“Türkler Irkçı Değildir” başlıklı iki yazımdan anlaşılacağı üzere, Türklerin sicilinde ne Ortaçağ karanlığı, ne engizisyon, ne cadı avı, ne toplama kampları, ne de soykırım vardır. Eğer “ırkçı” olsaydık, bugün dünyada var olan birçok milletin adı-sanı olmaz ya da kalmazdı.
Türkler, tarih sahnesine çıktıklarından bu yana sadece dünyaya hâkim olmak ve düzen vermek (cihangirlik) ülküsü gütmüşlerdir. İslâm’ı kabulden sonra ise hem dinin hem de milliyetin gereklerini birlikte yerine getirme anlayışını sürdürmüşlerdir.
Bilindiği üzere; İslâmiyet, 610 yılında ilk Kur’an ayetinin Hz.Muhammed’e gelmesiyle başladı ve 23 yılda tamamlandı. Türkler, çoğunlukla 900’lü yıllardan itibaren İslâmiyet’i kabul ettiler. Böylece tarihi süreç içerisinde İslâm dini ve Peygamberimizin öğretileri, Türklerin dinine, kültürüne, sosyal ve iktisadi hayatına yön verdi.
Temel hususlardan biri; İslâmiyet’in daha önce vahiyle gelen dinlerin, Kur’an’ın kendinden önceki ilahî kitapların ve Hz.Muhammed’in de kendinden önceki peygamberlerin devamı ve sonuncusu olduğu gerçeğidir. Kur’an’da (Furkan,25/1): “Alemlere bir uyarıcı olsun diye kuluna Furkan’ı indiren Allah’ın şanı yücedir.” (Sebe,34/28): “Biz seni sadece müjdeleyici ve uyarıcı olarak bütün insanlara gönderdik; fakat insanların çoğu bunu anlamıyorlar.” denilmektedir. Ayrıca, daha önce peygamberlik görevi verilen bütün peygamberler; bu görevi yerine getirirken, aslında Allah katında tek din olan İslâm’ı anlatmışlar, dolayısıyla insanları İslâm’a davet etmişlerdir.
Bazı kaynaklarda, Türklerin soyunu Hz.Nuh’a dayandıran ifadeler bulunmakla birlikte Türklere bir ilahî din ve peygamber gelip gelmediği tam olarak bilinmemektedir. Türklerin önceki dini olan Gök Tanrı inancına (bazı kaynaklarda Şamanizm gibi farklı ifadeler var), töreye, gelenek ve göreneklerine bakıldığında İslâmiyet’in ilke ve değerleri ile benzeştiği görülmektedir. Az da olsa bazı yanlış ve eksikler, İslâmiyet’e geçişle birlikte zaman içerisinde giderilerek İslâm’ın ilke ve değerleri ile güçlendirilmiştir.
İnsanî ilişkiler
Kur’an’da bazı ayetlerde “Millet ve din” sözcükleri, Enam Suresi 161.ayette olduğu gibi bir arada zikredilmektedir. Buradan her iki sözcüğün, her zaman aynı manaya gelmediği anlaşılmaktadır. Kur’an’ın özelliklerinden biri de az kelime ile çok mana ifade etmesidir.
Diğer yandan; Kur’an’da birçok ayette, başta “akrabalık hakkı” olmak üzere yakın çevremizle ilgili haklardan da bahsedilmektedir:
(Nisa,4/1): “Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan ve ondan da eşini yaratan, ikisinden birçok erkek ve kadın üretip yayan rabbinize itaatsizlikten sakının. Adını anarak birbirinizden dilek ve istekte bulunduğunuz Allah’a saygısızlıktan ve akrabalık haklarına riayetsizlikten de sakının. Şüphesiz Allah sizin üzerinizde gözetleyicidir.”
(Enfal,8/75): “Daha sonra iman edenler, hicret edip sizinle beraber cihat edenler, işte bunlar da sizdendir. Aralarında rahim bağı bulunanlar Allah’ın hükmüne göre birbirlerine daha yakındır. Allah her şeyi hakkıyla bilmektedir.”
Her Cuma hutbede okunan (Nahl,16/90): “Muhakkak ki Allah adaleti, ihsanı, akrabaya karşı cömert olmayı emreder; hayasızlığı, kötülüğü ve zorbalığı yasaklar. İşte Allah, aklınızı başınıza alasınız diye siz böyle öğüt veriyor.”
(Şuara,26/214): “Yakın akrabanı da uyar.”
(Ahzab,33/5-6): “Evlatlıklarınızı babalarının soy adlarıyla anın. Bu Allah katında adalete daha uygun bir davranıştır. Eğer onların babalarını bilmiyorsanız o zaman kendileri sizin din kardeşleriniz ve dostlarınızdır. Yanıldığınız hususta size günah yoktur, fakat bilinçli ve kasıtlı olarak yaptıklarınızdan sorumlusunuz. Allah çok bağışlayıcı ve ziyadesiyle esirgeyicidir. Peygamber müminlere kendilerinden daha yakındır, eşleri de onların anneleridir. Aralarında kan bağı bulunanlar Allah’ın kitabında (mirasçılık bakımından) birbirlerine, diğer müminlerden ve muhacirlerden daha yakındırlar; dostlarınıza lütufta bulunmanız başkadır. Bu hüküm kitapta kayıt altına alınmıştır.”
(Şura,42/23): “Allah’ın, iman edip dünya ve ahirete faydalı işler yapan kullarına verdiği müjde işte bu! De ki: ‘Sizden akrabalık sevgisinden başka bir karşılık istemiyorum.’ Kim çaba harcayıp bir iyiliği gerçekleştirirse bu konuda ona daha büyük güzellikler bahşederiz. Şüphesiz Allah çok bağışlayıcıdır ve iyiliği asla karşılıksız bırakmaz.”
(Muhammed,47/22-23): “Yönetimi üstlenseniz hemen yeryüzünde kötülük çıkaracak ve yakınlık bağlarını parça parça edecek değil misiniz? İşte bunları Allah lanetlemiş, kulaklarını sağır, gözlerini kör etmiştir.”
Din âlimleri (fakih ve müfessirler); akraba müminlerin dayanışma, yardım ve ilgide önceliklerinin bulunduğu konusunda ittifak etmişlerdir. Yani, İslâm’a göre akraba ve soydaşlar birbirine diğer Müslümanlardan daha yakındır.
(Nisa,4/36): “Allah’a kulluk edin ve ona hiçbir şeyi ortak koşmayın. Anne babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yakın arkadaşa, yolcuya, ellerinizin altında bulunanlara iyi davranın. Allah kendini beğenen ve böbürlenip duran kimseyi asla sevmez.”
(Bakara,2/215): “Sana ne harcayacaklarını soruyorlar. De ki: ‘Harcayacağınız mal, ana baba, yakınlar, öksüzler, yoksullar ve yolcular için olmalıdır. Hayır olarak ne yaparsanız muhakkak ki Allah onu bilir.”
(Maide,5/2): “Ey iman edenler! Allah’ın işaretlerine, haram aya, boyunları bağsız ve bağlı kurbanlıklara, rablerinin lütuf ve rızasını dileyerek Beytülharam’a yönelmiş kimselere sakın saygısızlık etmeyin. İhramdan çıkınca avlanabilirsiniz. Mescid-i Haram’a girmenizi engellediler diye bir topluma karşı duyduğunuz kin, sakın aşırı gitmenize sebep olmasın. İyilik ve takva hususunda yardımlaşın, günah ve haksızlık yolunda yardımlaşmayın. Allah’tan korkun, çünkü Allah’ın cezası çetindir.”
Bu ayetlerde; komşularla, öksüzlerle, yoksullarla ve yolcularla olan ilişkilerin önemi vurgulanmaktadır.
İnsanlar, genel manada birbirleri ile eşit ve denktirler; ancak özel manada değildirler. Her insanın iyiliğe yönelmesi, kötülüklerden korunması, gelişmesi ve başarı göstermesi; ancak kendi karakteri, yeteneği ve çalışıp çabalaması ile mümkün olabilmektedir. Adalet ile eşitlik birbirinden farklıdır. Adalet, herkese hakkının verilmesi ya da hakkını almasıdır; yoksa herkesi eşit yapmak değildir. İyi ile kötüyü, çalışkan ile tembeli eşit saymak adalet olmaz. Bu durum “milletler” arasında da aynıdır; değişmez.
İslâm dininin bir özelliği de cahiliye döneminin dağınık, düzensiz, otoritesiz kabile hayatını yıkarak yerine teşkilatlı, düzenli, adaletli bir devlet sistemini getirmesidir.
Konuyu bir ayetle bitirelim (Rum,30/30): “O halde sen hanif olarak bütün varlığınla dine, Allah insanları hangi fıtrat üzere yaratmışsa ona yönel! Allah’ın yaratmasında değişme olmaz. İşte doğru din budur; fakat insanların çoğu bilmezler. (Rum,31-32): “Gönülden O’na yönelin, O’na saygısızlıktan sakının, namazı kılın ve şirke sapanlardan, dinlerinde ayrılığa düşüp -her bir grubun kendindekini beğendiği- fırkalara ayrılanlardan olmayın.”
Birlikte rahmet ayrılıkta azap vardır.