Bilindiği üzere; tarihimiz incelendiğinde, Türklerin büyük çoğunluğunun geçmişte Gök Tanrı inancına sahip oldukları görülür. Türkler, çok geniş bir coğrafyaya yayılmaları sebebiyle de en çok dil ve din değiştiren milletlerden biri olmuşlardır. Bu durumu belki de Türklerin bir zaafı olarak da görmek mümkündür.
Türklerin İslâmiyet’i kabulü ile birlikte, özellikle XI. ve XII. yüzyıllarda Arapça ve Farsça’nın etkisinde kalmışlardır. Kur'an-ı Kerim’in ve temel kitapların Arapça olmasından dolayı, medreselerde bilim dili olarak Arapça, edebiyat dili olarak da Farsça kullanılmaya başlanmıştır. Bu yıllarda Türk şairler Farsça eserler yazmışlardır. Saraylarda edebiyat dili Farsça olmuştur.
Diğer yandan, Türkçe ile eser yazanlar da olmuştur. Bu eserler; Yusuf Has Hacib’in “Kutadgu Bilig”i, Edip Ahmet Yükneki’nin “Atabet-ül Hakayık”ı, Kaşgarlı Mahmut’un “Divan-ı Lügat-it Türk”ü ve Hoca Ahmet Yesevi’nin “Divan-ı Hikmet”idir. Belli başlı eserler bunlar olmakla birlikte öğüt verici başka eserler de yazılmıştır.
Türkçe halk arasında konuşulan bir dil olarak kalmıştır. Bu durum, Anadolu Selçukluları’ndan sonra kurulan Anadolu beyliklerinin Türkçecilik hareketine kadar sürmüştür. 13 Mayıs 1277’de Karamanoğlu Mehmet Bey: “Bundan sonra hiç kimse kapıda, divanda, mecliste, seyranda Türk dilinden özge söz söylemesinler.” diyerek, Türkçe’yi devlet dili olarak ilân etmiştir.
Türkçe’ye sahip çıkma ve dilimizi başka dillerin etkilerinden kurtarma mücadelesi başlamıştır. Türkçe, halk arasında varlığını canlı bir şekilde sürdürmüştür. Osmanlı Devleti'nin kuruluşunda devlet dili Türkçe’dir. Ancak; XV.yüzyıldan sonra Türkçe’ye Arapça, Farsça sözcükler ve bu dillerdeki bazı dil kuralları girmiştir.
Türk dili, o zamanlarda olduğu gibi bugün de yabancı dillerin baskısı, etkisi ve kuşatması altındadır. Türkçe, teknolojinin de getirdiği zorunlulukla gün geçtikçe bozulmaktadır. Üzülerek şahit oluyoruz ki; güzel dilimiz hak ettiği değeri görmemektedir. Aydınlarımızın konuşmalarından, medya organlarımıza; cadde, sokak ve işyeri isimlerinden, konuşulan dile varıncaya kadar inanılmaz bir başıbozukluk sürüp gitmektedir.
Dil; kültürün, sosyal hayatın, değerlerin, edebiyatın, yani milleti millet yapan temel taşların asıl unsuru ve taşıyıcısı, millî varlığın güvencesidir. Bugün dinleri farklı olsa bile Türkçe’yi unutmayan Türk toplulukları, millî kimliklerinin bilincindedir.
Bu vesileyle, değerli ağabeyim emekli öğretmen Yusuf YANÇ’ın, 24 Kasım 1998 tarihinde yazdığı “ARIYORUM” başlıklı güzel şiirini hatırlatmak istiyorum. İnanıyorum ki, siz de severek okuyacaksınız.
Karamanoğlu Mehmet Bey'i arıyorum.
Göreniniz, bileniniz, duyanınız var mı?
Bir ferman yayınlamıştı;
“Bu günden sonra, divanda, dergahta, bargahta, mecliste,
meydanda Türkçe'den başka dil konuşulmaya”diye,
Hatırlayanınız var mı?
Dolanın yurdun dört bir yanını,
Çarşıyı, pazarı, köyü, şehiri,
Fermana uyanınız var mı?
Nutkum tutuldu, şaşırdım, merak ettim,
Dolandığınız yerlerdeki Türkçe olmayan isimlere,
Gördüklerine, duyduklarına üzüleniniz var mı?
Tanıtımın demo, sunucunun spiker,
Gösteri adamının showmen, radyo sunucusunun discjokey,
Hanım ağanın, first lady olduğuna şaşıranınız var mı?
Dükkânın store, bakkalın market, torbasının poşet,
Mağazanın süper, hiper, gros market,
Ucuzluğun, damping olduğuna kananınız var mı?
İlan tahtasının bilboard, sayı tabelasının skorboard,
Bilgi alışının brifing, bildirgenin deklarasyon,
Merakın uğraşın, hobby olduğuna güleniniz var mı?
Bırakın eli, özün bile seyrek uğradığı,
Beldelerin girişinde welcome,
Çıkışında, goodbye okuyanınız var mı?
Korumanın, muhafızın, bodyguard,
Sanat ve meslek pirlerinin, duayen,
İtibarın saygınlığın, prestij olduğunu bileniniz var mı?
Sekinin alanın, platform, merkezin center,
Büyüğün mega, küçüğün mikro, sonun final,
Özlemin hasretin, nostalji olduğunu öğreneniniz var mı?
İş hanımızı plaza, bedestenimizi galeria,
Sergi yerlerimizi, center room, show room,
Büyük şehirlerimizi, mega kent diye gezeniniz var mı?
Yol üstü lokantamızın fast food,
Yemek çeşitlerimizin menü,
Hesabını, adisyon diye ödeyeniniz var mı?
İki katlı evimizi dubleks, üç katlı komşu evini tripleks,
Köşklerimizi villa, eşiğinizi antre,
Bahçe çiçeklerini flora diye koklayanınız var mı?
Sevimlinin sempatik, sevimsizin antipatik,
Vurguncunun spekülatör, eşkiyanın mafya,
Desteğe, bilemediniz koltuk çıkmaya, sponsorluk diyeniniz var mı?
Mesireyi, kır gezintisini picnic,
Bilgisayarı computer, hava yastığını air bag…
Eh pek olasıcalar, oluru, pekalayı, okey diye konuşanınız var mı?
Çarpıcı, önemli haberler, flash haber,
Yaşa, varol sevinçleri, oley oley,
Yıldızları, star diye seyredeniniz var mı?
Vırvırık dağının tepesindeki köyde,
Cafe show levhasının altında,
Acının da acısı, kahve içeniniz var mı?
Toprağımızı, bayrağımızı, inancımızı çaldırmayalım derken,
Dilimizin çalındığını, talan edildiğini,
Özün el diline özendiğine, içiniz yananınız var mı?
Masallarımızı, tekerlemelerimizi, atasözlerimizi unuttuk,
Şarkılarımızı, türkülerimizi, ninnilerimizi kaybettik,
Türkçemiz elden gidiyor, dizini döveniniz var mı?
Karamanoğlu Mehmet Bey'i arıyorum,
Göreniniz, bileniniz, duyanınız var mı?
Bir ferman yayınlamıştı...
Hayal meyal hatırlayıp da, sahip çıkanınız var mı?
Evet… Yahya Kemal’in: “Türkçe ağzımda annemin ak sütüdür.” dizesinde ifade ettiği ak dilimiz, ses bayrağımız kararmakta, yozlaşmakta ve bozulmaktadır.
Atatürk: “Türk demek, Türkçe demektir.” diyerek dilin önemini vurgulamış ve “Ülkesini, yüksek bağımsızlığını korumasını bilen Türk Milleti, dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır.” vasiyetiyle bizlere görevimizi hatırlatmıştır.
Unutmayalım!
Türkçe giderse, Türkiye gider.
13 Mayıs Türk Dili Bayramımız kutlu olsun.