Kur’an (A’râf, 7/179, DİB)’da; “Andolsun ki biz, cinlerden ve insanlardan birçoğunu cehennem için yarattık. Bunların kalpleri vardır ama onlarla kavrayamazlar; gözleri vardır ama onlarla göremezler; kulakları vardır ama onlarla işitemezler. Onlar hayvanlar gibidir, hatta daha da şaşkındırlar. İşte asıl gafiller onlardır.”; ayetin açıklamasında ise “Eski Arapça’da kalb akıl anlamınadır. …Ayette söz konusu yeteneklerini doğru kullanmayanlar hayvan sürülerine benzetilmiş, hatta onlardan daha şaşkın, daha akılsız oldukları bildirilmiştir.” denmektedir.
Bazıları, bu ayeti çok dile getirirler ama nedense hiç üzerlerine almazlar; hep karşıdakilere gönderme yaparlar: Sanki kendileri bu ayetin muhatabı değiller… Onlar “halis muhlis Müslümanlar” ya!..
Neyse! Ayetten hareketle özeleştirimizi yapalım: Haktan ve adaletten yana olmak için doğruları öğrenip, dosdoğru mu yaşayacağız; yoksa yanlış yolda olduğunu bile bile birilerinin peşine takılan sürünün bir bireyi mi olacağız?..
Geçen hafta ülkemin durumuna “üzülüyorum!” demiştim; kızıyorum da… Muhalif bir insan olabilirim ama körü körüne veya inadımdan yazmıyorum: Her şey gözlerimizin önünde yaşanıyor. Eğer olayları, yaşananları takipte dikkatli ve objektifsek; her şeyi görür, idrak ederiz. Müslüman’ın görevi; bu ayete muhatap olmamak; aklını ve zekasını kullanmak, uyanık olmak değil midir?..
Bir süredir Cuma’larda vaazlar ve hutbeler değişti. Dünyaya büyük bir değişim yaşatan Peygamberimiz; hiçbir şeye karışmayan, hiçbir şeyi eleştirmeyen, bilmediğinin peşine düşmeyen, araştırmayan, yanlışları düzeltmeyen vs. olarak anlatılıyor. Yani sus pus oturun, her denilene inanın, hiç konuşmayın, itiraz etmeyin, yazmayın, “gassalın önündeki ölü gibi olun” demek istiyorlar. Unutmayalım; Allah insanları özgür olarak yarattı...
Refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsü
Salgın döneminde yaşananları gördük: Bu beceriksizlikleri yapmasaydık, belki de 50 bin yurttaşımız ölmeyecekti? Beş maskeyi dağıtamadıkları gibi tedbirlerde hep geç kaldılar. Sanki işi oluruna bıraktık: Hani “her şey Allah’tan” anlayışımız var ya!.. Bence parasızlıktan, vaktinde sipariş veremediğimiz için “aşı” diye dört döndük. Niyeyse Çin’e pek yapıştık. Tepkiler artınca, pfizer/BioNTech aşısıyla anlaştık. Prof.Dr.Uğur Şahin’le ortak basın toplantısı yaparak garanti alıp sevindik. Anadolu’da kullanılan bir söz vardır; tam yeri ama yazmaya terbiyem müsaade etmedi. Şu kadarını belirteyim: Gerdeğe giren damatla ilgili.
27/05/1928’de kurulan Hıfzıssıhha Enstitüsü’nü 2011 yılında kapattık. Halkın sağlığının korunmasında temel laboratuvar hizmetleri yürüten ve çok başarılı hizmetler gören; laboratuvarlarında çeşitli araştırmalar yapan, aşı ve serum üreten bir kurumdu. Hangi gerekçeyle kapattık bilen var mı? Şimdi ne kadar stratejik bir kuruluş olduğu ortaya çıktı mı?
“Paramı verir, her şeyi dışarıdan alırım” anlayışıyla bu işler yürümez, yürümüyor. Bir Türk de üretse, işte böyle “elin aşısı”na muhtaç kalırız!..
Araştırma sonuçları
İstanbul Ün.İktisat Fakültesi, Nisan/2021’de “Pandeminin Toplumun Ruh Hali ve Aile İlişkileri Üzerindeki Etkisi” başlıklı araştırma yapmış. Uzayan salgın şartları yaşam memnuniyetini geriletmesinin yanında ölüm, virüs kapma ve sevdiklerini kaybetme gibi varoluş kaygılarını da artırmış.
Salgının ilk aylarında anketi cevaplayanların %28’i “Ölüm korkum arttı” derken, bu oran Nisan 2021’de %42’ye çıkmış. “Virüs kapma korkusu” %41’den %48’e yükselmiş. “Sevdiklerini kaybetme korkusu” halen üçte iki (%66) gibi yüksek bir orandaymış.
Öte yandan son bir yıl içinde depresif belirtilerin artışına tanık olunmuş. Nitekim “Hayatım üzerinde kontrol duygumu kaybettim” diyenlerin oranı %31’den %44’e, “Daha çabuk sinirlenir ve öfkelenir hale geldim” diyenlerin oranı %38’den %46’ya yükselmiş. “Günlük işlerimi yapmakta zorlanır hale geldim” diyenler %41, “Uyku kalitem bozuldu” diyenlerse %51 gibi yüksek bir düzeydeymiş.
Araştırmada “Sürekli yorgunluk ve bitkinlik hissediyorum” diyenlerde büyük artış yaşanmış (%65). “Yalnızlık duygum arttı” diyenlerin oranı %51’e yükselmiş.
“Pandemide aile bağlarım güçlendi” diyenlerin oranı %55’den %43’e gerilerken, “Aile içinde iletişim sorunları yaşıyorum” diyenlerin oranı %27’ye yükselmiş. “Aile içi şiddet arttı” diyenler %9, “Aile bireyleri huzursuz hale geldi” diyenlerin oranı %41 olmuş. “Maddi açıdan aile bireyleri pandemi döneminde birbirini destekledi” diyenlerin oranı da üçte ikiye yakınmış (%65).
Depresyon belirtileri, virüs kapma, ölüm ve sevdiklerini kaybetme korkusu kadınlar arasında erkeklerden daha yüksek çıkmış. Artan iş yükü ve stres, kadınların aile içi sorunlarını daha çok artırmış.
En yüksek depresif belirtileri 25 yaş ve altı gençlerde gözlenmiş. En yüksek varoluş kaygılarının ise 20’li yaşlardaki gençler arasında olduğu anlaşılmış. Ekonomik kaygılar en fazla gençler arasındaymış. Bir de işsizler arasında görülüyormuş. Hanenin gelir durumuna bağlı olarak depresif durumların gerilediği belirlenmiş.
Tabii, ekonomik kriz, işsizlik ve geçim derdi nedeniyle intihar olaylarında artış olduğunu da belirtmek gerekir.
Sadece salgından değil; ekonomik krizden, travmalardan, psikolojik sorunlardan çıkabilmek için ne yapılmalı?..
Ülkenin Öncelikleri
Akademide derslere devam eden bir öğrenciydim ve iktisat dersleri de okudum; ama “ben ekonomistim!” diyemem. Ancak, anladığım kadarıyla fazla lafa boğmadan ekonomiyi ve kalkınmayı kısaca anlatmak isterim.
Ekonomi; üretim ve verimlilik üzerine kurulur. Ülke kaynakları tespit edilir ve israf edilmeden azamî verimi elde edecek şekilde kullanılır. Kalkınmak ve halkın refahını yükseltmek için öncelikli yapılacak işler belirlenir. Bunun yolu da planlı bir çalışma, strateji tespiti ve uygulamadır.
Türkiye’nin önceliği yol, köprü, tünel yapmak olmamalıdır (Bu sıra cami açıyoruz). Çünkü bunlar kalkınmanın esas (asıl) göstergesi değil tali göstergesidir; ayrıca kalkınmanın görünür yüzü olsa da ekonomiye katkısı çok cüzidir, hatta tüketime yönlendiren tarafı da vardır. Kalkınmanın ve zenginleşmenin yolu fabrikadan, sanayiden, iş alanlarından, üretimden geçmektedir; istihdamı da bunlar yaratır. Şunu da yazmak lâzım: Geçiş garantili köprü ve tüneller, yolcu garantili hava alanları, hasta garantili şehir hastaneleri, bütçeye katkı yerine tam tersi yük getirmiştir.
Bir ülkenin aşırı borçlu olması (özellikle dış borçlanma), yüksek işsizlik, enflasyon, faiz ve döviz kurları ekonominin iyi olmadığının belirtileridir. Dolayısıyla bu şartlarda ekonomik bağımsızlıktan bahsetmek de mümkün olamaz.
Ancak, sanki her sorun dışarıdan kaynaklanıyormuş gibi “emperyal güçlere, küresel güçlere, dış güçlere veya mihraklara (odaklara), üst akla, haçlı ittifakına” bağlamak kolaycılığa kaçmaktır.
Toplumda oluşan itirazlara karşı; “vatan, bayrak, din, ezan, beka” sözlerini dillendirip istismar etmek ve bağırıp - çağırıp korku oluşturmak da yanlıştır.
Bizim de aklımız var: Her şeyi biliyoruz ve her şeyin farkındayız!..