Atatürk Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi tarafından 2007 yılında bastırılan Dr. Tahsin PARLAK’ın “Tûr-An Yolunda ARAL’IN SIRLARI” adlı kitaptan alıntılar yaparak yazımıza devam edelim.
“…Su altında kalan şehirlere bugün “Kum altı şehirleri” ismi de verilmektedir.
Aral’ın küçüldüğü asırlarda inşa edilen birçok türbe ve mescit Aral’ın yükselmesiyle sular altında kaldı. Bunlardan bir tanesi de Kerderi Şehir kalıntıları arasında yer alan Kerderi Türbesi’dir. Büyük bir medeniyet merkezi olan Kerderi ve onun tarih kalıntıları asırlar boyu “Aral Tufanı” ile su altında kaldıktan sonra, Aral Gölü’nün çekilerek küçülmesi ile birlikte tekrar ortaya çıktı.
Aral Gölü, 1960’lı yıllardan sonra, tekrar küçülme seyrine girmiş ve asırlar önce su altında kalan Oğuz-Kıpçak şehir kalıntıları, 2000’li yılların başında tek tek gün ışığına çıkmaya başlamıştır. Bunların en önemlilerinden birisi de, 2000 yılında Korkut Ata Devlet Üniversitesi Arkeologlarınca gün ışığına çıkarılan Kerderi Şehri ve Kerderi Türbesi’nin kalıntılarıdır.
Kerderi, Harezm Ülkesi’nin oymaklarından biridir veya Türklerle sınırdaş olmuştur. Bu sebeple, Aral Gölü’nün kuruyan tabanındaki kalıntı Kerderi Türbesi diye adlandırılmaktadır. Bu devletin ana şehirlerinden biri Cankent’tir.
Aral Gölü’nün kuruyan tabanındaki kalıntılar, Karateren Kışlağı’nın 75 km. güneybatısında bulundu. Burası, 30 km. güneyindeki, artık kurumuş göl tabanıyla ulaşılabilen Barsakelmes Adası, batısında Kulandı boğazıyla ayrıldığı İzendi Yarımadası, kuzeyinde uzaktan görülen Karatüp, Gökaral tepeleriyle ihata olunmuştur.
Etraflıca bir arkeolojik araştırma neticesinde eserin bir mezar anıtı (türbe) olduğu anlaşıldı. Kuzey bölmesinde 4x4 m. boyutunda “belhi” mimari usulü ile yapılmış ve kime ait olduğu belirsiz bir türbe bulunmaktadır.
Kızılorda Bölgesi, uygun ekonomik-coğrafyayı seçmede isabetli tespit yapan Kazak Türkü’nün anayurdu olduğu gibi, diğer Türk halklarını da ilgilendiren ortak bir kutsal mekândır. Batıyla doğuyu birleştiren eski İpek Yolu, bu bölgeden geçmiştir.
Karacuk Çoban veya Ak-Çoban (Şobanak) Oğuz destanlarının önemli simalarından bir tanesidir.
Bugün mesire yeri olarak kullanılan “Kavak Ormanlığı” yöre halkı tarafından çok eskiden beri “Kutsal Orman” olarak anıldığı söylenmektedir. Saka (İskit) Türkleri’nin “Kavak çubuklarına bakarak istikbalden haber” verme geleneği “kutlu kavak ormanları”nın Türkler tarafından benimsendiğini göstermektedir.
“Ak-Kavak Ormanı”nın bulunduğu semte “Kuşsı-Ata/Kuş-Ata” denmektedir. Bu adın verilmesinin sebebi ise; burada “Kuş-Ata” isimli kişinin mezarının bulunmasıdır. “Kuş-Ata” avcı kuşların yetiştiricilerinin “piri” olarak bilinir. Hoca Ahmet Yesevi’nin 12 şagirtinden (öğrenci) birisinin de Kuş-Ata olduğu söylenmektedir.
Sığanak Şehri, yıllarca hâkimiyet mücadeleleriyle dolu tarihi olaylar yaşamıştır. Sıgnak veya Kaşgarlı Mahmud’a göre Suğnak Şehri, Oğuzlar’ın meşhur kasabalarından biri idi. Eski Sığanak, Oğuz-Kıpçak halkına başkentlik yapmış şehirlerdendir.
XV-XVIII. asırlarda Sığanak, yeniden önemli ticaret merkezi olmuştur. Önce Kazak Hanlığı’na girmiş, sonradan da Jonğar akınına uğramıştır. Sığanak’ta bir Akçe Sarayı (darphane) bulunmaktadır. Bu paralar üzerinde 728 hicri, yani 1328-1329 tarihleri yazılıdır. Kıpçak halkı ile eski Sığanak Şehri’ne ithafen Şair al-Sığanaki aşağıdaki şiiri yazmıştır:
Sınırsız bozkırı mekân eden özgür millettik.
Halkımızı yedi katın iklimiyle destekledik.
Bu iskân yerinin kuruluş tarihi Türk çağından evvelki devirlere aittir. Eftalitler devrinde kurulmuş, Köktürk devrinde gelişmiştir. Elde edilen buluntulara göre bu şehrin Karluk ve Oğuz çağında meskûn olduğu anlaşılmaktadır.
Otrar’ın yetiştirdiği en büyük şahsiyetler, Ebu Nasr El Farabi ve İshak El-Farabi’dir.
Araştırmacıya göre, Jent (Cend), XII-XIII. asırlarda Harezmşahlar’ın ulusal devlete dönüşmesi esnasında güçlü şehirlerden biri olmuştur.
Savran, Kaşgarlı Mahmud’un Sepren dediği Oğuz şehridir. Göktürk çağında kurulan şehir, Oğuz çağında çok inkişaf etmiştir.
Türk tarihinin parlak bir dönemi olarak kabul edilmekte olan X-XIII. asırlar için Sır-ı Derya Irmağı’nın orta yatağında birbirini takiben sıralanmış olan Otrar, Savran, Sığnak, Karnak şehirlerini güney ve kuzeyde diğer şehirler takip etmektedir.
Nesturiliğin İran’a geçişi ve diğer ülkelere yayılışı gibi, Orta Asya’ya girişi de büyük oranda ticaret yollarıyla olmuştur. Ön Asya’dan başlayarak, Maveraünnehir’in Baykent, Buhara ve Semerkant gibi önemli şehirlerinden geçen milletlerarası ticaret yolu, bir taraftan ekonomik gelişmeyi sağlarken, diğer taraftan birçok din ve kültürleri beraberinde getirmiş, bölgedeki Türkler’in bu manevi uluslarla temas etmelerine sebep olmuştur.
Maveraünnehir, bütün yabancı din, kültür ve medeniyetlerin her türlü istila ve tesirine açık bırakılmıştır. Bu nedenle misyonerler büyük bir serbestlik içerisinde kendi dinlerini yaymaya çalışmışlar ve bu faaliyetlerinde önemli başarılar elde etmişlerdir. Böylece Orta Asya’nın bütün şehirleri çeşitli milletlerden meydana gelmiş ahalisi ve karışık sosyal sınıfları ile çeşitli din, ideoloji, meslek ve mezheplerin adeta buluşma yeri olmuştur.
Aynı yıllarda Türk Dünyasının büyük şahsiyeti Ahmed Yesevi Sayram denen küçük bir kasabada dünyaya gelmiştir. XII. asırda yaşamış olan Hoca Ahmed Yesevi’nin, şehrin eski mezarlığına defnedilmesi, Yesi şehrinin çevredeki diğer bölgelere göre değerini daha da artırır.
Özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerindeki yer ve su adları, aşiret isimleri, kale-şehirler Türkistan’daki isimlerle büyük bir fonetik benzerlik göstermektedir.
Atalarımızın koymuş olduğu yer-su adları bize tarihimizi hatırlatmaktadır.”
Haftaya devam…