Eğer farkındaysanız, haftalardır Türk, Türklük, Türk Dünyası, Türk Birliği gibi konuları işlemeye çalışıyorum. Burada esas amacım; “Türk” soyundan gelenler ile Atatürk’ün “Ne Mutlu Türk’üm Diyene!” vecizesine uygun olarak kendini “Türk” hissedenlere hitap etmek, onları uyarmaktır. Sözlerim, özellikle ve öncelikle de kendini Türk Milliyetçisi, Türk Ülkücüsü, Türkçü, Turancı olarak görenleredir. Çünkü “Türk Milleti”ni uyandıracak olan bizleriz.
Dün, yani 1980 öncesi “Türk Dünyası” varlığından haberdar olup, “Esir Türkler” haftaları düzenleyen ve bu uğurda mücadele eden “Türk Milliyetçileri - Ülkücüler”; ne oldu da bugün sessiz, sakin, “iki seksen uzanmış” yatıyorlar. Böyle bir meselemiz kalmamış veya yokmuş gibi davranabiliyorlar? SSCB yıkılıp “Türk Devletleri” ortaya çıkınca, “Görevimizi yaptık ve tüm meseleler çözüldü” mü sanıyoruz? Hiç bir problemimiz, sorunumuz kalmadı mı? Uyuştuk mu, uyuşturulduk mu, uyutulduk mu? Sanki her şey ve her yer güllük gülistanlık… Bir kaç STK’nın yaptığı 15-20 kişilik mitinglerle veya toplantılarla mı yetineceğiz? Neden hiç bir etkinliğimiz, eylemimiz yok? “Meydanların dar geldiği” bizlere ne oldu?
Ya gençlerimiz, ne kadar “Türk Dünyası”nın ve ülke sorunlarının farkındalar? Dünya ve ülke sorunlarını çözmek için ve/veya bu sorunları çıkaranlara karşı ne yapmamız gerektiğini düşünüyorlar mı? Okuyorlar mı, araştırıyorlar mı, sorguluyorlar mı, kafa yoruyorlar mı? Veya bu konular, birileri tarafından onlara anlatılıyor mu? Yoksa robotlar gibi emir ve talimat mı bekliyorlar? Ya da millî bayramlarda; Cuma’larda, kandillerde, dinî bayramlarda kutlama mesajları yollayarak, birbirimize “Milliyetçiliğimizi ve/veya Müslümanlığımızı” mı ispatlamaya uğraşıyoruz. Bu şekilde dinî ve millî görevlerimizi yapmış mı sayılıyoruz? “Kır atın yanında yatan ya huyundan ya da suyundan kapar” veya “Körle yatan şaşı kalkar” atasözlerimizde olduğu gibi, “din tacirleri” ile benzeştik mi? Onlara uyum mu sağladık? Onlarla birlikte olalı beri biz de mi öyle olduk? Bizler, dün inancımızda da samimi ve dürüsttük. İslâm’ı; ideolojimize ve siyasi emellerimize alet etmedik, etmiyorduk. Ya bugün?..
Türk Milleti, çok ağır ve sürekli bir algı operasyonu altında… Bu operasyon; sadece dışardan da değil, daha çok içeriden yapılıyor. Devamlı gündem değiştirilerek, ülkenin gerçek meseleleri unutturulmaya çalışılıyor. Ülkedeki medyanın yüzde 95’ini eline geçiren iktidar, bu yolla eğrileri / yanlışları doğru gibi sunuyor. Televizyonlara çıkartılan bilim insanı veya gazeteci kılıklı bazıları da kendilerine verilen görevleri layıkıyla yapıyor. Dikkat ediyorsanız, çeşitli kanallardaki dizi filmleri bile algı operasyonun birer parçası… Geçen hafta TRT’de “Diriliş Ertuğrul”un bir bölümünde, çocuklara “Ergenekon Destanı” anlatılıyordu, ama ne “Ergenekon” adı anılıyor ne de kılavuzluk yapan “Bozkurt”tan bahsediliyor. İşlerine geldiği gibi tarihimizle oynuyorlar ve kullanıyorlar. Para kazanmaya yönelik, magazin ağırlıklı, safsata, hurafe, uydurma senaryolarla donatılmış bir tarih anlatılıyor. Ya Diyanet’in vaaz ve hutbeleri… Maalesef biz de bu algı operasyonunun altında kıvranıyoruz.
Devletimizin “Beka meselesi” varmış! Beka meselesi değilse bile zor bir coğrafyada yaşadığımız malûmdur. Atalar: “Su uyur, düşman uyumaz” demişler, uyanık olmak zorundayız. Anadolu’ya geldiğimizden ve yurt edindiğimizden beri bu saldırılar bitmiyor: Bunu biliyoruz. Ancak bugünkü zor şartların ve sorunların sebebinin, bu iktidarın yanlış politikaları sonucu olduğunu da… “Beka meselesi”nde ve ülkemizi bekleyen tehlikeler hususunda, milletimizi aydınlatmak ve ikna etmek zorundalar. Aksi halde “yerlerini sağlamlaştırmak için kullanıyorlar” diye düşünmemiz çok normal. Zaten -farklı kanallardan- biraz araştırırsanız bunu rahatlıkla anlayabilirsiniz.
Yine açılım projesi konuşulmaya başlandı. Oslo’da yine görüşmeler yapılıyor. Çözüm süreci, federasyon lafları ediliyor. Yeni müzakere / çözüm sürecine giden yolun taşları, içeride dışarıda her yerde döşeniyor. 28 Ekim'de yayınlanan 2019 Yılı Cumhurbaşkanlığı Yıllık Programının 104 numaralı tedbirinde şöyle deniyor: Kültürel tesis ve faaliyetler kademeli olarak yerel yönetim kuruluşlarına devredilecektir. Kültürel tesis ve faaliyetlerin yerel yönetimlere devri ne demek? Bu yerel yönetimlere kültürel özerklik vaadi değil mi? Yerel seçim yılı olan 2019'da böyle bir yetki devri yapacağız demek bazı şehirlerdeki seçmene mesaj mı? Yine mi kandırılacağız? Aklımızla ve zekamızla yine mi alay edecekler? Ama biz aklımızı birilerine kiraya vermedik, her şeyin farkındayız...
Evet, bugün ülkücüler darmadağınıklar. Özellikle 12 Eylül 1980 öncesi ülkücüleri ülkede yaşananları daha iyi görüyor ve değerlendirmelerini de buna göre yapıyorlar. Yaşananları, olayları daha objektif, daha gerçekçi değerlendirebiliyorlar. Başbuğumuz Rahmetli Alpaslan TÜRKEŞ: “Dalından kopan yaprağın akıbetini rüzgâr tayin eder” demişti. Yaprağın kopması, sonbahar sebebiyle mi? Yoksa birileri; bu görkemli çınarın dallarını, gövdesini, köklerini kurutmak mı istiyor? Bu dallar, bu gövde ve bu kökler; Türk ve Türklük’tür. Kimse dalından kopmadı, kimse kopmak istemedi; kimse de keyfinden uzaklaşmadı: Ama kimi kovuldu, kimi itildi, kimi ötekileştirildi, kimi kolayca hainlikle suçlandı. Kimse “başını elleri arasına alıp” bir özeleştiri yapmadı. Kimse “empati” kurmadı. Hep “bir yerler böyle istedi” diye karşısındakini suçladı.
Liderlik esip gürlemek değildir; liderlik, akıl işidir. Ülkemizde halihazır parti başkanları, lider midir yoksa genel başkanlar mıdır? Tartışılır. Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü ne kadar arıyoruz değil mi? Tavsiyem; yabancı olsun, yerli olsun bol bol tarih kitapları okuyun, özellikle Türk Tarihini... Tarihimizdeki beyleri, hanları, hakanları, kağanları, hükümdarları, şahları, padişahları okuyun. Aklını, zekasını, iradesini, yeteneğini, kapasitesini kullananları da öğrenirsiniz; korkak, aciz, pısırık, yeteneksiz ve "kapasitesiz”leri de… Bugünlerde kurum ve kuruluşlara atananlara bakınız; hep düşük kapasiteliler revaçta… Bizleri niye görmüyorlar?..
Ama gerçek olan bir şey var: O da milli birliğimiz her geçen gün bozuluyor. Türk milleti ayrıştırılıyor, düşman kamplara bölünüyor. Yöneticiler; iktidarlarını korumak için “popülist” davranıyorlar, “her yol mübahtır” anlayışı ile hareket ediyorlar. Halkı yalanlarla ve çeşitli korkularla yanlarında tutmaya çalışıyorlar. Geçmişte söyledikleri ile bugün söyledikleri sözler birbiriyle çelişiyor. Maalesef milleti ayrıştıranlar, bu işi din kisvesi altında yaptığı için mesafe alıyorlar.
“Türk’ün kör taşı ile Türk’ün Anka kuşunu vurmak” istiyorlar. Karşı çıkmamız gerekirken, biz de buna destek oluyoruz. Türkler, bozkurt’u neden timsal aldılar: Özgürlüğü sevdiği için… Bugün, bizler birilerinin emri ile oturup kalkıyorsak, nasıl kendimize “Bozkurt” diyebileceğiz. Öncelikle bizlerde de zihniyet değişikliği gerekiyor; aklımızı, irademizi kendimiz kullanmalıyız.
Bilmiyorum; yoksa hayatımız rahat, geleceğimiz güvenli ve emin, her şey yerinde ve sağlam da benim mi haberim yok? Hayır, hayır. Okuyorum, araştırıyorum, sorguluyorum: Bu yüzden ben acı içindeyim, vicdanım, aklım ızdırap çekiyor. Kimliğimizle, kişiliğimizle oynanıyor. Ülkenin kurucusu, asli unsuru "Türk Milleti"nin adını söyleyemiyorlar, alay ediyorlar. Geldiklerinden beri “Bir olan milleti” 32 etnik grup diye açıklamaya başladılar, aynen devam ediyorlar. Millet bilincini ortadan kaldırmaya çalışıyorlar. İş, öncelikle biz “Türk Milliyetçilerine, Ülkücülere, Türkçülere, Turancılara” düşüyor. Ama biz kendi ellerimizle bu politikaya destek oluyoruz. Kendi irademizi sorgulamak zorundayız, yoksa çok geç olacak!
Bilge Kağan tarihin içinden bize bağırıyor: “Ey Türk! Üstte mavi gök çökmedikçe, altta yağız yer yarılmadıkça, senin ilini ve töreni kim bozabilir?
Ey Türk, titre ve kendine dön!”