Artık emekliliğim yaklaşmıştı: Yaş haddinden emekli olmama 13-14 ay kadar bir süre kalmıştı. Son 3-4 yıldır şube müdürleri ile uğraşılıyor, itibarsızlaştırılmaya çalışılıyordu. (Daha önceki yazılarımda bu konulardan uzun uzun bahsetmiştim.) Yeni yöneticilerimiz (Daire Başkanları ve Genel Müdürler) şube müdürleri yerine, alt kademedeki personelle çalışmayı yeğliyorlardı. Hatta en önemli görevlere bile henüz yeni memur olmuş kişileri görevlendiriyorlardı. Bazıları hariç, şube müdürleri olarak bize çok fazla görev verilmiyordu. Daha açık konuşmak gerekirse -amirlerin umurlarında olmasa da- küstürülmüştük.
Bildiğiniz gibi, Suriye’de yaşanan iç savaş nedeniyle Ülkemize yoğun bir göç oldu. 1,5 milyon Suriyeli çocuk geldi ve bu çocukların 330 bini okullarımızda kayıtlı olarak okuyorlardı. Okul çağındaki 500 bin çocuk okula gitmiyordu. İşte bu Suriyeli çocukların “Türk Eğitim Sistemine Entegrasyonu Projesi” kapsamında eğitimlerinin yapılması için UNİCEF ile birlikte Hayat Boyu Öğrenme Genel Müdürlüğümüzce proje hazırlanmıştır. Suriyeli çocuklara “Türkçe” öğretmek için; öğretmenliğe atanamayan Fakülte mezunları arasından Bölgelerde yapılan mülakatla yaklaşık 4.200 kişi -işçi statüsünde- öğretmen olarak alınmıştır.
Bu kişilerin görev yerlerine gitmelerinden önce hizmet öncesi eğitimden geçirilmeleri uygun bulunmuş ve Antalya’da muhtelif otellerde “Suriyeli Öğrencilerin Türk Eğitim Sistemine Entegrasyonu Projesi Kapsamında Suriyeli Öğrencilere Türkçe Öğretecek Geçici Süre ile İstihdam Edilen Öğretmenler” ile ilgili kurs düzenlenmiştir. Bu kursların eğitim boyutu da bizim Genel Müdürlükte (Öğretmen Yetiştirme ve Geliştirme Genel Müdürlüğü) idi.
21 Kasım-2 Aralık 2016 tarihleri arasında düzenlenen 459 Nolu Türkçe’nin Yabancı Dil Olarak Öğretilmesine Yönelik Uyum Kursu”nun 2.haftası (27 Kasım-2 Aralık 2016) için; “Eğitim yöneticisi olarak gitmek ister misin?” diye sorulduğunda: Daha önce böyle teklifler pek gelmediği için, “Eğer adam bulamadıysanız gidebilirim” dedim. Aslında 2010 yılında “Yabancı Dil Olarak Türkçe Öğretimi ve Öğretmenliği Çalıştayı”nın organizasyon işlerini yürütmüştüm. Konunun ne kadar önemli olduğunu bu çalıştayda daha iyi anlamıştım. Acaba bu kursta ne anlatılacak diye merak ediyor ve gitmeyi de düşünüyordum. Ve görev verildi.
Ancak, 5 günlük görev sırasında çok tatsız olaylarla karşılaştım. Kursun açılış programında bulunan akademisyen iki genel müdürümüz; konuşmaları sırasında, kursiyerlerin sorularına karşılık iş kanununa aykırı olarak ve sözleşmede olmayan hususlarda “hallederiz” şekliyle sözler vermişler. Tabii verilen bu sözlerin, -mevzuat açısından- yerine getirilemeyeceğini öğrenen kursiyerler çok kızmışlar. “Bize söz veriliyor, neden yapılmıyor” diye çok büyük bir gerginlik oluşmuş. Ne ise hem salonlarda yaptığım konuşmalarla hem de kursiyerlerle topluca veya birebir görüşerek biraz yatıştırdık ve kursu tamamladık.
Kurs süresince tespit ettiğim sorunlar ve sorular şunlardı: 1.İl tercihleri, 2.Becayiş hakkı, 3.Sözleşmedeki maddeler, 4.Ücret, 5.Askerlik durumu, 6.Sigorta durumu, 7.Çalışma saatleri, 8. Otel masrafları, 9.Hazırlık ödeneği, 10.Kadro durumu, 11.Kimlik (Öğretmen Tanıtım Kartı verilecek mi? Aynı sıkıntı halen özel okullarda öğretmen olarak çalışanlarda da var.) 12.Diğer konular (Örneğin: Kurs sonunda yapılacak sınavda alınan puan nerede etkili olacak veya Şubat’ta Bakanlığın yapacağı mülakatı geçip atanırsak proje sekteye uğrayacak mı? vb.)
Kurs bitip Antalya’dan dönünce, aldığım notlara dayanarak rapor yazma hazırlığına başladım. Bu arada ara sıra odamıza gelen daire başkanlarına Antalya ile ilgili görüşlerimi açıkladım ve rapor yazacağımı söyledim. Daire Başkanı: “Rapor yazmana gerek yok” dedi. Fakat ben: “Bu bir teamüldür, gelenektir. Biz böyle yetiştik. Göreve gidip döndükten sonra, bu görevimizle ilgili az veya çok bir rapor yazar evrak bürosuna veririz. İlgili şube değerlendirir, eksik ve hatalı hususlar tespit edilir, aynı hataların yapılması önlenir” dedim. Başkan uygun görmese de beş sayfalık bir rapor yazarak, bir plastik dosya içinde hem genel müdürün sekreterine (kendisi ile görüşmek mümkün olmadı) hem de Genel Müdürlük evrakına (tarattırmak ve kayıttan geçirtmek suretiyle) verdim.
Raporun Genel Müdür tarafından okunup okunmadığını bilemiyorum. Ancak, evraka verdiğim raporun daire başkanlarınca okunduğunu sanıyorum. Çünkü daha sonra yaşadığım bazı olaylarda etkisinin olduğunu düşünüyorum. Burada şunu da belirtmek istiyorum: Eskiden olsaydı, bu rapor hemen işleme alınır ve gereği yapılırdı. Şimdi ki yöneticiler, ya umursamıyorlar veya kendilerine bir zarar gelmesinden korktukları için “sümen altı” ediyorlar.
09/12/2016 tarihli raporumun “Tespitler ve Öneriler” bölümü kısaltılmış şekli ile şöyle:
“1- Hayat Boyu Öğrenme Genel Müdürlüğü sitesindeki konuyla ilgili “Duyuru” da bazı konular açıklanmış olmasına rağmen, başvuru sırasında adayların duyuruyu dikkatli okuyup incelemediklerinden dolayı bazı itirazlarının ve sorularının gereksiz olduğunu, Genel Müdürlüğü’n de “duyuru”da belirttiği maddelerin bazılarına uymadığını anladım. “Duyuru”daki maddelerle ilgili değerlendirme yapılarak ne tür soruların gelebileceğine yönelik önceden açık ve net cevaplar hazırlanıp kursiyerlere açıklanabilirdi.
2- Ders esnasında salonlarda imzalanması için bazı belgelerin dağıtılması ve toplanması, bilgi vermek amacıyla fazla giriş-çıkış yapılması; dersin kaynamasına ve zaman harcanmasına sebep olmakta, dersin ahengi bozulmaktadır.
3- “Oryantasyon” başlıklı e-posta ile kursiyerlere “otel masrafları Bakanlıkça karşılanacaktır” denilmesine rağmen, kimin söylediği bilinmeyen “Sözleşme imzalamayanlar otel masraflarını kendileri ödeyecektir” şayiası kursiyerlerde tepki oluşturmuştur. Yine kimin söylediği belli olmayan, ama kursiyerlerde büyük tepkiye neden olan “Sözleşme imzalamayanlara Şubat atamalarında gösteririz” ifadesi de hoş olmamıştır.
4- Salonlar çok kalabalıktı. (Salonun birinde 183, diğerinde ise 101 kursiyer bulunmaktaydı.) Böyle önemli bir kursun salonlar yerine en fazla 40-50 kişilik sınıflarda yapılması uygun olurdu. (Diğer otellerde salonların daha kalabalık olduğunu duydum.)
5- Kursiyerlerle yaptığım görüşmelerden ve gözlemlerimden “Geçici Süreli Öğretmen” seçiminde gerekli titizliğin gösterilmediği sonucuna vardım. Bazı hocalarla yaptığım akşam sohbetlerinde, hocaların da benzer kanıda olduklarını gördüm.
Özetle: Projenin amacıyla ilgili açık, ayrıntılı ve net bilgilerin verilmediğini, kursiyerlerin bilgi sahibi olmadan kursa geldiklerini, kararsızlık yaşadıklarını, aşırı şekilde öfke oluştuğunu (kurdukları grup haberleşmesi ile otellerdeki farklı haberleri birbirlerine aktardıkları, provokatör tipli bazı kursiyerlerce de tahrik edildikleri), dolayısıyla Bakanlığa karşı güvensizlik meydana geldiğini gözlemledim. Kafası karma karışık ve bir çok soru ve sorunla dolu kursiyerlerin; bu şartlarda sağlıklı ve verimli bir eğitim aldığı söylenemez.
Zaman zaman salonlara girerek dersleri dinledim. Çok önemli olduğunu düşündüğüm bu kursun, eğitim yönünden kursiyerlere katkı ve yarar sağladığını söylemem mümkün değildir. Bu kadar önemli bir konu olmasına rağmen çok aceleye getirilmiş bir kurstu. Üzerinde daha çok düşünülerek ve hazırlık yapılarak düzenlenmesi gerekirdi.
Gerek yöneticilerin ve gerekse açıklama yapmak üzere proje görevlisi olarak gelenlerin; proje ile ilgili göreve yeni başlamalarından, tecrübesiz olmalarından, mevzuatı tam bilmediklerinden dolayı eksik bilgiler vermelerinden kaynaklanan konuşmalar, kursiyerleri germiştir.
Bu kursta aceleden ve acemilikten kaynaklanan yanlışlar ve hataların fazla olduğu görülmüştür.”