Kazakistan’lı Prof. Dr. Dosay KENJETAY’ın “Hoca Ahmet Yesevi’nin Düşünce Sistemi” adlı (Hoca Ahmet Yesevi Ocağı Yayınları, Ankara 2003) kitabından çıkarttığım özete ve alıntılara bağlı kalarak yazımıza devam edelim.
“Eski Türk Düşünce sistemindeki âlem veya evren anlayışı en açık bir şekilde Orhun Enesay (Yenisey) abide yazıtlarındaki ‘iduq(k) yer sub’ (kutsal yer su) tabiri ve tarifiyle konumlanmaktadır. Yani, yer-sub dünyası Türklere Tanrı tarafından verilmiştir. ‘İd’ sözü de kutsal, kutlu anlamlarında kullanılmaktadır. … bu dünya ve vatan anlayışı iduqtur, yani kutsaldır.
Eski Türk Düşünce sisteminde âlem veya evren antropomorfik (insan biçimsel) tarzda anlatılmaktadır. Buna göre, yerin aynen insan organlarında olduğu gibi ‘kindiği (göbeği)’, ‘başı ve ayağı’, ‘kulağı ve kucağı’ mevcuttur. Bu antropomorfik âlem tabakaları Türklerin yaşadıkları toprakların sınırlarını hem de âlem anlayışı özelliklerini de içermektedir.
… evrenin ontolojik açıdan iniş seyri, ‘yer üstü ve yer altı’ ve yatay (uzamı kaplayacak) şekilde izah edilmektedir. Bu uzamda yer alan el (devlet), ulus (halk), yer-sub (vatan, toprak) hem metafiziksel bir kutsallık ve teokratik anlayışın temel unsurunu içeren varlıklardır. Eski Türk Düşünce sisteminde bunlar özel kutsallık sıralaması içerisindedir. Eski Türk toplumu insanı için bu sıralamayı korumak kendi başına bir görevdir.
Ayrıca Eski Türk Düşüncesindeki Kök ile Yerin birliği sıklıkla ifade edilmektedir. Yer, Tanrının beşiği olarak anlam kazanıyor, hem Yer ‘Ana’ olarak telakki edilmektedir. Buradan da ‘Yer ile Tanrının’, ‘Ana ile Beşiğin’ birlikte anlam kazandığını hesaba katar isek, Eski Türk Düşünce sistemindeki âlem anlayışının evrensel bir uyum ve bütünlük içerisinde olduğunu kavramak zor değildir. Ancak, Eski Türk Düşünce sisteminde Tanrının bütün diğer varlıkların ‘Sahibi’ olduğunu göz önünde bulundurur isek, Tanrı ile Yer arasında denklem veya eşitlik söz konusu olamayacaktır. Çünkü Eski Türk inancında Tanrı Yerin sahibidir.
Eski Türk Düşünce sisteminde âlemde yer alan varlıkların Tanrıyla doğrudan kutsallık bir bağları bulunmaktadır.
Alem bir birini izleyen ve kendi aralarında uyumlu üç tabakadan oluşmuş bir yapıya sahiptir. Eski Türk Düşünce sisteminde evren üst üste konulmuş tabaka veya âlemden ibarettir. Bu âlemler, ekseninde yerleşen bir büyük ‘bağana’, eksen veya sütun dolayısıyla bağlanmaktadır. Buradaki eksen veya sütun bir âlemden diğerine geçişi sağlamaktadır. Eski Türk toplumunda kamlar vecd halinde bu sütun aracılığıyla Tanrıya veya yer altı ruhlar âlemine doğru mistik yolculuk yapmaktadırlar. Böylece, Eski Türk Düşünce sisteminde evren, dikey olarak yerleşen üçlü âlem tabakalarını bir birine bağlayan, ‘Tanrıya doğru uzayan yol’ olarak da adlandırılan merkezi (eksen) sütunlarla birlikte tasavvur edilmektedir.
Eski Türk Düşünce sistemindeki insanın yaradılışı da âlemin merkezinde gerçekleştirilmiştir. İlk insan yerin göbeği sayılan ‘Jeruyuqta’ (cennet mekânda) dünyaya gelmişti. …Alemin ruhu da dünyanın ‘göbeğindedir’.
Eski Türk Düşünce sisteminde âlem özel bir anlama ve işlevsel yere sahip varlıktır. Çünkü âlem Tanrının kutu ve insan mutluluğunun kaynağıdır. Alem insanın kültür hayatı ve varoluşunun ortamını hazırlayan mekandır. Bu mekânda devamlı metafizik zaman ile dairevi veya dönüşümsel süreklilikteki yenileşme ve yeniden yaradılış içerisinde olan canlı bir varlıktır. İnsan da bir canlı varlık olarak âlem ile birlik ve uyum içerisindedir. Alem insanın öğretmenidir, dolayısıyla, alem insan için bir bilgi kaynağı, Tanrının aynası ve insanın tüm kültür değerlerinin oluşum ortamıdır.
Alemin Eski Türk Düşünce sistemindeki yeri ve önemi, onun ‘insanın çevresini kültürleştirmek’, bir toprağı vatanlaştırmak ve sahiplenmek merasimi aracılığıyla transandantal varlık ile ‘ilk kozmogonik yaradılış’ olgusunu hatırlatıcı, yeniden canlandırıcı işlevinden de görülmektedir.
Eski Türk Düşünce sisteminde insan ile âlem ontolojik açıdan devamlı birleşme ve ayrılma ikilemindeki bütünlüğün objeleridir.
Eski Türk Düşünce sisteminde yaradılış, kozmogoni ve antropogoni olsun, sürekli bir merkezden başlayıp ve o merkezde son bulan bir süreçtir. Bu süreç, ‘âlemin göbeği veya merkezinde’ gerçekleşmektedir. Alemin göbeği, yani Jeruyuq, ilk insanın dünyaya geldiği ve Tanrısal yaradılışın başlangıç noktası olduğu için de kutsaldır.
Sonuç olarak; Eski Türk Düşünce sistemindeki insanın mutluluğa kavuşmasını, onun Tanrı ile bağlantısını sağlayan metafizik ve simgesel araç olan ‘Göğün sütunu’, ‘Otağın şanırağı’ ve ‘Jeruyuq’ gibi anlayışlar İslam Medeniyetinin tesiri ile hem biçim hem muhteva bakımından özde değişime uğramıştır. Müslüman Türklerde yukarıdaki olgusal anlayışlar yerini ‘kutb veya kutb-ul aktab’ veya ‘kâmil insana’ bırakmıştır. Kamil insanlar, Eski Türk Düşünce sisteminde olduğu gibi hiçbir (Jeruyuq) aracısız, Tanrıyla iletişimi gerçekleştirebiliyorlardı. Bu anlamda, Türk Dünyasında insanlara irşatlık yapmaya ve kemale erdirmeye muktedir bir kâmil insan olarak Hoca Ahmet Yesevi’yi tanımışlar ve onu ‘kutb-ul aktab’ diye nitelemişlerdir.
Eski Türk Düşünce sistemindeki ‘İduq yer’, yani Tanrının Türklere verdiği kutu, nasibi olarak bilinen anlayışlar Yesevilik dünya görüşüyle birlikte, Tanrının ‘tecellisi veya sıfatları’ olarak algılanmaya başlanmıştır. Yesevilik kültüründe âlem, Tanrının ‘Bir’ ve ‘Varlığını’ gösteren varlık olarak yeni bir anlam kazanmıştır.
Eski Türk Düşünce sisteminde insan âlemin uyumu için hizmet ediyor ise, Yesevilik düşüncesinin sonucunda da âlem insanın hizmeti için Tanrı tarafından yaratılmış bir varlık olarak bilinmektedir. Çünkü İslam ile birlikte insan ‘âlemin merkezine’ dönüşmüştür. Burada insanın, âlemin ruhu derecesine yükseldiği kastedilmektedir.
Eski Türk Düşünce sisteminde âlem ebedi bir varlık ise, Yesevilik düşüncesinin etkisiyle âlem geçici nitelikteki varlığa dönüştü.
Eski Türk Düşünce sistemindeki âlemin istikamet, uzam ve tabakalarla algılandığı ve değerler nizamının merkezi kaynağı olduğu gerçeği, Yesevilik düşünce zeminleriyle yeni bir boyut, yeni bir anlam ve sıfat kazanmıştır. En önemlisi, âlem anlayışı bir bütün olarak algılanmış ve onun tüm eski nitelikleri Hakikatin sıfatları ve makamlarına dönüşmüştür. Alem anlayışındaki bölünmelerin yerini bütünlük ve Hakikat makamları almıştır.
Kısacası âlem insana dönüşmüştür. Böylece, insanın âlemdeki yeri ve önemi, İslâmi dünya görüşü ve ruhuyla tamamlanmıştır.
(Haftaya devam…)