Kazakistan’lı Prof. Dr. Dosay KENJETAY’ın “Hoca Ahmet Yesevi’nin Düşünce Sistemi” adlı (Hoca Ahmet Yesevi Ocağı Yayınları, Ankara 2003) kitabından çıkarttığım özete ve alıntılara bağlı kalarak yazımıza devam edelim.
“Eski Türk Düşünce sistemindeki âlemin istikamet ve boyutlarla işlevsellik kazanması olgusu sosyal ve aile hayatında da önemli bir yere sahiptir. Eski Türk Düşünce sistemindeki âlem anlayışı, aile içi düzen ve insanların toplum içi hiyerarşik yer ve işlevsel ilişkilerinde de kendini göstermektedir. Eski Türk aile anlayışında otağın (keçi ev) erkek ve kadın taraflarına ayrılması aile içi bir düzenin ifadesidir. Ailedeki sorumluluklar ‘ev içi, ev dışı’ olarak paylaşılmaktadır. Otağın içi kadının sorumluluğu ve yönetimindedir. Çünkü otağ âlemi kadına aittir. Erkeklerin sorumluluk âlemi otağın kapısından çıktıktan sonra başlamaktadır. Otağın iç âlemi kadınların, dış âlemi erkeklerindir.
Eski Türk Düşünce sisteminde devletin idari yapısı ve düzeni bir merkezde toplanmaktadır. Devleti bir merkezden yönetme biçimi ve ilkesi, Tanrının Kut’u, Töre, Yasağ, Kağan, Ulus, Kamlık vs. müesseseler ile temellendirilerek, üçlü ontolojik ve teorik dünya görüşüne bağlı ve ‘üçlü işlevsel görev dağılımıyla’ gerçekleştirilmektedir. Yönetim ilkesi ve biçimi, ‘yukarıdan aşağıya doğru’ bir yönelim içerisindedir. Bu da, …‘yukarıda mavi Gök (Tanrı) aşağıda yağız yer, ortada kişioğlu yaratıldığında’ diye başlayan meşhur ifadeden kaynaklanan anlayıştır. Bu anlayış, ayrıca eski Türk devlet siyasi ve idari yapısının teokrasiye yakın bir temel üzerinde oturtulduğunun göstergesidir.
Buna göre, Eski Türk Düşünce sistemindeki devlet, idari güç ve kaynağını doğrudan Tanrıdan almaktadır. Tanrı bu idari yetkiyi, yani ‘Kut’u, Türk Ulusunun sahibi ve mutluluğunun teminatı olabilecek kişilik unsurlarını kendinde barındıran bir Kağan’a vermektedir. Kut sözü, eski Türk dilinde ‘devlet, baht, ruh, şan ve şöhret, iktidar’ anlamlarını karşılamaktadır. Kut veya kutluluk, Kağan veya insanlara doğrudan Tanrı tarafından verilmektedir.
Kağan sözünün etimolojisi eski Türk (Saka) dilinde, kale, köprü anlamındaki ‘Khahan’ kökünden gelmektedir. Buradan da Kağanın, ulus ile Tanrı arasını bağlayıcı bir köprü olduğunu çıkartmak mümkündür. Eski Türk Düşünce sistemindeki devlet idaresinden sorumlu bir Kağanın, Tanrı ile ulus arasını bağlayan bir köprü olması için her şeyden önce bazı meziyetlere sahip olması gerekmektedir.
Eski Türk Düşünce sisteminde olsun, Doğu dünya görüşünde olsun evrenin düzeninin korunması ve sistemin işlevselliği ve devamlılığını insanın kişiliği belirlemektedir. Çünkü Eski Türk Düşüncesi sistemindeki âlem anlayışına göre, her bir insan kendi evrendeki yeri ve üstlendiği sorumluluğuyla uyum içerisinde ve ona layık olmak zorundadır.
Eski Türk Düşünce sisteminde; devletin (elin) temeli töre (yasa), törenin temeli ulusal kültür ve dünya görüşü, kültürün temeli de dini inançla oluşmuş değerler nizamıdır. Devlet, bu canlı süreçleri düzenleyici ve koruyucu en önemli kurumdur. Töre, devletin nizamı olmakla beraber, aynı nizamdan kaynaklanan devlet gücünü temsil etmektedir. Töre, kültürel dünya görüş ve gelenekler ile göreneklerden şekillenmiştir. Törenin yargı ve yasaları, halkın seçtiği ve iradesinin yansıtıldığı bir âlemdir. Bundan dolayı Eski Türk Düşünce sistemindeki törenin bozulması adeta, ‘Gök’ün Yere düşmesi ve yerin ortasından yarılması’ anlamına gelmektedir. Töresiz kalmış ulus, devletsiz ve Kağansız yani, “sahipsiz” kalmış bir ulus olarak, diğerleri tarafından paylaşılmaya müsaittir. Buradan da Eski Türk Düşünce sistemine göre, kültürsüz ve töresiz bir ulusun olamayacağı gerçeği ortaya çıkmaktadır.
Eski Türk toplumu göçebe ve hayvancılık ekonomisine dayalı, askeri nizamlı kapalı toplumsal bir evrendir. Bu evrenin devamlılığının sağlanması ve dış tehlikelerden korunması için aynı kandaşlık ve soydaşlık zemindeki rulara (uruğ) ihtiyaç duyulmaktadır. Ru veya uruğ; soy, kan, ok, oba vs. manalarını bildirmektedir. Uran, çağrıldığında tüm ru üyelerinin bir araya toplanmasında hiçbir mazeret söz konusu olamayacaktır. …eski Türk toplumunda kandaşlık birliğin temel ilkesidir. Her ru grubunun kendilerine ait bir uranı olmasıyla birlikte, tüm bir ulusun müşterek uranı da vardır. Bu uran ‘Uluğ Ata’ adı ile özdeştir.
Eski Türk toplumunun her bir grubun kendilerine ait ‘tanba (damga) ve eni (eşyaya basılan işaret ve simgeler)’ mevcuttur. Tanba (damga) yılkı, mezarlık, balbal taş, kaya ve obalara basılarak veya kazınarak yapılır. Bu damgayı taşıyan taş veya yılkılara bakılarak o toprağın hangi ru veya soya ait olduğu anlaşılmaktadır. Damga, Türklerin jeografik konumu ile hudutlarını bildiren bir semboldür. Yılkı veya diğer hayvanlara basılmış ‘en yani, işaret ve simgeler’ de, o hayvanların hangi soyların mülkü olduğunu bildirmek içindir. Buradan da damganın Eski Türklerdeki özel mülkiyet ve kandaşlık geleneğini gösteren bir sembol olduğu ortaya çıkmaktadır. Aynı şekilde bugün dikili taşlar ve yazılı abideler de Türk diyarı ile şiarının yayıldığı alanları ve konumlarını ortaya koyan birer tarihsel belgelerdir.
Eski Türk Düşünce sisteminde ahlaki değerler ve tüm bilgiler, ‘söz (kelam, logos)’ denen kutsal varlık ile kuşaktan kuşağa aktarılmaktadır. Sözün, Eski Türk toplumu ve dünya görüşündeki yeri çok kıymetlidir. Söz bir çeşit bilgi aracı ve kaynağıdır. Dolayısıyla, yalan söyleyenler toplumdan dışlanmaktadır. Yalan söyleyen ile insan öldüren aynı cezaî işlem görmektedir. Büyük söz ustaları toplumda en üst makamlarda yer almakta ve sayılmaktadır. O makamdaki insanlar ‘biyler, şeşenler (söz önderleri), atalar’ kabileler arası davaları ‘söz’ ile çözümlemektedir.
Eski Türk kültürü adeta bir savaş hüneri ve sanatının geliştiği ve geliştirildiği ortamdır. Ancak böylesine bir savaş hüneriyle donanan toplumda, sadece aynı kandaşlık birlik temelindekiler muzaffer olabilmektedir. Bu psikolojik nedenleri olan, önemli ilkelerin başında gelmektedir. Çünkü kandaşlık bağı insanlarda yaradılışından gelen bir haldir. Biri ihanete veya tehlikeye uğradığında kabilenin diğer üyelerinin kandaşlık vazifelerini yerine getirmek için hemen yardıma koşmalarından tabii bir şey yoktur. Bu da bir çeşit dayanışma ilkelerini doğurmuştur. Bu kültür zeminindeki eski Türk toplumu insanının eğitimi, ahlakı, davranış biçimleri ile mizaçları o kültürün dayandığı zemine göre şekillenmesi tabiidir.
Eski Türk toplumunun bir askerî kapalı toplum yapısının yanında; şehirleri bir zanaat ve silah üretim (yapım) ve ticarî (ekonomik) merkez olarak kendi himayesi ve kontrolünde tuttuğu ve bulunduğu bölge sınırları içerisindeki şehir hayatının teminatı olduğu bir gerçektir.
Eski Türk toplum yapısı; dayandığı ilke ve değerler gereği, Eski Türk Düşünce sistemindeki âlem anlayışının bir yansıması veya varoluştaki işlevsel pratik boyutunu andırmaktadır. Eski Türk toplumu bir hiyerarşik değerler sisteminin belirlediği esas ve ilkelere göre tanzim edilmektedir. Eski Türk Düşünce sistemindeki toplum anlayışı esas o zemindeki insanın yeri ve öneminin tanınması ve ortaya konulmasıyla daha net bir görünüm arz edecektir.”
Haftaya devam…