Geçmişte “Türk Dünyası ve Esir Türkler” için birlikte mücadele verdiğim dava arkadaşlarımın son zamanlardaki tutumları, beni hem üzüyor hem de kızdırıyor. Aslında kendini Türk gören herkese kızıyorum. Türk görmeyenlerle zaten işimiz olmaz, olamaz; sözüm onlara değildir.
Bu başlığı kullandığım için, belki bana kızmışsınızdır. Aslında yazılarımda -mümkün olduğunca- Türkçe sözcükleri kullanan biriyim ama biraz mecburiyetten oldu. Karşılığında; sessiz, tepkisiz, vurdumduymaz, duyarsız, nemelazımcı, yansız, tarafsız, yabancı, bigane gibi birçok kelime var; lakin başlığı tek sözcükle yazmak istedim.
Bir fikre taraftar olmak veya olmamak ya da “bîtaraf olalım derken bertaraf olmak” durumları oluyor. Kenarda durmak, seyretmek; sonra da yaşananları eleştirmek kolay. Önemli olan fikrimizin, inançlarımızın gereğini yapmaktır, savunmaktır. Sadece eleştirmekle veya sosyal medyadaki paylaşımların altına yorum yazmakla hiçbir mesele çözülmüş olmuyor!..
Evet. Son zamanları arkadaşlarla sohbetlerimizde bir karamsarlık olduğunu seziyor, üzülüyorum. Sosyal medya paylaşımlarından ve altlarına yapılan yorumlardan da aynı karamsarlığı fark ediyorum. Kendileriyle birebir konuştuğumda “hayır” diye itiraz etseler de maalesef böyle!..
Bazan “herkes benim dediğim doğru” demeye getiriyor. Ama başkalarının dediği de doğru olabilir: Belki göremeyebilirsin ya da görmek istemeyebilirsin. Ortak alınan kararların bile her zaman doğru olduğu söylenemez. Mesela; “istişareden, şuradan, tartışmadan doğru karar çıkar” diye düşünülür ama uygulanırken doğru olmadığı görülebilir.
Başta bulunan iktidar partisine kızabiliriz; ben de kızıyorum. Uğruna 50 yılımızı verdiğimiz davamızın veya partimizin; iktidar olmayışına, olamayışına, olmayı düşünmemesine, çabalamamasına kızabiliriz, ben de kızıyorum. Yönetiminde hiçbir sorumluluğumuz olmadığı halde “neden bizim parti iktidarda değil de bunlar iktidarda” sorusunu, özeleştiri olarak kendime sorarım. Bulunduğu konumu ve son icraatları da bizi rahatsız edebilir; yöneticilerine kızgınlığımız da olabilir. Ama bu durum, bizi “millî davalarımızı, millî meselelerimizi” savunmaktan alıkoyamaz.
Türk Devletleri Teşkilatı
Biliyorsunuz, 1991 yılında beş Bağımsız Türk Devleti ortaya çıkınca 1993 yılından itibaren rahmetli başbuğumuz Alparslan Türkeş’in çabasıyla “Türk Devlet ve Toplulukları Dostluk, Kardeşlik ve İş Birliği Kurultayları” yapıldı. Hem Rusya’nın hem Türkiye’nin politikaları hem de devletimizin bu ülkelere görevlendirdiği ilkesiz, ülküsüz, kişiliksiz şahıslar sebebiyle soğukluk oldu ve kurultaylara ara verildi.Sonra tekrar başladı. 2009 yılı Nahcivan Antlaşması ile Türk Devletleri arasında ortak çeşitli kuruluşlar oluşturuldu. Geçenlerde “Türk Dili Konuşan Ülkeler Devlet Başkanları” bir araya gelerek yeni kararlar aldılar: “Türk Keneşi, Konseyi” denilen teşkilatın adı “Türk Devletleri Teşkilatı” olarak değiştirildi. Ben de bunu memnuniyetle karşıladım ve sosyal medyada paylaştım.
Bu paylaşımın altına yorum yazan, davaya inancından hiç tereddüt etmediğim bazı arkadaşlarımın kızdıklarını gördüm. Yazılan bu yorumları okuduktan sonra fazla kırıcı olmamak için sadece “Her şeye rağmen kervan yürüyor, Zannediyorum bizi mutlu eden bu” diye yazdım.
Kızgınlıklarının sebebini anlıyorum: Yapılan bu işlerin “Türklük’le hiç ilgisi olmayan, Türklüğü, Türk Milliyetçiliği’ni ayaklar altına alan”; Türk’e ait tüm değerleri “itibarsızlaştıran, yozlaştıran, hatta ortadan kaldıran”; “Türk’e, Türkiye Cumhuriyeti’ne, Atatürk’e hakaretler yağdıran” bir iktidar zamanında olmasıdır. (Aslında “vefa nedir” bilseler; bugün bulundukları makamlara ve imkânlara, onun sayesinde kavuştuklarının farkında olarak her gün dua etmeleri gerekir!..)
Ne yapalım yani!.. Bunlar iktidarda diye bu “kutlu dava”dan vaz mı geçeceğiz? Davayı beklemeye mi alacağız? İktidara gelmeyi mi bekleyeceğiz? İlgilenmeyip “yıllardır savunduğumuz konulara” duyarsız mı kalacağız? Boş mu vereceğiz? Ne yapacağız? Çare kimde veya çare kim olacak, kim bulacak?..
Diğer yandan; toplantılarda alınan kararları teklif edenlerin, bizimkiler olduğunu mu zannediyorsunuz? Bugüne kadar alınan kararların birçoğunun altında Kazakistan eski Cumhurbaşkanı (gerçek aksakallı) Nursultan Nazarbayev’in imzası var. “Türk Devletleri Teşkilatı”na dönüştürülmesi önerisini, 2019 yılındaki Bakü Zirvesi’nde yapmıştı. Hatta zirvede Nazarbayev’in bir önerisi de tarihte Asya ile Avrupa'yı birbirine bağlayan İpek Yolu projesi gibi bütün Türk dünyasını kara yoluyla da birbirine bağlayan “Trans-Hazar Uluslararası Ulaşım Koridoru”nun; adının “Turan Koridoru” olmasıydı…
Ne yapmak istiyoruz?
“Allah, Türk Milleti’ni seviyor” diye hep yazıyor, söylüyorum. Sevmese, bu kadar yanlış ve hatalı politikalarımıza rağmen bir vesileyle Türk Milleti’nin önünü açmazdı? Bugün yaşananları anlamak için geçmişi biraz bilmek lazımdır.
Zaten sosyal medyada maksatlı olduğunu düşündüğüm birçok zararlı paylaşım var: Milletimizin ve özellikle gençlerimizin kafasını karıştıracak videolar dolaşıyor. Neymiş, “Türk devletlerindeki insanlar kendilerini ne kadar Türk görüyorlarmış, Türkiye’yi ne kadar tanıyorlarmış” gibi abuk sabuk, saçma sapan videolar paylaşılıyor. Sen, Türkiye’de ne kadar “Türk’üm” diyebiliyorsun ki, 70-80 yıldır Sovyetlerin propagandası altında yaşayan insanlardan “Türk’üm” demelerini bekliyorsun?..
Türk devletlerindeki kamuoyu da yavaş yavaş bilinçleniyor ve birliğin, dayanışmanın gerektiğine inanıyor. Bunu toplantılarda görüyoruz. Tabii ki diğer milletlerin / devletlerin durumunu da konjonktürü de dikkate almak gerekmektedir. Daha henüz üzerinden 30 yıl geçti; bu süre devletlerin hayatında çok kısa sayılacak süredir. Sosyal konular da böyledir. Biraz sabır gerekir. “Boyacı küpü değil ki hemen batırıp çıkarasın!..”
Toplantılarda alınan bazı kararlar, benim de hoşuma gitmiyor, içimden kızıyorum. Konuşulan farklı dillere/lehçelere kızıyorum; kararları kaleme aldıkları, yazıya döktükleri dile kızıyorum. Madalyonun İngilizce olmasına, Türklerle ilgili önemli konuların gündeme getirilmemesine, Doğu Türkistan konusunun dillendirilmemesine kızıyorum. Ama ne yapalım, her şey zaman içinde olacaktır. Benim de kızdığım çok zamanlar oluyor; ama Türk Dünyası’nda olumlu bir gelişme olunca tüm kızgınlığım gidiyor, yumuşuyorum: Mutlu oluyorum, moral ve motivasyonum yükseliyor.
Ülkede hiç adam kalmamış gibi “aksakallı” olarak Binali Yıldırım’ın teklif edilmesine ve kabul görmesine, ben de şaştım: 2016’da AKP’lilerin “ülkeye profili düşük başbakan arıyoruz” deyip buldukları, bazı sözleri alay konusu olan ve ailesi hakkında şaibeler çıkan birisi; bence yanlış tercihtir. Bu konulara ne kadar ciddiyetsiz baktıkları ortaya çıkıyor ama ne yapalım, şimdi onlar iktidardalar ve her dedikleri oluyor.
Eleştirelim ama dikkatli olalım; dozunu iyi ayarlayalım. Hatta “Türk Dünyası’nın birlikteliğine yönelik” düşüncelerimizi açıklayalım; öneriler de bulunalım.
Bir kesime olan bu kızgınlığımız, belki fark etmiyoruz ama maalesef bizi “nötrleştiriyor”. Bu tür konuşmalar ve yorumlar insanlarımızı teşvik yerine karamsarlığa itiyor.
Öyle görünüyor ki; öncelikle biz Türk Milliyetçileri, ülkücüler, “üzüm mü yemek istiyoruz, yoksa bağcıyı mı dövmek istiyoruz?” onun kararının vermemiz gerekiyor!..
Milli davalar, topyekûn sahip çıkılırsa başarılı olur.