Biliyorsunuz, göstermelik bir referandum sonucu 17 Mart 2014’de Kırım, Rusya tarafından ilhak edilmişti. Benzer durum 13 Temmuz 1771’de de yaşanmış, Kırım çarlık Rusya tarafından işgal edilmişti.
Öncelikle II.Viyana Kuşatmasında Kırım Hanı’nın ihaneti meselesine iki ünlü yazarımızın açıklamalarından yararlanarak kısaca değinip değerlendirmeyi size bırakacağım:
Yılmaz Öztuna, kuşatma ile ilgili şunları belirtmektedir (Büyük Türkiye Tarihi): “Çok sıkı menfaatler, ırk, dil, din ve mezhep, kültür birliği, birlik olmanın kudreti; Kırım’ı İstanbul’dan ayrılmaz bağlarla perçinlemişti. Kırım’ın Osmanlı birliğinden ayrılmasına imkân ve ihtimal yoktu. Ancak iç bağımsızlığını ve mahalli geleneklerini korumakta çok kıskançtı. Karamanoğulları gibi Anadolulu ve Oğuz Türk’ü bir hanedanın bile geçen asırlarda Osmanlılar’a karşı davranış ve tutumları hatırlanırsa, Kırımlılar’ın psikolojisi daha iyi anlaşılabilir. Bir de Kırım Hanlarının eskiden beri onulmaz bir illetleri vardı. Cengiz, onlar için tarihin en büyük adamıydı ve hiçbir hanedan, Cengiz hanedanından üstün ve asil olamazdı.
Murad Giray Han, düşmanın Tuna köprüsünden geçmesine seyirci kaldı (c.6/s.31). Binaenaleyh Murad Giray’ın ihaneti olmasaydı Kara Mustafa Paşa’nın Viyana’yı alacağı muhakkaktı (c.6/s.36).
Viyana Muhasarası ile Türkiye devleti, Sultan Alparslan’ın 26 Ağustos 1071 günü başlayan taarruz ve genişleme hamlesini kaybetmiştir… 1769’da Türkiye, dünyanın birinci devleti olma vasfını kaybeder ve tam bir gerileme, hatta çözülme ve yıkım devresine girer (c.6/s.38).
1683 yılını Orta Avrupa, asırlarca, hatta günümüze kadar unutamamıştır. Almanlar, bu yıla ‘Türk Yılı’ derler (c.6/s.39).”
Prof.Dr.Halil İnalcık (Tarihçilerin Kutbu Söyleşi, Emine Çaykara, İş Bankası Yayın.,2005) ise; "Muhasarada Osmanlı başkumandanın büyük hatası oldu. Merzifonlu, Viyana düşmek üzere sanarak, Yeniçerileri, yani ateşli silâhlar kullanan ordunun büyük kısmını metrisler içinde bıraktı. Onları, gelen düşmana karşı almadı orduya; o yüzden müthiş bir yenilgi, panik oldu. Tam bir katliâm... (s.118).
Avusturyalılar hâlâ o tarihî hatıralar içinde yaşıyorlar. Her adımda Türklere karşı mücadelenin bir sembolü var.
Habsburg hanedanı Avrupa’yı bizler koruduk, diye övünür. Viyana muhasarası sırasında bütün Avrupa ayaktaydı. Türkler Viyana’yı kuşatınca, İngiltere bile endişe içindeydi. İlk günlük gazete, o zaman çıkıyor; halk Avrupa’da her gün cepheden haber bekliyor. Türk kuşatması Avrupa için sıra dışı bir hadise. Viyana muhasarası benim profesörlük tezimdir. Napolyon nasıl Fransa’yı mahvetmişse, Osmanlı’yı da Merzifonlu Mustafa Paşa mahvetmiştir; düşüncesiz, mağrur bir adamdı. Halbuki bizde hâlâ korunur. Tarihçi olarak Merzifonlu’nun büyük hata yaptığını yazdım; nitekim Budin beylerbeyi onu uyarmıştı. Merzifonlu’nun Avrupa ordularının silâh gücü hakkında bir fikri yoktu.
Almanya-Avusturya iyi hazırlık yapmıştı, Merzifonlu yüz binlerce insanı oraya götürse yine kazanamazdı, çünkü Almanya o zaman askeri bakımdan çok güçlüydü. Onu kestiremedi. Budin beylerbeyi hudutta olduğu için biliyordu o şartları, ‘Viyana’ya gitmeyin’ dedi ama dinletemedi (s.119).
Avrupa askerî bakımdan çok ileri bir hale gelmiş ve o zaman cepheden Osmanlı paşalarından saraya, ‘Aman bize ateşli silâhlarla donatılmış asker gönderin, süvari bir işe yaramıyor’ diye raporlar geliyor. Savaşın 13 yıl sürmesi bu yüzden, Avrupa ile aramızdaki mesafenin açıldığı devir, bu 1593-1606 savaşlarıdır; kültür, silâhlar, teknoloji bakımdan Avrupa’nın çok ileri gittiği bir devre rastladı. Mektep kitaplarında bunlar bulunmuyor maalesef.
Bizi devamlı tehdit eden büyük güç Rusya’dır, Avrupa’yı bizden önce benimsemiş, nükleer silâhları var. Bu güç karşısında Türkiye dayanabilmek için Avrupa ile bütünleşmek zorunda. Türk tarihinin gelişimi, mukadderatı Avrupa’ya bağlıdır. Avrupa’nın geleceği de bize bağlıdır. Bunu Avrupa anlayamıyor. Tarihte Avrupa’nın siyasî coğrafyasını, hatta kültürünü, Osmanlı etkisini hesaba katmadan anlayamazsınız,… (s.121).”
Kırım’ın işgali
Yılmaz Öztuna aynı eserinde: “1739 Belgrad Muahedesi’nden sonra Rusya, açıkça Türkiye’ye savaş açmaktan çekinmekle beraber, sinsi bir Türk düşmanlığı siyaseti gütmüştür. Türk imparatorluğunun Ortodoks tab’ası arasında propagandaya başlamış, Karadağ ve Batı Gürcistan’da huzursuzluklar çıkartmıştır (c.6/s.352).
Rus vaatlerine göre güya Kırım işgal edilince Osmanlılar kovulacak ve Kırım’a istiklâl verilecekti. Türkiye’den ayrılıp XV.asırda olduğu gibi bağımsız bir devlet olurlarsa, daha bahtiyar yaşayacaklarını ve her zaman Rusya ile çatışan Osmanlılar’ın yanında savaşa girmek mecburiyetinden kurtulacaklarını düşünüyorlardı. …tam bir gaflet içinde bulunuyorlardı.
III.Selim Giray’ın iki oğlu Petersburg’a gidip Çariçe ile Kırım’ın sözde istiklâlini görüştüler. 13 Temmuz 1771’de Kırım yarımadası Rus işgaline girdi (c.6/s.361).
Kaynarca Muahedesi (21 Temmuz 1774): İngiltere ve Fransa’nın Türkiye’de faydalandıkları ‘kapitülasyon’ denen haklar, Rusya’ya da veriliyordu. Bu muahede, Türkiye’nin tarih boyunca imza koyduğu en feci anlaşmalardan biridir. Bu muahede ile Rusya, İngiltere ve Fransa’dan sonra dünyanın en güçlü devleti durumuna yükseliyor, Türkiye ise dünya devletleri arasında birincilikten, birden dördüncülüğü düşüyordu (c.6/s.367).
21 Mart 1779’da İstanbul’da Aynalı kavak Anlaşması imzalandı. Kaynarca’nın tavzihi mahiyetinde olan bu anlaşmaya göre Rusya, Romanya prenslerinin tayinine karışmaktan vazgeçiyor, padişah da Kırım hanlarını tayinine karışmaktan feragat ediyordu (c.6/s.373).
Türkiye Kırım’ın ilhakını savaşla karşılayacak güçte olmadığı için 8 Ocak 1784’de Kırım’ın Rus ülkesi olduğunu resmen tanıdı (c.13/s.114).
Halil İnalcık hoca ise; “Rusya 1854’te, Osmanlı imparatorluğundaki Ortodoksların hamisi olmak iddiasında: 1853’ten beri Çar I.Nikola Osmanlı İmparatorluğunu bağımlı bir hale getirmek için uğraşıyor, Batı devletleri buna karşı cephe aldı, Osmanlı ile ittifak etti, Fransa-İngiltere-Sardunya Kırım’da Rus ordularını yendiler, başlıca savaş meydanı Sivastopol... Şarkıları da var, ‘Sivastopol önünde yatan gemiler’ diye... İşte bu ittifak Osmanlı’nın, Reşit Paşa’nın büyük bir başarısıydı, yani Osmanlı o tarihte Avrupa’nın garantisini aldı; bugünkü AB’ne girme çabasına benzer bir gelişme... 1877-78’de Osmanlı Rusya’ya bu kez tek başına savaş açtı, Balkanlar’da isyanlar çıkardı, o zaman Avrupa bize yardıma gelmedi (s.78).
(Daha önce yazmıştım: Osmanlı, ilk dış borcu Kırım Savaşı sebebiyle almıştı.) 1875’te Osmanlı devleti ilân-ı iflâs etti, parayı ödeyemiyor, bugün ertelemeler yeniden borçlanmalar var ya, ona benzer; hükümet borçları ödeyemeyecek duruma geldi, rica ettiler, ertelediler. O zamanda bankalara para yatıran Avrupalılar, Batı kamuoyu bizim aleyhimize döndü. Rusya bu durumdan istifade edip Balkanlar’da, Bulgaristan’da isyanlar çıkardı ve harp açıp Yeşilköy’e kadar geldi (s.78).
Osmanlı’nın kaderi meselesi, dünya büyük güçler dengesinde en önemli meseleydi. Rusya İstanbul’u, Boğazlar’ı alırsa Avrupa o zaman Rusya’ya mahkûm olabilirdi. Avrupa bunu önlemek için müdahale etti ve kurtardı Boğazlar’ı. Bu mesele, bugünlere kadar geliyor (s.78).”
Anlayacağınız; Kıbrıs, Türkiye için ne kadar stratejik önemdeyse Kırım da öyle…