Başlığa bakıp “Osmanlı’nın yıkılış sebeplerini biliyorum!” diyebilirsiniz. Ben de sizin gibi düşünüyorum ama “peki, say deseler” 4-5 madde ancak sayarım. Saydığım maddelerin de altını doldurabilir miyim, bilemiyorum? Aslında bu konuda hepimizin az çok bilgisi var. Yine de şöyle “dört başı mamur” bir makale araştırdım: Birçok yazı bulmakla birlikte “derli toplu olarak” Prof.Dr.Bayram Kodaman’ın, SDÜ Fen-Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi (Aralık/2007, Sayı:16, s.1-24)’nde yayınlanan makalesini gördüm.
Kodaman, makalesinin özet bölümünde; “Ekonominin ziraat-hayvancılığa dayandığı, ideolojinin de din olduğu Ortaçağ’da devletlerarasında medeniyet, kültür ve teknoloji açısından belirgin farklar yoktu. Bu ortamda bazı özellikleri bakımından Osmanlı Devleti, eşitler arasında birinci ve üstün durumdaydı. Bu özellikler (yükseliş dinamikleri): 1-Ulû’l-emre itaat anlayışı, 2-İnanıyorum o halde varım zihniyeti, 3-Devletin temeli adalettir anlayışı, 4-Toprak Sistemi, 5-Kapıkulu Sistemi, 6- Millet Sistemi idi. Bunlara dayanarak üç kıtada büyük bir imparatorluk kurmuştur. XVII.yüzyıldan itibaren yukarıda belirtilen anlayış, zihniyet ve sistemler bozulmaya başlamıştır. Aynı yüzyılda Avrupa, Ortaçağ’dan modern çağını yaratırken, Osmanlı ise tam aksine klasik çağından Ortaçağ şartlarına sürüklenmiştir. Osmanlı Devleti bunun farkına varmışsa da kendi mazisiyle Avrupa arasında sıkışıp kalmış, ne mazisine dönebilmiş ne Avrupa’ya benzeyebilmiş ne de yeni bir çözüm yolu veya alternatif bulabilmiştir. Dolayısıyla yıkılmaktan kendini kurtaramamıştır.” demektedir.
Okuduğum kaynaklardan yararlanarak fazla ayrıntıya girmeden belirli başlıklar altında “Osmanlı’nın yıkılış sebepleri”ni işlemeye çalışacağım. Biliyorum, yazım yeterli olmayacaktır: Tamamlaması da size düşecektir. Yazılarımda konuların iç içe girdiğini de göreceksiniz; çünkü hepsi birbiriyle ilintilidir.
Eğitim, Bilim ve Kültür
Rahmetli Kodaman’ın makalesinden devam edelim: “İdeoloji olarak Avrupa’da Hıristiyan dini, Osmanlılarda ise İslam dini hakimdi. Ancak, Avrupa bu dönemde kilisenin, skolastik düşüncenin, feodalitenin baskısı altında kalıplaşmış ve kapalı bir sistem içinde yaşarken, Osmanlı o günün şartlarına ve Avrupa’ya göre yüzü dünyaya dönük ve daha dinamik bir sisteme sahipti. Nitekim bu özelliğiyle siyasî, idarî, askerî, ilmî, soysal bakımdan hızla gelişmiş ve Kanuni Sultan Süleyman zamanında müesseseleşerek klasik çağına erişmiştir. Böylece Osmanlı ‘bundan iyisi can sağlığı’ öz deyişinde olduğu gibi kendisinin mükemmeli yakaladığına inanmış ve bu inançla da hedefini ‘mevcudu muhafaza etmek’ düşüncesiyle sınırlamıştır.
Aynı dönemde Avrupa, mevcut sisteminin kabuklarını kırarak, yeni ve farklı bir sistem gayreti içine girmekteydi. Başka bir ifade ile Osmanlı hedefe vardığını zannettiğinde ve mola vermeye değil olduğu yerde kalmaya karar verdiğinde henüz Avrupa kendi içinde kendi alternatifini çıkarmak için yeni harekete geçiyordu. İki sistem arasındaki en önemli fark Osmanlının statik, Avrupa’nın da dinamik oluşu idi.”
“Her şeyin başı eğitimdir” derler; doğru, ama hangi eğitim? Osmanlı’nın yıkılış sebeplerinin en başında “bilim ve sanayi devrimi”ni kaçırmış olması gelmektedir.
Osmanlı’da yeterli okul yoktur. Okuma yazma oranını, en iyimser tahminde bulunanlar bile %12 diyebilmektedir. Bu oranın da büyük çoğunluğunu azınlık okullarında okuyan kişiler oluşturmaktadır. Batı’daki Üniversiteler gibi okullar olmadığı için bilimsel çalışmalar yapılamamaktadır; dolayısıyla bilim insanı yetişmiyor, bilim üretilemiyordu.
29 Nisan 1775 tarihinde “Mühendishane-i Bahrî-i Hümayun” açılıyor; ancak yerli hoca bulmakta zorlanılıyor. 1874-1875 öğretim yılında “Dârülfünun-ı Sultani” kurulmuştur; bölümleri, hocaları, bilimsel işleyişi bakımından bir üniversiteden daha çok yüksekokul seviyesindedir. Oysa, 1100’lü yıllardan itibaren Avrupa’da üniversiteler kurulmuştur. Yani 775 yıl geriden geliyorduk (Ahmet Gürsoy, Yeniçağ, 25/11/2019).
19 Eylül 1575’de Padişah III.Murad’ın görevlendirdiği Müneccimbaşı Takiyüddin Efendi’nin öncülüğünde “İstanbul Rasathanesi” kuruluyor. Devrin Şeyhülislâmı Kadızâde Ahmed Şemseddin Efendi’nin, “Rasathâneler bulundukları ülkeleri felâkete sürükler” şeklindeki fetvası yüzünden 22 Ocak 1580’de yıktırılıyor. Galata Kulesi'nden Üsküdar'a uçan Hezarfen Ahmet Çelebi’nin bu başarısı, IV.Murat doldurularak engelleniyor.
Matbaanın geç gelişi de (1727) sebeplerden birisidir.
Kodaman, yukarıda bahsedilen makalesinde: “Aynı şekilde Avrupa ilim ve bilgi üretmek için üniversiteler, enstitüler kurarken, Osmanlı, medreseleri yeni şartlara göre reforma tabi tutacağı yerde, onların bozulmasını önleyememiştir…
…medrese ve eğitim sistemi de bozulmaya ve taassup içine düşmeye başladı. Artık medrese, daha evvel verilmiş doğruları-hakikatleri, ön yargıları akıl yoluyla teyit etmenin doğrulamanın ötesinde, yeni bir fikir üretemez, keşif veya icat yapamaz duruma düşmüştür. Zira, eğitim konusunu ve objesini tamamen metafizik dünyada-ahirette aramaya yönelmiş ve aklı kullanarak dünyevî ve beşerî meseleleri çözme işini, tabiatın kanunlarını keşfederek teknoloji yaratmayı, dolayısıyla maddi gücü ve refahı artıracak ‘alet yapma’ metodunu ihmal etmiştir. Bunun sonucu skolâstik zihniyet, Osmanlı aydınlarına ve eğitimine hâkim olmuş ve yeni fikir, yeni bilgi, yeni mal-alet üretiminin yapılabileceği akıl ve bilim çağına girilmesini engellemiştir. Bu yüzden inancın-geleneğin zıddı olmayan, fakat tersi olan akıl ve bilim, inanca-geleneğe paralel olarak Osmanlı medrese eğitiminde ve düşünce hayatında rehberlik görevini yapma imkânı bulamamıştır.
Osmanlı bu halde iken, Avrupa akıl çağından ilim çağına, tarım ekonomisinden sanayi çağına, el emeğinden-makine çağına, kılıç-ok-mızraktan ateşli silahlar çağına, hazır bilgiden bilgi üretme çağına geçerek kendi coğrafyasına, kendi toplumuna ve diğer toplumlara hâkim olmuş, refahı, gücü, kültürü yakalamış ve kendi medeniyetini yaratmıştır.”
Bayram Kodaman, “Abdülhamit Devri Eğitim Sistemi”ni de incelemiştir: “Maarif alanında yapılacak yeniliklere en büyük engel, şüphesiz medreselerdi… Eğitim dili olarak Arapçanın hâkim olduğu ve ayrıca gözlem, deney, araştırma ve tenkide kat'iyyen yer vermeyen medreseler, kemiyet ve keyfiyet bakımından da çağın ihtiyaç ve icaplarına göre tahsil ve terbiye vermiyordu. Özellikle, Avrupa'daki felsefî, ilmî ve teknik gelişmeler karşısında, medreseler tamamen âciz durumda kaldılar (Dr.Arslan Tekin, Maksat medreseleşmek mi? Yeniçağ, 20/04/2022)”.
Prof.Dr.Esfender Korkmaz: “Osmanlı medreselerinde okutulan derslerin tamamına yakını fıkıh, hadis, kelam, tefsir dersleriydi. Kemal Gürüz, ‘Medrese ve Üniversite’ isimli kitabında; ‘Felsefe, matematik ve fen bilimleri geleneksel medrese müfredatında yer almamıştır. Beytül Hikme ve bazı rasathaneler dışında, İslam âleminde ve Osmanlılarda bilim ve gözleme dayalı olarak araştırma yapan müstakil kurumlar yoktur’ diyor.
Osmanlının geri kalmasının, idari ve jeopolitik nedenleri olmakla birlikte, temel neden eğitimde ve bilimde geri kalmasıdır… (İşimiz çok çok zor! Yeniçağ, 08/04/2022)”
Medrese hocalarının kalitesi düşüyor. Medrese öğrenimi görmemiş pek çok kişiye ilmi rütbeler veriliyor.
Yeni doğmuş çocuklara “müderrislik” unvanı ile maaş bağlanıyor; babadan oğula geçen “Beşik uleması” sınıfı yaratılıyor.
Haftaya devam…