İnalcık Hoca (Tarihçilerin Kutbu, Emine Çaykara, İş Bankası Yayın.,2005); “Bozkurtlar önemli o zaman... Türklerin babası Bozkurt’tur deniyor, tabii milliyetçi adam, Bozkurt adını alıyor…
O zaman Mustafa Kemal’in zihnini işgâl eden esas mesele sanayii geliştirmek... 1929 dünya krizi olmuş, Türkiye bundan çok etkilenmiş, sefalet var ve yerli sermayeyi kalkındırmak için her yerde ‘vatandaş yerli malı kullan’ sloganı... (s.48).
Atatürk’ün dil ve tarih ilgisini istismar edenler de oldu. Ata, Güneş-Dil teorisini onlarla ortaya attı. Nihayet bir TBMM toplantısında bankaların isimleri veriliyor; Sümerbank, Etibank gibi... O zaman Sümer, Eti (Hitit) moda tabii... Sadri Maksudi Etibank ile ilgili olarak bir şey söylemek için kalkıyor ve diyor ki, ‘Etibank yanlıştır, Etibankası olur, Türkçe’nin bünyesi buna müsaade eder, Etibank olmaz.’ Meğer bu isimleri Atatürk tayin etmiş, hemen Sadri Bey’i çekemeyen dilciler, Atatürk’e yetiştiriyorlar, sizi mecliste tenkit etti diye... (s.37-38).
O Türkiye’yi hızla bir millet yapmak için plân yapmış, o plânı kanunlarla uygulamak istiyor. Bu, var olmanın tek koşuludur diyor. İnönü de öyle. Bizde devleti yenileştirme, Avrupa ile rekabet etme, ezilmeme için reform yapanlar daima bürokratlar olmuştur. Mustafa Reşit Paşa bir bürokrattı, Atatürk askeri bürokrattı, İnönü tam bir bürokrat (s.87).
Güçlü bir Batılılaşma arzusu vardı… Macarlar bütün büyük klasikleri, yani Grek, Latin, Fransız, Alman klasiklerini Macarca’ya tercüme etmişler, Macar bölümü başkanı bunu anlatınca İnönü çok etkilendi ve Hasan Âli Bey’e dönerek dedi ki: ‘Biz de bir seri açacağız ve dünya klasiklerini tercüme edeceğiz.’ İşte bizim edebiyat tarihimizde önemli bir safha açan, klasiklerin çevirileri dönemi böyle başladı. …bütün bunlar, senfoni orkestrası, dünya klasikleri vs. Atatürk’ün temel felsefesine, Batılılaşmaya hizmet etmek için yapılıyordu (s.58).
Yani İnönü’nün tutumu tamamen Atatürk’ün ideolojisini izliyor (s.60).
...Ve hakikaten İnönü namuslu, vefakâr ve Atatürk’e çok bağlı bir insandı… (s.41). Bugün cumhuriyet tarihçileri bunun üzerinde durmuyorlar. Cumhuriyet Halk Partisi seçimleri için Atatürk Anadolu’yu gezdi, nutuklar verdi, 1924’te. Atatürk, iki gruba ayrı hitapta bulunuyordu. Müslüman halk karşısında olduğu zaman başka türlü, ‘münevveran’ dediği aydınlar karşısına geldiği zaman başka türlü konuşma yapıyordu. ‘Münevveran’ dediğimiz Atatürk’e bağlı aydın gençlerdi, sonra da parti teşkilatında İnönü’nün etrafında toplandılar ve bu grup cumhuriyeti sonuna kadar idare etti.
Cumhuriyet tarihçileri gerçeği görmüyorlar, yazanlar o zamanki gerçek tarihi yazmıyorlar. Meşhur Alman tarihçi Leopold von Ranke, ‘Araştırdığı döneme kendisini götürebilen insan tarihçidir’ der... (s.42).
Latince’nin alfabe olarak kabulü öyle bir havada gerçekleşti. …İnkılâpların gelişmesi, Atatürk’ün siyasî tarihinde çok önemli dönüşüm noktalarıdır. Ata 1927’de Büyük Nutuk’u verdi. Mustafa Kemal, inkılâbın bilançosunu yapmak için konuştu; kendi siyasî rakiplerini de o tarihe kadar bertaraf etti. Hatırlıyorum mektepte defterlerimizin üzerinde Mustafa Kemal ortada, bütün bu liderler fotoğrafta olurdu. Refet Paşa, İstanbul’a ilk giren Paşa. Karabekir doğuyu kurtardı (s.42-43).
Atatürk’ün tezi, Türkiye’de, ortak bir tarihi bilinçlenmeyle kenetlenmiş, birbirine bağlı üniter Batılı bir millet yaratmaktı... İdeoloji buydu, tarih tezi de bunun için ortaya atıldı. Şimdi tam tersi bir politika var; Huntington da bunu belirtiyor, artık milliyetçilik ve milli devlet zayıflamıştır, diyor (s.68).
Suali bu şekilde koymak hatalı. Türkiye’yi bölünmez bir devlet olarak devam ettirmek millî politikamız, buna karşı azınlık da olsa, yerel idareyi güçlendirmek, hatta Türkiye’nin federatif bir devlet olmasını isteyenler var. …öte yandan millî devlet, Türkiye, Türk vatandaşlığı kavramlarını inkâr mı edeceğiz, inkâr ettiğimiz anda Türkiye Sevres’deki bölünmüşlüğe gider.
TSK, biz bu memleketin bütünlüğünü korumakla mükellefiz ve buna karşıyız, diyor. Yani milliyetçi, Atatürkçü görüşü benimsiyor, öbür taraftan aykırı olarak, meselâ Ermeni tezini desteklemek için Amerika’ya gidenler çıkıyor aramızdan. Kürtlere Arap harflerini vermeye çalışanlar var; bir de Türk vatandaşı olup, Türk görünüp de aslında kendini milliyetçi Kürt hisseden ayrılıkçı bir kitle var. Bu kişiler, Türk milliyetçiliği bana zorla dilimi unutturmak istiyor, Güneydoğu’da mekteplerde Kürtçe okutmuyor, tarihî kimliğimi, benliğimi kaybetmek istemiyorum, diyorlar. Bu büyük bir nüfusun görüşü. Bir de gizli ayrılıkçılar var aramızda; her yerde, her tarafta. Bunlar da milliyetçilik devri geçmiştir, insan hakları adına etnik grupların kendi kimliklerini tanımak lâzım, diyorlar. 26 azınlık saydılar, çorap söküğü gibi gidecek o zaman.
…öte yandan AB ve Amerika, Türkiye’yi Yunanistan’ın da teşvikiyle, Sèvres anlaşmasındaki gibi parçalamak istiyor, diye Ecevit uyarıda bulunmadı mı? Tabii, bu yıkıcı akıma karşı dimdik bir Türk milleti var ve bunun arkasında tabii TSK var. Bu durumda nasıl bir orta yol bulunabilir, bilmiyorum.
Güneyde Side’de geziyorum, halıcıya girdim, orada delikanlılar vardı, nerelerdensiniz, dedim; İstanbulluyum, Kütahyalıyım, yanıtını bekliyorum. Biz Arnavut’uz, diye yanıt verdiler. Ne demek, Türk vatandaşı değil misiniz, dedim. Yok dediler, değiliz, biz Arnavut’uz, diye ısrar ettiler. Bu etnik bilinçlenme yayılmış Türkiye’de. 26 etnik gruba ayırmışlar Türkiye’yi, bunların bir kısmı Amerika’yı tutacak, bir kısmı Rusya’yı tutacak. Ondan sonra nerede kalacak Türkler ve Türkiye? İşte devletimizin temel sorunu bu.
…buna karşı fikir yürütenler, biz Amerika olsaydık -anayasa hakları, ekonomik refah bakımından- bu etnik bilinçlenme ve muhalefet ortaya çıkmazdı diyorlar. Hakikaten Amerikan anayasası, Amerikan vatandaşıysanız sizi her şekilde korur. Mahkemeye gidiyorsunuz, yargı anayasaya aykırı bir karar veremez… (s.68-69).
…Türkiye’ye gelelim. Karşı düşüncedekiler, haklar bir kere güvence altında değil, İkincisi aşırı bağnaz bir milliyetçilik var, diyorlar. Gerçekte bağnazlık ancak bazı gruplar arasında (s.70).
Çünkü kendisini Türk, hatta Türkiye vatandaşı hissetmiyor, bağnaz etnik bilinçlenme ortada olan bir olgu (s.71).
Türkiye bu partizanlıktan kurtulmadıkça istikrara ve dışarıda saygıya erişemez, bu sözler Ecevit Koalisyonu zamanında söylenmiştir.
Çünkü memleketimizde maalesef şahıslar, kurumlar, insanlar belli bir damgayla tanınıyor; ya solcudur ya İslamcıdır ya da sağcıdır... Ben diyorum ki, bunlar Türkiye’yi felâkete götüren kişisel bağnazlıklar... Türkiye’yi daimi bir istikrarsızlık içinde tutuyor, bu kişisel ihtiraslar.
Evet, tefrikacılık istikrarsızlık nedeni. Türkiye ikiye bölünmüş, hükümeti de öyle, toplumu da. Tabii, tek cephe halinde birlik dikta rejimlerinin işidir, ama milletin temel yapısı bölünürse sürekli istikrarsızlık ve yıkıcı bunalımlara sürüklenir (s.65).”