Yazılarımı okuyan arkadaşlarım, neden -kendi görüşlerimi değil de- bazı kitap ve köşe yazılarından alıntılara yer verdiğimi merak ediyor olabilirler: Birincisi; Ülkemizde yeterince okuma kültürünün olmaması, herkesin her kitabı alamaması veya alsa bile sonuna kadar okumaktan sıkılması gibi sebeplerdir. İkincisi, kendi okuduğum ünlü kişilerin kitap ve yazılarından bilinmesinde fayda gördüğüm bilgileri, ilginç ifadeleri sizlerle paylaşmak istememdir. Dolayısıyla hem şahsıma yapılacak eleştirileri önlemeye hem de mümkün olduğunca analiz yapmanızı sağlamaya çalışıyorum.
Gelelim bu haftaki yazıma: Yine ünlü tarihçimiz Prof.Dr. Halil İnalcık’la yapılan söyleşi (Tarihçilerin Kutbu, Emine Çaykara, İş Bankası Yayın.,2005)’den paylaşımlar yapacağım.
İnalcık Hoca’nın şu sözüyle başlayalım: “Yeni kuşaklar bugün ‘Vatan Millet Sakarya’ diye alay ediyorlar o destanî devirle, son derece üzülüyorum. Hakikaten Türkiye’yi kurtaran, bir devlet ve millet yaratan bir liderdi Atatürk (s.45).
(Atatürk) …bir kolektif liderliği simgelerdi. 1927 gerçekten bir dönüm noktasıdır. Atatürk büyük bir stratejist, siyasette de öyle. Türk milletinin bir şansıdır Atatürk... Büyük bir Erkân-ı Harb subayı, hep plânlı hareket ediyor. Atatürk’ün bence tam bir biyografisi yazılmamıştır, idealize ediliyor yahut noksan yazılıyor. Neden kolektif liderlikten tek liderliğe geçti? Biliyorsunuz suikast tertipleri oldu, Cavit Bey meselesi var. Rauf Bey kendisi itiraf etmiştir; ‘Biz hepimiz bağımsızlık savaşında ön plânda savaştık, faaliyet gösterdik ama Atatürk’ün inisiyatifi, azmi ve strateji dehası olmasaydı bağımsızlık savaşı kazanılmazdı’ diyor. Sonra Kâzım Karabekir hatıratını yazdı. 1927 nutku, Atatürk’ün tek başına iktidarı elinde toplamasının dönüm noktasıdır. Nutuk, belli bir siyaseti müdafaa eden bir kitaptır, şimdi bizim cumhuriyet tarihi yazan arkadaşlar, çok kez Nutuk’u tek kaynak olarak alıyorlar. 1919’dan sonra İstanbul ve Ankara’da çıkan Yenigün ve Hâkimiyet-i Milliye gazetelerindeki makaleleri okumadan cumhuriyet tarihi yazılamaz, ki ağır Osmanlıca gazetelerdir bunlar, yani Osmanlıca’yı iyi bilmek lâzım (s.43).
…öbür taraftan da Atatürk’ü putlaştırmak bir hatadır. Buna karşın Ata’yı putlaştırmayalım diyen bir Ecevit, bir Velidedeoğlu çıkmıştır. Atatürk’ün koyduğu prensipler diye birtakım donmuş kurallara bağlı kalmak Türkiye’nin önünü kesmektir diyor Velidedeoğlu… Atatürk son derece de akla, mantığa, ilerlemeye önem veren bir insan; toplumun yeni ihtiyaçlarına göre daima ilerlemeliyiz, diyor. Bugün, birçokları Atatürkçülük adı altında onun idealine ters şeyler yapıyor (s.45).”
Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi kuruluşu
Atatürk; “Türk çocuğu, ecdadını tanıdıkça daha büyük işler yapmak için kendinde kuvvet bulacaktır” diyor.
“Balıkesir Muallim Mektebi’nden 15 Eylül 1935’te mezun olmuşum, o zamanki adım Halil Bozkurt... (s.53). ‘Atatürk, Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi diye tarih tezinin önemli esaslarını araştırmak üzere bir fakülte kuruyor, bunun için fakülteye kırk öğrenci yatılı alınacak’ (s.38) diye Sadri (Ord.Prof. Maksudi Arsal) Bey bana haber verdi. DTCF’nin giriş imtihanını, o yaz çok çalıştım. Ankara ve İstanbul’da yatılı için ayrı ayrı imtihanlar yapıldı; 500 kişi, belki daha fazla müracaat olmuş. O imtihanda Faik Reşit Unat Milli Eğitim’de Yayınlar Müdürü’ydü, imtihan heyetinde; kâğıtları okuyan, not veren heyette... DTCF’ne girdikten sonra bana geldi, ‘sen birinciydin’ müjdesini verdi. Talih.
Talihimize o zaman Hitler’den kaçan Yahudi ve solcu Alman profesörleri fakülteye davet etmişler. Bunlar arasında Enno Landsberger gibi büyük bir eski çağ tarihçisi vardı.
Atatürk bu fakülteyi sıradan bir fakülte olarak değil, tarih tezinde ileri sürülen görüşleri ispatlamak için kurdu; Türk kültürü Orta Asya’dan, Çin’e, Hindistan’a, Avrupa’ya gitti; Mezopotamya medeniyeti Türklerle başladı gibi... Bu tezleri ilmi olarak desteklemek için bölümler oluşturuldu (s.53).
Antropoloji bölümünde Prof. Şevket Aziz Kansu kafa ölçüyordu, Türk ırkı brakisefal, Avrupa ve Afrika ırkları dolikosefal olurmuş... Böyle bir hava vardı o zaman.
Bence Türk Tarihi’nin araştırma sahasında en ilginç devri Osmanlı devridir, ben o dönemi seçtim, büyük arşivlerimiz var. Bakın çok iyi karar vermişim (s.54-55).
Atatürk’e, Türk tarih tezine hizmet ediyoruz. Misyon sahibi olarak, nasıl çalışıyorduk, bilemezsiniz.
Evet, bir misyon sahibi olmak mühimdir hayatta. Bir gaye için çalışmak... İnsanın enerjisini bir noktada yoğunlaştırmak için çalışması…
Tabii normal, hayat değişiyor, ideoloji değişiyor. O zaman Batılı bir millî-devlet kurma felsefesi hâkimdi (s.55).
Atatürk’ün bilime üstün bir yer veren biri olduğunu şuradan anlayabiliriz: Tarih tezi, tarih kongrelerinde ortaya atıldı ve çok eleştiri aldı. Tezin esası şuydu; Orta Asya’da bir deniz vardı, kuraklık yoktu ve orada ilk medeniyet Türk ırkı tarafından kuruldu; orada kuraklık başlayınca Türkler dünyanın dört bir köşesine yayıldılar, gittikleri yerlere medeniyet götürdüler... Bu teze Zeki Velidi Togan şiddetle karşı çıktı, dedi ki, ‘Kuraklık çok daha önce, prehistorik zamanlarda olmuştur.’ Tabii ki, Atatürk’ün yardakçıları o zaman Zeki Velidi’ye fena halde hücum ettiler; Reşit Galip vb. İsmet Paşa zamanında Almanya’ya sürüldü Togan aşırı Türkçü diye. Onun hayatını yazdım, TTK yayınlarında var (Türkiye’de Modern Tarihçiliğin Kurucuları, XIII.Türk Tarihi Kongresi, 4-8 Ekim 1999, Bildiriler, 85-166). O dönem bir heyecan ve misyon dönemiydi. Ama zamanla aşırı görüşlerden sıyrıldım (s.56).
Tabii fakültede bu alanlarda tanınmış Alman profesörler vardı. Almanya’dan gelen bu grup sonra Türkiye’yi terk etti, oysa onlar ömürlerinin sonuna kadar burada kalmak niyetiyle gelmişlerdi, fakat bağnazlık onları kaçırdı. İyi niyet sahibiydiler. Meselâ Güterbock Türkçe’yi Türkler gibi konuşurdu. Bizde felsefeden (felsefe sonradan eklendi DTCF’ne), hocalar yabancı profesörler aleyhine kampanya açtılar, komünistlikle suçladılar (s.56-57).
Onlar da hassas insanlar, dışarıda iş arayıp buldular. Landsberger ABD’ye, Chicago Oriental Institute’e gitti, Hans Güterbock da onu izledi.
Kaçırdık, hepsini bağnazlıkla kaçırdık... Atatürk, Türk bilginleri yetişsin ve bu konuları bilim çerçevesinde araştırsınlar diye bu fakülteyi açıyor. Bakın kendisi ne kadar müspet düşünceli bir insan; ama sonradan onu da çarpıttılar tabii. İlim taassup istemez (s.57).
1930’lardan sonra Atatürk, dil ve tarih üzerinde durmaya başladı; TDK’nu, TTK’nu kurdu. Türk milletinin kültür yoluyla yaratılması davasında Türk dilinin sadeleştirilmesine, hakiki bir Türk dilinin oluşmasına çok önem veriyordu, aydınla halkın birbirini anlamasını, yakınlaşmasını sağlayacak sade dil diye düşüyordu... (s.37).
Atatürk’ün ideali; medeni, batılı, hür bir Türk toplumu yaratmaktı (s.45).”
Haftaya devam…