Uzun zamandır aklımda bir soru var: “Acaba dünyanın asimile olmaya en müsait milleti hangisidir?” diye… Cevap olarak “Türklerdir” diyeceğim.
Biliyorsunuz, asimile olmak ya da asimilasyon; bir bireyin veya toplumun (halk, millet) kendi kültür değerleri yerine yabancı bir kültürü benimsemesi, kültürel kimliğinden ve hayat tarzından uzaklaşarak bu kültüre uyum sağlaması, benzeşmesidir.
Kültür, milletleri birbirinden ayıran en önemli unsurdur. Kendi kültürümüzle diğer kültürleri karşılaştırmak veya değerlendirmek için bu kültürleri bilmemiz gerekir.
“Türkler, fethettikleri yerlerdeki halkın kültürüne, diline, dinine, yaşantısına karışmamıştır” diye hep övünürüz değil mi? Aksine biz onlara uyum sağlamışız; hatta azınlıktaysak eriyip gitmişiz. Merak edenler; Türklerin ulaştığı farklı coğrafyaları araştırsınlar, “Kayıp Türkler”i göreceklerdir (01/08/2021 tarihli köşe yazım).
Tarih sahnesine çıktığımızdan beri dünyaya hâkim olmak ve düzen vermek (cihangirlik) ülküsü gütmüşüz. İslâm’ı kabulle birlikte hem dinin hem de milliyetin gereklerini yerine getirmişiz. Her yere adalet ve insanlık götürmüşüz. Bu güzel hasletleri, keşke diğer milletler de taşısalardı ve onlarda bize gösterselerdi!..
Milletimizin çok güzel vasıfları olduğu gibi bazı zaafları da var. Duygusal bir millet olarak iyi niyetimiz hep suistimal edilmiş. Macar Türkolog Arminius Vambery (1832-1913) bunu çok güzel özetlemiş: “Türkler en mert, saf ve güvenilir insanlardır. Muhataplarını da kendileri gibi bilirler ve her söylenene itimat ederler. Bilhassa dinî ve manevî bahislerde kimsenin yalan söyleyeceğine asla ihtimal vermezler." diyor. Bu yüzden tarihte büyük bedeller ödemişiz; sadece mal-mülk veya maddi şeyler değil, insanlarımızı kaybetmişiz.
Yüz yıllarca yönettiğimiz, her şeyimizi paylaştığımız halklardan, karşılığında ihanet görmüşüz!.. Zayıfladığımızı gördüklerinde isyanlara, iç karışıklıklara, teröre başvurup komitacılık, çetecilik yapmışlar. Büyük devletlerin desteğine kanıp arkadan vurmuşlar.
Herkesi kendimiz gibi bildiğimizden millet olarak çok travmalar yaşadık ama yine “ırkçılık”la suçlanan biz olduk. Türkler ne İslâmiyet öncesi ne de İslâmiyet sonrası ırkçılık yapmadı. Eğer ırkçı olsaydı; bugün dünyada var olan birçok halkın adı-sanı olmazdı/ kalmazdı. Varlarsa ve yaşıyorlarsa Türk Milleti sayesindedir.
Tarihimizi okuyun istiyorum: O zaman Türk insanının çektiği acıları, zulümleri, işkenceleri, katliamları görürsünüz. Mazlumlara yardım edelim derken; kendimiz mazlum ve mahkûm olmuş, zulme, sürgüne, kıyıma, soykırıma uğramışız. 21.yüzyıldayız ama dünyada -bugün bile- maddeten ve manen en çok acı çekenler, zulüm görenler ve esaret altında yaşayanlar Türklerdir.
Maalesef! Milletimiz -zorlu hayat şartları sebebiyle- geçmişte neler yaşadığını çok çabuk unutuyor; dünü bile hatırlayamıyor!.. Veya gündem yoğunluğuyla unutturuluyor!..
Kur’an’dan isim bulma
Seçim için bir partinin hazırlattığı propaganda filmden dolayı bu konuya girdim. Filmde, T.C. vatandaşı olup Muhammed, Abdullah, Ebubekir, Ömer, Osman, Ali, Hasan, Hüseyin, Emine, Hatice, Ayşe, Zeynep vs. ismi alanların sayısı verilerek birlik-beraberlik vurgusu yapılmaya çalışılıyor!..
Ayrışma konularımızdan biri de çocuklara isim vermede yaşanmaktadır. Kimsenin çocuğuna hangi ismi vereceğine/ tercihine karışamayız. Öncelikle anlamlı-anlamsız, uyduruk isim koyma modasından vazgeçmeliyiz.
Diğer yandan, din görevlileri; Peygamberimizin “Çocuklarınıza güzel isimler verin” sözünü yönlendirerek Türk çocuklarına Arap isimleri verilmesini sağlıyorlar. Halbuki, Araplar putperestken de yukarıdaki isimlerin birçoğunu veriyorlardı. Bu isimler Kur’an’la gelmiş değil, onu bilelim ve kutsallık yüklemeyelim. Esas olan çocuğun ileride mahcup olmayacağı, ayıplanmayacağı, alay edilmeyeceği bir isim vermektir.
İslâm inancına göre; Müslüman, Allah katında ismiyle değil “takvası”yla makbuldür. Bir yanlışımızı belirtmek isterim: Eskiden Türkler “Muhammed” ismini -saygıdan dolayı- çocuklarına vermezdi. Muhammed yerine “Mehmet veya doğudaki söylenişiyle Mamet” adı verilirdi/ kullanılırdı. Son dönemde Muhammet ismi arttı. “Muhammed” ismi, özel bir isimdir ve Hz. Peygambere mahsustur: İslâm’ı ve Kur’an’ı da temsil etmektedir. İsim olarak çocuklara verilmesi, ismin kıymetini azaltmakta, düşürmekte, sıradanlaştırmaktadır. Muhammet ismi verilen çocuk, mutlaka Peygambere benzeyecek diye bir kural olmadığı gibi; bu ismi çocuğuna veren de doğrudan cennete gitmez!.. Dinimizce yasaklanan (büyük günahlardan sayılan) suçlara karışmış hapishanelerde yatan Muhammed isimli dolu insan var. Üzücü!..
Ayrıca, “Kur’an’da geçiyor” diye anlamını bilmeden verilen bazı isimler, ileride çocuğu zor durumda bırakabilir. Yine, Arap kültüründe kız çocuklarına değer verilmediğinden, isim yerine “Vahide, Saniye, Selase, Rabia” denilmektedir ki, “birinci, ikinci, üçüncü, dördüncü” anlamına gelmektedir. Kimlik bunalımı yaşayanların çoğunluğunun bu kesimde olduğunu görüyorum. Çocuğa Türk adı koymak, kimliğimiz açısından çok önemlidir.
Bu bölümü, Ord.Prof.Dr. Zeki Velidi Togan’ın sözüyle tamamlayayım: “Türk halkı, Ebu Cehil’in gerçek adı Hişam dahil ne isim varsa çocuklarına verdiler ama biz İslâm’a en büyük hizmeti yapan Sultan Alparslan’ın ismini bin senedir bir Arap çocuğuna verdiremedik.”
Soy Meselesi
Allah, Kur’an (Rum,30/22)’da: “O’nun kanıtlarından biri de gökleri ve yeri yaratması, dillerinizin ve renklerinizin farklı olmasıdır. Kuşkusuz bunda bilenler için ibretler vardır.” demektedir. Peygamberimiz ise “Veda Hutbesi”nin bir bölümünde: “Ey insanlar! ...Arap’ın başka ırka, başka ırkın Arap’a, beyazın siyaha, siyahın beyaza, dindarlık ve ahlâk üstünlüğü dışında bir üstünlüğü yoktur.” buyurmaktadır. Kur’an’da, bütün peygamberlerin bir soyunun olduğundan bahsedilmektedir.
İslâm’dan önce Araplar, ırklarına fazlasıyla düşkündüler; kavimleri ve kabileleri ile övünme, kendilerini başkalarından üstün görme adeti (kültürü) çok güçlüydü. İslâmiyet, insanların eşitliğini açıklayınca bunu sindirmekte zorlandılar. Sadece Kur’an mealini ve tefsirleri okumak bile Arapların kültürünü ve karakterini anlamamıza yetiyor. Diğer milletlerden olan Müslümanlara “mevali” dediler ve kendileri ile eşit tutmadılar. İşte, İslâmiyet’in yasakladığı ırkçılık budur.
Prof.Dr.Halil İnalcık bir söyleşide; “Araplar; Osmanlı dönemini baskı ve sömürü devri ve geri kalmalarının sebebi olarak görürler; mektep kitaplarında böyle yazar… Yani Araplarla İslâm temelinde bir kardeşlik, bir dayanışma hayaldir (Emine Çaykara, İş Bankası Yayın.,2005)” der.
Son günlerde “Türk Milliyetçiliği”ni, ırkçılık gibi göstermeye çalışarak, anlam ve kavram kargaşası yaratılmak isteniyor. Bunu dillendirenler, Türklüğü benimsemeyenler ve kendi kimliğini saklayanlardır. Esasen Türk milliyetçiliği bir kültür milliyetçiliğidir ve “Kişi kavmini sevmekle kınanamaz.” hadisine uygundur.
İnsanlar, tanışırken adı ve soyadıyla başlar; memleketiyle bitirir. Sorulmadıkça Türklüğünü ve Müslümanlığını belirtme gereği duymaz. Hoca Ahmet Yesevi’nin, “Türklük kaderimdir, İslâmiyet tercihimdir.” dediği gibi soy bir kaderdir; din ise değiştirilebilir. Kutsal değerlere halel getirilmemesi, ihanet ve bölücülük yapılmaması kaydıyla başkalarının soyu, sopu, dini kimseyi ilgilendirmez.
Maalesef! Ülkemiz içinde görünür ve bilinen düşmanlarımız olduğu gibi karanlık, gizli, tehlikeli ve sinsi düşmanlarımız da var. Bunlar, Türklüğü hazmedemeyenler ve Türk kimliğini silmek isteyenlerdir.
Uyanık olma zamanı!..