Yılmaz Öztuna “Büyük Türkiye Tarihi” adlı eserinde; “(Osmanlı) Hanedanın rengi al (alev rengi) olduğu halde Tanzimat’tan sonra bayrak şeklinde çukulata rengi zemin üzerine aynı renk çizgilerle kesilmiş beyaz bir çerçeve şeklinde padişah sancağı kullanılmıştır. Daha çok fors mahiyetinde olan bu sancağın ortasındaki çerçevede padişahın tuğrası vardı. 1908 Meşrutiyetinden önce bu sancak, yalnız padişah gemiye bindiği zaman o tekneye çekilirdi, sadece forstu.
Padişaha mahsus başkumandanlık harb bayrağı ise çukulata rengi zemin üzerinde dört tarafta 10’ar şualı dört yıldız ve ortada bir çapadan ibaretti. Savaşta kullanılırdı (c.8/s.98-99).” demektedir.
Türkler’in ana renklerinin anlamları ile ilgili bilgileri verdikten sonra tartışılan bir konuyu da açıklığa kavuşturmak gerekmektedir: Sarı, kırmızı ve yeşil üçlüsü…
Prof.Dr. Reşat Genç makalesinde; “Türklerin eski şaman törenlerinde, bir ip üzerine asılmış gök (yeşil), kırmızı, sarı ve beyaz bezlerin Şaman’a gök yolunu gösterdiğine inanmaları da, yeşil renk ile beraberindeki kırmızı, sarı ve beyaz renklerin Türk inanç ve geleneklerinde nasıl yaygın bir şekilde yer tuttuğunu göstermesi bakımından kayda değer.
Sarı, kırmızı ve yeşil rengin Türklerde beyler zümresinin bir sembolü olarak kullanıldığına dair şimdilik en eski bilgimiz Göktürkler dönemine ait bulunmaktadır.
Sarı, kırmızı ve yeşil üçlüsünün yan yana ve hükümranlık sembolü olarak sancaklarda kullanıldığına dair en eski bilgimiz ise Selçuklular dönemine ait bulunmaktadır.
Yine sarı, kırmızı ve yeşil renklerin gerek yan yana gerekse iç içe olarak, Osmanlı döneminde, devletin sona erişine kadar çok yaygın bir biçimde kullanıldığını görüyoruz.
…Yeniçeri (Ocak) Sancağı …yarısı yeşil ve yarısı kırmızı renkte olup, kenarları sarı sırma harçlı ve ortasında kezalik sarı sırma ile işlenmiş bir zülfikarı havî idi.
Diğer taraftan sarı, kırmızı ve yeşil renklerin Osmanlılarda, devletin sonlarına kadar padişahın hâkimiyet renkleri olarak kullanılmaya devam ettiğinin en parlak örneğini, Atatürk’e verilmiş olan altın liyakat madalyası ile altın imtiyaz madalyasında tespit ediyoruz. Gerçekten de orijinalleri bugün Anıtkabir Müzesi’nde bulunan bu iki madalyadan ‘Altın Liyakat Madalyası’, çifte kılıçlı olup şeridi de kırmızı zemin üzerinde iki yeşil çizgiden oluşmaktadır. Yani, altın sarısı, kırmızı ve yeşil renkler üçlüsü bu madalyada da bir araya gelmiş bulunmaktadır. Altın Liyakat Madalyası Atatürk’e Osmanlı Devleti tarafından 7 Ocak 1915 tarihinde Çanakkale Savaşlarında memlekete yaptığı büyük hizmetlerin bir mükâfatı olarak verilmiştir.
Altın imtiyaz Madalyası da çifte kılıç olup, şeridinin yarısı yeşil, yarısı da kırmızı renktedir. Altın sarısı, yeşil ve kırmızı renkler bir arada bu madalyada da açıkça görülmektedir. Bugün pek çok kurum ve kuruluşlarımızda asılı olan üniformalı Atatürk resminde görülen madalya budur. Bu madalya ise Atatürk’e 16.Kolordu Komutanı olarak 8 Ağustos 1916 tarihinde Doğu Cephesinde üstün Rus kuvvetlerine karşı kazandığı ve neticesi itibariyle Muş, Bitlis ve Tatvan’ın düşman işgalinden kurtuluşunu sağlayan büyük başarısı üzerine verilmiştir.
Bugün, Türkiye’nin bilhassa Güneydoğu bölgesinde ve özellikle kadın kıyafetlerinde gözlenen sarı, kırmızı ve yeşil renkli kıyafetler de bu renklerin günümüz Türk dünyasındaki yaygınlığının en güzel örneklerindendir.
Yukarıdan beri verilen bilgilerden anlaşıldığı üzere sarı, kırmızı ve yeşil renkler, köklerini en eski Türk inanışlarından alarak, asırlar boyu Türklerin dinî, manevî ve giderek de millî hayatlarında çok yer tutmuş ve önem verilmiş renklerden olmuştur. Bu renklerin üçünün birden Göktürkler zamanından başlayarak Türklerde beyler zümresinin rağbet ettiği üçlü olarak yer aldığı görülmüştür. Aynı üç rengin Büyük Selçuklulardan Osmanlı Devleti’nin sonuna kadar devleti yönetenleri temsil eden sancak ve bayrak renkleri olarak kullanıldığını tespit ettik. Aynı renklerin günümüz Türk Dünyasında Saha (Yakut)’lardan Hakaslara, Kırgızlardan Özbeklere, Azerîlere ve Türkiye Türklerine kadar yaygın bir şekilde kullanıldığını gözledik.
Yani, tıpkı Nevruz Bayramı gibi, sarı, kırmızı ve yeşil renkler üçlüsünün, yüzlerce yıldır Türk manevî ve millî hayatının, kısaca Türk kültürünün temel unsurlarından olduğu, hiçbir şüpheye yer bırakmayacak tarzda ve açık bir biçimde ortaya çıkmıştır.”
Zeynep Dokumacı ise; “…bugün Türkiye’nin muhtelif yörelerinde ve özellikle kadınların giyim kuşamlarında sarı, kırmızı ve yeşil renklere çokça rastlanmaktadır. Belki de bunun ifadesi olarak Anadolu halkı arasında; ‘Al yeşil üstüne sarıyı bağla/ Ger yakışmaz ise gel gör beni’ şeklindeki deyişin… devam edip gelmesidir.
(Türk Dünyası’nda) Nevruz Bayramı… törenlerinde, Türk kadınlarının ve erkeklerinin (giydikleri) kıyafetlerde sarı, kırmızı ve yeşil renkler yaygın biçimde kullanılmaktadır. Bu durum aynı kültürel kimliğin, aynı Millî kimliğin unsurlarından sadece bir kaçıdır.
Renkler ve onlara eski insanlar tarafından verilen manalar milletlerin dünya ve kâinatı hissetmeleri ile alâkalıdır. Renkler gözün gördüğü maddî şeyler değildirler, insanların onlara yükledikleri anlamlarla maneviyat kazanmışlar ve maddî maneviyatın da üzerine çıkmışlardır. İnsanlar, renklerin maneviyatları ile ilgili düşüncelerini…” Azerbaycanlı şair Resul Rıza (1910-1981)’nın ağzından “RENGLER” başlıklı şiiriyle bağlayalım (Y.Y: Şiiri, antoloji.com’dan aynen aldım, hataları düzeltmeye çalıştım. Okurken X(x):H(h); Q(q):K(k) okuyalım.):
Ağ, qara, sarı, yaşıl, qırmızı;
heresi bir sınaqla bağlıdır.
Biri hesredimizi xatırladır,
biri derdimizi, biri arzumuzu.
Heresinde bir me’na arayıb
bir sebeb gören var.
Kim bilir, kim sınamış,
kim bunu ilk defe demiş.
Qara matem,
qırmızı bayram,
san nifret ifadesi imiş.
Kim bilir keyfinin ne vaxtında,
kim olmuş rengleri bele damğalayıb,
bele ayıran.
Qırmızi qan da ola biler.
bahah üzük qaşı da,
göz yaşı da.
qara matem remzi de ola biler,
mehebbet remzi de,
nifret remzi de.
Ağ gözümüzü nurdan sala da biler,
çiçek-çiçek bezeye biler süfremizi de.
Biri yaşıl görür yarpağı,
biri qıpqırmızı.
Ancaq yarpaği öz renginde qalır.
Yaşıl olur, qızarır, saralır.
Rengler könlümüzden keçir
isti, serin külekler kimi.
Neğmeler, sözler, sesler
qelbimize dolıır müxtelif rengler kimi.
Rengler xatireler oyadır,
duygular oyadır.
Gördüyümüzden artıq görmek istemesek
Her reng adice boyadır.
Renglerin de musiqi kimi ahengi var.
Ağrının, sevincin, ümidin de
rengi var.
Düşündükçe açılır
Elvan sehifeleri renglerin.
Canlanır gözümüzde rengi
ömrün, mübarizenin,
qelbin, nifretin,
gecenin, seherin
ve insan taleyinin.
(Heresi: Her birisi; Sınaq: Sınav, deneme, ölçek; Bahah: Pahalı, değerli; Üzük: Yüzük; Remiz, remzi: Simge, sembol; İsti: Sıcak; Külek: Rüzgar; Elvan: Türlü renklerden olan; Mübarize: Mücadele; Taley: Talih, kader)