Hacı Bektaş-ı Veli’nin üç güzel sözüyle yazıma başlamak istiyorum: “En yüce servet ilimdir”, “İnsanın cemali sözünün güzelliğidir” ve “Her ne ararsan kendinde ara”.
Her gün gazetemi alır dikkatlice okurum. Sonra internetten bazı gazete ve köşe yazılarını gözden geçiririm. Gündüzleri pek televizyon seyretmem; genelde akşamları bakarım. Vakit buldukça da sosyal medyayı takip ederim.
Ülkemiz, teknolojik araç üretmese de maşallah insanlarımız teknolojiden yararlanmada ve teknolojiyi kullanmada mahirler: Günümüzün büyük kısmı akıllı telefonun, bilgisayarın veya televizyonun başında geçiyor.
Sosyal medyayı kullanma işinde, o kadar ileri gittik ki; artık devleti yönetenler ve bürokratlar talimatlarını bu yolla veriyorlar, icraatlarını bu yolla duyuruyorlar. Hatta daha ilerisi de var: Bakanların görevlendirilmesini, görevine son verilmesini, el çektirilmesini, azledilmesini ya da bakanların istifalarını, istifalarını geri almalarını, vazgeçirilmelerini, teşekkür etmelerini hep bu kanaldan öğreniyoruz. Yani, anlayacağınız devletimiz de sosyal medyadan yönetilir oldu.
Sosyal ağlar ve bağımlılık
Basında ve sosyal medyada herkes bir şeyler yazıyor; kendince fikirlerini, görüşlerini paylaşıyor. Gerçekten çok güzel yazılar ve paylaşımlar oluyor.
Yalnız, o kadar çok şahsî ve grup sitesi var ki takipte zorlanıyorum. Kontrolümüzde olmayan paylaşımlar da cabası. Bazıları “sponsorlu”ymuş; yani “parayı veren düdüğü çalıyor.”
Sosyal medyayı güzel kullananlar olduğu gibi kötüye kullananlar da var. Burada insanları aldatanları kastetmiyorum; zaten onlar suç işliyorlar. Benim kastım; başkaları aleyhine yalan - yanlış, iftira ve nefret kokan paylaşım yapanlaradır.
Paylaşımlar ve altına yazılan yorumlar; kişilerin bilgisinin ve ilgi alanının derecesini de ortaya koymaktadır. Hatta bazı paylaşım ve yorumların, bilerek ve kötü niyetle yazıldığına inanıyorum. Onun için -haddim olmayarak- bazı yazıları, paylaşımları ve yorumları çok yetersiz, seviyesiz, cahilce ve hatta terbiyesiz buluyorum.
Paylaşımlara yorum yazmadığım veya beğenmediğim için alınanlar, kızanlar oluyor, biliyorum. Maalesef yetişemiyorum. “Emeklisin, zamanından çok ne var?” diyenleri duyar gibiyim. Siteleri ve şahsî hesapları hep takip etmeye kalkışsam; ne kitap / gazete okumaya ne önemli programları seyretmeye ne de yazılarımı hazırlamaya zaman ayıra bilirim.
Farkındaysanız; çok fazla paylaşım yapmıyorum. Sadece haftalık yazımı ve önemli gün ve olayların yıldönümlerinde faydalı bulduğum mesajlar paylaşıyorum. Yapılan yorumları mümkün olduğunca okuyorum. Yazılarımın çok güzel ve doyurucu olduğunu iddia edemem; ayrıca kimseyi ikna etmek gibi bir düşüncem de yoktur.
Dini mesajlar
Özellikle bu iktidar döneminde dinî içerikli yazılar, mesajlar, kutlamalar çok yapılıyor. Herhalde popülizmin veya geçinmenin bir yolu oldu!.. Ama maalesef! Millî ve manevî değerlerimiz; en çok bu dönemde yozlaştı, “yerle yeksan oldu”.
Ramazan ayı dolayısıyla manevî atmosfere girdiğimiz malûm. Arkadaşlar ve tanıdıklar arasındaki mesajlaşma trafiği bayağı arttı. Ramazan, kandil geceleri ve Cuma günleri paylaşılan sözlerin bazıları çok güzel, bazılarıysa çok basit kalıyor. Hâlâ, herkesin ezberlediği veya bugün için yanlış yorumlanabilecek sözler paylaşılıyor: Bu bilindik paylaşımları es geçiyorum.
Aynı yanlışı Diyanet de yapıyor: Yüzyıllar önce yaşamış bazı eski alimlerin sözlerini paylaşıyor. Bu sözler, söylendikleri yıllardaki insanların eğitim seviyeleri düşünülünce uygun olabilir ama bugün için çok basit ve yavan kalmaktadır. Bugün sokaktaki normal bir vatandaşın bile rahatlıkla söyleyebileceği bir sözü, çok önemliymiş gibi sunmanın alemi yoktur. Mesajların, insanı tatmin edici ve ufuk açıcı olmaları gerekir. Mesajlarda çağımız gerçekleri ve gerekleri dikkat alınmalıdır.
Gelen mesajları anlayışla karşılıyor ve okuyorum. Ancak, bu mesaj gönderme işinin sıradan hale getirilmesine karşıyım. Bulundukları görev ve sorumlulukları gereği veya ortam sebebiyle paylaşım yapan arkadaşlarımın farkındayım. Bazılarında ise “paylaşım yapmazsam ayıplanırım” endişesi var gibi...
Bu tavır, biraz da “güven eksikliğinden kaynaklanıyor” diye düşünüyorum. Paylaşım yaptığımız veya mesaj gönderdiğimiz kişiler; büyük oranda tanıdıklarımızdır: Onlar da bizi tanıyorlar. Kim olduğumuzu ve nasıl bir kimliğe sahip olduğumuzu bilmiyorlarsa, bizi tanımamışlarsa, o da onların ayıbıdır. Mevlana’nın “Ya olduğun gibi görün ya da göründüğün gibi ol” sözünü, tam sırası paylaşmalıyım.
İnancımızda “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” ilkesi vardır. Kendimi de katarak söylüyorum; bilen de yazıyor, bilmeyen de… Benim söylemek istediğim; paylaşımlarımıza biraz daha dikkat edelim. Hatırlarsanız bir bakanımız vardı: “Her Cuma bir ayet sallıyorum” diyen; “Bakara makara” diye dalga geçen. O duruma düşmeyelim.
Telefonumuzda kayıtlı kişilere grup mesajı atıyoruz. Hepsi, gerçekten bizim sevdiğimiz, saygı duyduğumuz, değer verdiğimiz, dost gördüğümüz kişiler mi? Hayır!.. “Âdet yerini bulsun.” Aynen devlet bakanının yaptığı gibi, her Cuma bir ayet veya hadis salla olsun bitsin!..
Bir de her yazının, haberin altına çarpıtıcı yorum yazanlar; hatta terbiyesizlik yapanlar var. Bunlar “ipini koparanlar”. Hatırlarsanız, bir ara bunu görev sayan özel elemanlar vardı. Şimdi bu işi; devlet memuru dediğimiz atanmış kişiler yapıyor. Yasa gereği hiç açıklama, görüş vermemesi gerekenler; muhaliflere veryansın ediyorlar.
İnsanlara “tebessüm” sadakadır. Bırakın karşılaştığımız insanla selamlaşmayı; akraba, eş, dost, komşuyla bile selamlaşmıyor, gülümsemiyoruz! Aynı davaya inanmış, birlikte mücadele etmiş insanlar dahi bu emri yerine getirmiyorlar. Farklı bir söz edene hemen “hain” damgası vuruluyor. Dava arkadaşlığından nerelere geldik; sevgimizi, saygımızı yitirdik. Karşısındakinin Müslüman olduğunu bile bile saygı göstermeyip yargılayanlar, saygı bekleyemez.
Artık insanlar o hale geldi ki; yapacakları icraatları (!) önce sosyal medyadan paylaşıyor, sonra da yerine getiriyor. Mesela; intihar ediyor, uyuşturucu kullanıyor, cinayet işliyor, tecavüzde bulunuyor. Galiba toplumumuz cinnet geçiriyor!..
Ne yazık ki, toplumumuzda adalet ve hak duygusu kalmadığı gibi ilkesizlik ve kuralsızlık da aldı başını gidiyor; bocalayıp duruyoruz. Değerlerimizi bilmeyenler bir tarafa bildiğini iddia edenler bile değerlerimize saygısızlık ediyor. Ne millî ne de manevî bir değerimizi bırakmadılar.
Üzerinde durulması gereken o kadar çok ve önemli sorunlarımız var ki; insanlara dinle, diyanetle, vaazla, hutbeyle, mesajla moral veremez, onları motive edemez hale geldik. Herkes sıkıntıda… “Aç köpek fırın duvarını yıkar” veya “Aç ayı oynamaz” özdeyişlerimizi unutmayalım.
Kısacası; sosyal medyayı kullanmada ve paylaşımlarda hassasiyet gösterelim, samimi davranalım ve duyarlı olalım. Öncelikle kendi öz eleştirimizi yapıp yaşantımızı Kur’an’ın ilkelerine uyarlayalım.
Yazımı; bizim “erken öten horozun başını keserler” özdeyişi ve bir Afrika atasözüyle bitireyim: “Horoz ötsün veya ötmesin mutlaka sabah olacaktır.”