“XVI.asırda Türkler’in Hind Okyanusu’na inmesinin sebebi, Portekiz’in, XVI.asra kadar bir Müslüman denizi olan bu okyanusa müdahalesidir. O zamana kadar Hind Okyanusu ticareti Arab, Hindli, İranlı, Türk, hasılı Müslüman armatörlerinin inhisarında idi (c.4/s.75).
Bu ticaret, Çin ve Hindistan gibi kıt’a büyüklüğündeki ülkelerden mal alıp, bu mallara şiddetle muhtaç olan Avrupa ülkelerine satmaktan ibaretti. Bu satıştan elde edilen kâr muazzam oluyordu (c.4/s.74). …gelen mallar, evvelce Türkiye’de birikir, buradan Avrupa ülkelerine dağıtılırdı. Böylece transit ticaretinden Türkiye büyük menfaatler sağlardı (c.4/s.75).
Türkiye, …dünyanın en büyük devleti olması, hele hilafeti haiz en büyük Müslüman imparatorluk bulunması keyfiyeti, Portekizlilerin Hind sularında Müslümanlara yaptıkları zulümlere engel olmayı icab ettiriyordu. Çünki Portekizliler, …rastladıkları Müslüman gemisinde bütün tayfanın ağız ve burunlarını kesmek suretiyle onları uzun bir işkenceye tabi tutup öldürüyorlardı. İstedikleri, bütün Müslüman gemicilerin korkması ve Hind ticaretinden el çekmeleri idi (c.4/s.75).
Kanuni Sultan Süleyman, hem Süveyş Kanalı’nı açarak Akdeniz’le Kızıldeniz ve Hind Okyanusu’nu bağlamayı, hem de Volga-Don Kanalı’nı açarak Karadeniz’le Hazar Denizi’ni birleştirmeyi tasarlamıştı. Türklüğün istikbaline birinci derecede ve müsbet şekilde tesir yapacak çok büyük ve müsbet projelerdi. Fakat Sokollu Mehmed Paşa, aczi, kıskançlığı ve dar görüşlülüğü yüzünden her iki projeyi de yürütemedi, berbat etti. Türkistan ve Hindistan’ı Türkiye’ye açacak olan bu iki proje, …Sokollu tarafından tatbik edilememiştir (c.10/s.66-67).
II.Selim zamanında Süveyş Kanalı ile ilgili Osmanlı gayretleri, netice itibariyle verimsiz kalır, projelerde sebat ve azim gösterilemez. Bunun iki sebebi vardır: Önce, imparatorluk o kadar zengin ve Avrupa’ya nazaran o derecede çeşitli gelir kaynaklarına sahiptir ki, Asya deniz ticaretini, daha doğrusu bu ticaretin transitini elde tutmak, mutlak ve hayati bir ihtiyaç halinde belirmez. Belirdiği anda da devlet artık bunu gerçekleştirebilecek gücü yitirmiş duruma düşmüştür. İkinci sebep XVI.asrın son yıllarından itibaren devlet düzeninin bozulmasıdır (c.4/s.78).
1770’e doğru Türk ekonomisi dünyanın en üstün ekonomisi olma vasfını kaybetti. Cihan devleti de tabiatiyle sona erdi. Zira yalnız askeri güçle cihan devleti olmaz…
Türkiye ile beraber …diğer üç Türk imparatorluğu, Türkistan, İran ve Hindistan da çöktü. Türkiye, Türkistan ve Hindistan’daki üç Sünni Türk imparatorluğunun arasına bir Şii Türk imparatorluğunun, İran’ın (Safeviler - Avşarlar - Kaçarlar) girmesi, felaketin en büyük sebeplerinden biri oldu ve hiçbir şekilde iş birliğine gidilemedi. …İstanbul’da ulema, hiçbir Şii mezhebin meşru olamayacağına dair ittifakla fetva verdi (c.8/s.382).
Mali Sıkıntılar
1683’de başarısız II.Viyana Kuşatması ve 1699 Karlofça Antlaşması ile Osmanlı Devleti’nin geri çekilme süreci başladı. Artık eskisi gibi akınlar yapılamamakta, ülkeler fethedilememektedir; dolayısıyla gelirler azaldı. Ticaret yollarının değişmesi, devlet adamlarının yetersizliği, Batı’daki sanayi devrimine ayak uydurulamaması gibi hususlar yanında iç huzursuzluklar, isyanlar, iltimaslar ve yolsuzluklar başladı.
(Kanuni’nin damadı Rüstem Paşa) “Osmanlı tarihinde ilk rüşvet alan ve rüşvet kapısını açan devlet adamıdır (c.4/s.212).
…devletin kara ordusunun esasını teşkil eden sipahi sınıfı ehemmiyetini kaybetti. Türkler, tımar istemek yerine İstanbul’a gelip yeniçeri ocağına yazılmayı daha elverişli bulmaya başladılar. Tımarların terkedilmesi, zirai buhran doğurdu ve devlet gelirini azalttı. Üstelik sipahiler, tımarlarının geliriyle geçindikleri, devletten hiçbir maaş almadıkları halde, yeniçeriler maaşlı askerdi (c.4/s.484).
XVI.asrın sonlarından itibaren devlet, esas parası olan akçaya sahip çıkamadı (c.4/s.485)...
4 Mart (1656)’ta meşhur ‘Vak’a-i Vakvakiyye’ veya ‘Çınar Vak’ası’ oldu. 9 Mart’a kadar süren ihtilâl, Kapıkulu Ocakları’na ayarı düşük akça verilmesinden doğdu. Sultanahmed’de toplanan asker, yeniden kelle istedi. Ayak divanına davet edilen 14 yaşındaki IV.Mehmed, Alay Köşkü’nde askere göründü ve asilerin istedikleri 30 kelleyi vermiye mecbur oldu. Asiler bu 30 kelleyi Sultanahmed’deki ulu bir çınarın dallarına astılar. Ondan dolayı bu ihtilâle ‘Vak’a-i Vakvakiyye’ denmiştir. Vakvak, İslâm mitolojisinde insan başından yaprakları olan ve rüzgâr estikçe ‘vak vak’ diye ses çıkaran bir ağaçtır (c.5/s.359-360).
1854’e kadar dışarıdan tek kuruş borç almayan Türkiye, bu tarihten başlayarak sık sık dış istikraz yoluna gitmiş, iç istikrazlar da gittikçe artmıştır (c.9/s.112). Sultan Mecid devrinde Türkiye, Büyük Devletler içinde dış borçlarda birinci dereceye yükseldi (c.9/s.115).
Kırım harbinin yüklü borçları, Sultan Aziz devrine intikal etmişti. Tahta geçtiği zaman 90 milyon altın olan devlet borçları, Sultan Aziz’in 15 yıllık saltanatının sonunda 196 milyon altını buldu (c.7/s.96). Sultan Aziz Türkiyesi, maliyesi bozuk bir Türkiye olarak kötü bir şöhret yapmıştı (c.10/s.156). Sultan Abdülaziz, çok borçlu bir devlet bıraktı. …düzeltmek mümkündü. Ancak, 93 felaketi devleti iflasın eşiğine getirdi (c.9/s.118).”
Alınan bu borçların bir kısmı Dolmabahçe, Beylerbeyi, Çırağan, Yıldız gibi sarayların yapımına harcandı.
“Hayr” amacıyla yaptırılan tüm işler, daha önce devlet adamlarının kendilerince karşılanırdı. (Geçen hafta, Osmanlı bütçe gelirlerinden ganimetin nasıl paylaşıldığını yazmıştım.) Padişahlar, padişah anneleri (valide sultan), sultanlar (kızları, bacıları) tarafından yaptırılan büyük camilerin (selatin camileri) masrafları kendi servetlerinden ödenirdi. 17.yüzyıldan itibaren bu gelenek bozulmuş ve hazineden karşılanmaya başlanmıştır.
“Sultan Mecid ve Sultan Aziz devirlerinden kalan borçlar, faiz ve mürekkep faizleriyle beraber, 1881 yılında 252 milyon altına yükselmişti… II.Abdülhamit’in 20 Aralık 1881’de Muharrem Kararnamesi ile …devletin tütün, damga pulu, tuz, ipek, balık, sigara tekelleri ve bazı imtiyazlı eyaletlerin maktu vergileri, Düyun-ı Umumiye’ye bırakılıyordu (c.7/s.173-174). (İki hafta önceki “Para Pul” başlıklı yazımda, Osmanlı’dan kalan borçları Türkiye Cumhuriyeti’nin ödediğinden bahsetmiştim.)
1912 Balkan yıkımında Türkler, trilyonlar değerinde ve 500 yıldır mülkiyetlerinde bulunan ülkeleri, varlıkları, servetleri bırakarak Adriya Denizi’nden Meriç’in bu tarafına çekilmişlerdir. …Ama felaketin daha büyüğü… 1914-1918 Birinci Cihan Savaşıdır. Türk’ün maddi varlığını mahvetmiştir. Türk’ü yoksul, sefil, muhtaç kılmıştır (c.11/s.291).”
Yazımı bitirirken, isterseniz bugünle karşılaştıralım: Ekonomimiz ve maliyemiz bozuk değil mi? Milli paramız yerlerde sürünmüyor mu? Yabancılara tavizler verilmiyor mu? 250 bin dolara vatandaşlık satılmıyor mu? Devletimiz dış ve iç borçla faiz borcu altında değil mi? Osmanlı’nın son dönemi ile benzerlikler yok mu? Acaba farkında mıyız?..
Bir parti genel başkanının açıklaması dikkatimi çekti: “Diriliş Ertuğrul, Kuruluş Osman, Yükseliş bilmem ne… Ama izlediğimiz en sıkıntılı dizi 20 seneden beri ‘Yıkılış Türkiye’ dizisi”.
İnşallah! Türkiye Cumhuriyeti’nin sonu Osmanlı gibi olmayacaktır…