazmak ve resmetmek devletlerde bir âdettir. Bunu hükümdarlığın bir ziynet ve ihtişamından sayarlar. Hil’at ise; hükümdarın taltif etmek istediği yöneticilere verdiği kıymetli elbiselerdir. Tırâz bir kimseye verildiği zaman hil’at adını alır. Hil’at; kemer, kılıç ve benzeri kuşam malzemesi ile at eğer takımı gibi eşyaları da kapsar.
10- Hümâyûn ve Şahane: Bazı İslâm devletlerinde ve özellikle Osmanlılar’da hükümdarı ve hükümdara aidiyeti ifade etmek üzere kullanılan terimdir.
Y.Öztuna (aynı eser): “Padişaha ait her şeye ve nesneye ‘hümâyûn’ kelimesi eklenir. Sancağ-ı hümâyûn, Tuğ-ı hümâyûn gibi… (c.8/s.61)”
Haftaya devam…