Öyle bir dönemdeyiz ki; “Türk Milleti”ni bir arada tutan “Türklük”le ilgili -sahip çıkılması gereken- ne kadar değer varsa ayaklar altına alınıyor, “Türk’ün adı silinmeye” çalışılıyor. Aynı anda, siyasi gelecek uğruna “İslâmiyet”le ilgili değerler de istismar ediliyor: İktidar için her yol mubah sayılıyor. Maalesef! Ülkemizde “Türklük”te de “İslâmiyet”te de çöküş yaşanmaktadır. Hiç bir dönemde bu kadar tahribat yapılmamıştır. İşin daha da acı tarafı; bu değerlerin istismarını sadece cemaatler yapmıyor, devletin çeşitli kademelerinde görev yapan yöneticiler de yapıyor.
Geçen haftanın gündemini; TBMM Başkanlığı, MEB ve MSB’lığı görevlerinde bulunmuş İsmet Yılmaz oluşturdu. Belediye başkan adayına oy isterken, “…vereceğiniz destek ruz-i mahşerde (kıyamet günü) berat (kurtuluş) belgeniz olacak” demişti. Yılmaz’ın, Millî Eğitim Bakanı iken kayda değer bir icraatını görmedik. Bakanlığı “müsteşar yönetiyor” deniliyordu. Yalnız AKP grup toplantısındaki bir sahneyi unutmak mümkün değil. Sayın Erdoğan’ın kendisini kürsüye çağırarak, “Bu deizm meselesi de ne?” diye sorması ve bakanın suspus olması!.. Çünkü raporlarda, İmam-Hatip öğrencilerinin “deizm”e yöneldikleri belirtilmişti…
Yine, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın araştırmasından: “Türkiye’de insanların eğitim düzeyleri yükseldikçe dindarlık düzeyleri azalıyor” sonucu çıkmış. Yaman çelişki!.. Demek ki, dini anlayışınızda ve anlatışınızda bir yanlışlık var, bunu sorgulamanız gerekir. Mesela; Sayın İsmet Yılmaz’ın yukarıdaki sözleri hakkında açıklama yapmanızı beklerdik. Ama siz, belki de gündem değiştirmek için “Sigaranın haram olduğundan…” bahsediyorsunuz. Öncelik sigara olmamalıydı. Sigaranın zararı; içenin kendi sağlığına ve cebinedir, ya Yılmaz’ın lafları?.. “İslâm alemi”nin ve ülkemizin neden bu durumda olduğunu, neden “dinden uzaklaşıldığı”nı buradan anlayabilirsiniz.
Medyada siyasileri, bilim insanlarını, din adamlarını; “ne diyorlar acaba” diye mümkün olduğunca takip ederim. Beğendiğim vardır, beğenmediğim vardır; değerlendiririm. İnsanların ibadetleri beni hiç ilgilendirmiyor: “Allah” ile kendisi arasındadır. İman, itikat ve ahlâkî konularda söylediklerine ve davranışlarına bakarım. Önceki alimler arasında da tartışmalar olmuştur. Ancak, istismar etme veya tutuculuk yerine; İslâm’ı, tabiî, sosyal, beşerî ve fen bilimlerini öğretmeye ve geliştirmeye yönelik olmuştur. Onun için, geçmişte Türk ve İslâm Dünyası’nda büyük alimler yetişmiş, yazdıkları eserler yıllarca Batı’da okunmuştur.
Yakın tarihteki tartışmalara Türk Dünyası’ndan, Azerbaycanlı Mirza Ali Ekber Sabir (1862-1911)’in “Taziyaneler” başlıklı şiiri ile örnek verelim (Taziyane “sebep, kırbaç, kamçı”: Batıda “Epigram” diye bilinen nükteli, mizahî şiir demektir):
Dindirir esr bizi, dinmeyiriz, / Atılan toplara diksinmeyiriz, / Ecnebi göyde balonlarla gezir; / Biz hele avtomobil minmeyiriz. / Qüş kimi göyde uçur yerdekiler, / Bizi kömmüş yere minberdekiler. (Asır bizi sorgu suale çekiyor, sesimizi çıkartmıyoruz, irkilmiyoruz, atılan toplardan korkmuyoruz. Yabancılar gökte balonlarla seyahat ediyor, biz hala otomobile binmiyoruz. Yerdekiler kuş gibi gökte uçtukları halde bizi minberdekiler ‘vaaz verenler’ yere gömmüşler.)
Arif çalışır ki, millet âzâd olsun, / Zâhid çağırır ki, mescid âbâd olsun. / Söz boynu qraxmallılarındır ki, deyir: / Bir madmazel olsun ki, perîzâd olsun. (Arif olan, millet bağımsız olsun diye çalışıyor, zâhid mescid âbâd olsun diye çağırıyor. Boynu kolalı gömlekliler ise, "peri gibi bir madmazel olsun"derler.)
Cennetdeki hurileri, qılmanları Allah, / Qovdum, deye bir vehyle etse seni ihfâm, / Zâhid, men ölüm, gizleme, aç, sidqini söyle, / Sen bir de edersen mi namaz emrine iqdâm. (Allah: “cennetteki hurileri, gılmanları kovdum” diye ey zahid, seni bir vahy ile haberdar etse, Allah canımı alsın, doğruyu söyle ki bir daha namaz kılar mısın?)
Milletimiz; çok yönlü bir algı operasyonu altında, kafası allak bullak edilmiş, ne yapacağını bilemez haldedir: Okumuşlarımız bile!.. Yalanlar, yanlışlar; doğru diye yutturuluyor. Dün yok muydu? Buyurun, bildiğinizi sandığım, Emevî döneminde yaşanmış bir olay:
Irak’ın Kufe kentinden Arap, devesiyle Şam’a gelir. Şam sokaklarında dolaşırken biri ona yaklaşıp: “O dişi deveyi bana ver” diye tuhaf bir istekte bulunur. Tartışma büyür ve Kufe’den gelen adam: “Bu deve benimdir, üstelik dişi değil erkektir” dese de bir türlü anlaşamazlar ve olay Muaviye’ye kadar ulaşır. Halk meydanda toplanmıştır. Muaviye, Kufe’den gelen yabancı ile onun devesine sahip çıkan Şamlı’yı dinledikten sonra kararını açıklar: “Bu dişi deve Şamlı’nındır!”
Sonra meydanı dolduran kalabalığa dönüp sorar: “Ey ahali, bu dişi deve kimindir?” Kalabalık hep birlikte bağırır: “Şamlı’nındır!”
Gördükleri karşısında şaşkınlıktan ağzı açık kalan Kufeli, haksızca elinden alınan devesinin ardından bakarken, Muaviye onu yanına çağırır: “Ey Kufeli dinle! Sen de ben de biliyoruz ki bu deve senindir ve dişi değil, erkektir. Ama sen Kufe’ye dönünce gördüklerini Ali’ye anlat ve de ki (Ey Ali, Muaviye’nin dişi deveyi erkekten ayırt edemeyen, o ne derse evet diyen 10 bin adamı var! Ayağını denk al!)” Kıssadan hisse…
Aslında dinin istismarı konusu, sadece biz Müslümanlara mahsus da değildir: Musevilik’te de, Hıristiyanlık’ta da vardır. Ancak, bir farkla ki; onlar, özellikle Hıristiyan alemi bu sorunu bundan 500 sene önce çözmüş, ama “İslâm Alemi” hâlâ Ortaçağ dönemini yaşıyor. Ne ise… Hıristiyan dünyasında Protestan mezhebinin kurucusu Martin Luther’le ilgili bir olay anlatılır.
Ortaçağ Avrupası’nda, 16.yüzyılda Papa X.Leo döneminde Roma Katolik Kilisesi, halka para karşılığı Cennet’ten toprak satıyor ve günahlarını bağışlıyorlardı. Kendilerine, “Endüljans” denilen günah çıkarma ve cennete gitme belgesi (af belgesi) veriliyordu.
Saksonya Rahibi Martin Luther bunu kabullenmiyor ve Hıristiyanlık’ta bir reform yapılması gerektiğine inanıyordu. Roma Katolik Kilisesi’ne karşı baş kaldırdı. Luther, Papa X.Leo’ya hitaben yazdığı 31 Ekim 1517 tarihli mektubunda, Cennetteki arazilerin satılık olup olmadığını sorar, satılık olduğu cevabını alır. Luther, tekrar arazilerin fiyatını sorar. Saksonya rahibinin bu işin üzerine bu kadar gitmesinden rahatsız olurlar ama, ister istemez cevap verirler: Arazilerin büyüklüğüne, konumuna ve şarap musluklarına yakınlığına göre pahalı bir liste çıkarır ve Luther’e gönderirler.
Luther, bu defa Cehennem arazilerinin de tıpkı cennet arazileri gibi satılık olup olmadığını sorar. Kardinaller, uzun tartışmalardan sonra “madem Cennet arazileri satılık, o halde Cehennem arazileri de satılık olmak zorunda…” diye karar alırlar. Bir Kardinal, “Cehennemdeki araziler neredeyse bedava, talep de yok. Yollayalım gitsin mektubu” der. Papa X.Leo imzalı mektupta: “…cehennem arazilerinin de satılık olduğu, ancak hiç talep olmadığı, bugüne kadar Cehennem arazilerinden bir satışın gerçekleşmediği, cehennem arazilerinin son derece ucuz olduğu ve para etmediği…” bildirilir. Cevap, Luther’in istediği şekildedir. Bütün Saksonya’yı dolaşır, toplayabildiği kadar para toplar. Paralarla birlikte Roma’ya gider. Tartışma ve pazarlıklardan sonra tüm Cehennem’in tapusunu üzerine geçirerek Saksonya’ya döner.
Wittenberg Saray Kilisesi’nin kapısına büyük harflerle şu notu astırır: “Değerli Hıristiyan cemaati. Roma Katolik Kilisesi’nin satışa çıkardığı Cehennem’e ait tüm arazileri satın almış bulunuyorum. Satın alır almaz, kapısına dev bir asma kilit vurdum ve anahtarı da cebimde. Artık bundan sonra Cehennem’e gitmek yok, zira oranın kapısı artık kilitli. Bana gelin, Protestanlığa katılın ve artık Katoliklikten ve Cehennem tehdidinden kurtulun! Martin Luther Saksonya Rahibi” Papa, Luther’i 15 Haziran 1520’de afaroz eder. Bu olayın gerçekleşip gerçekleşmediği tartışmalı olmakla birlikte, Luther’in 95 maddeden oluşan bildirisini Saksonya kilisesinin duvarına astığı bilinmektedir.
“Türk Milleti”nin en hassas noktalarından birisi, dinimizdir. Din konusunda halkımız çok kolay kandırılıyor. “Her gördüğü sakallıyı hoca sanıyor” misali; dinden konuşan, namaz kılan, Kur’an okuyan herkesi “Müslüman” sanıyor. Kutsal dinimizi siyasete alet edenleri yargılamıyor; sözünü tartmadan konuşanı sorgulamıyor; sözü ile özü bir mi araştırmıyor; samimi mi, dürüst mü anlayamıyor? Yalnız bu millet, hiç bir zaman bağnaz olmadı, ifrat ve tefritten hep kaçındı. İslâm’ın istediği şekilde orta yolu takip etti: Umuyorum geç de olsa “doğru yolu” bulacaktır.
Din konusunda, gerçekten ağlanacak halimiz var; ama çare de çözüm de biz de… Yeter ki, “Siyasi İslâmcı”lardan, radikallerden ve benzer anlayışlardan uzak duralım; kutsal dinimizi istismar edenlere, din sömürüsü ve ticareti yapanlara destek olmayalım.
Yazımı Hz. Ebu Bekir’in duasıyla bitireyim: "Allah’ım; cehenneme beni koy ve vücudumu o kadar büyüt ki diğer insanlara yer kalmasın." İnsan olursan, fedakârlığın da sınırı yoktur.