Mirseyit Sultan Galiyev’le ilgili, Rinat Muhammediyev’in belgesel romanı “Sırat Köprüsü” adlı kitabından yararlanarak yazımıza devam edelim.
Az rastlanan bir teşkilatçılık kabiliyetine sahip bu Tatar gencinin itibarı, en yüksek katlarda saatten saate artıyor, güçleniyordu. Tabii ki, birileri düşünüyor, birilerinin canı sıkılıyordu. Devamlı takipteydi. Mirseyit, kendisiyle ilgili gizli haberleşmeler yapıldığını bilmiyordu. Bir görüşme sırasında Stalin: “…Siz Türkiye’den yardım istemekten söz ediyorsunuz; gelişler-gidişler. Biliyorum ben sizi: Hepiniz de İslam dini tarafındasınız. Aklınızdan Pantürkizm, Panislamizm kuruntusunu çıkarıp atmak için en az bir asır gerekecek size…”
Mirseyit: “Yoldaş Stalin” diye şaşkınlığını bildirir. Stalin: “İşçi ve köylülerin kaderi… Açlıkla kim karşı karşıya? En alt tabaka mensupları, köylüler, ihtiyarlar, çocuklar…”
Mirseyit: “Maksadın halkı açlıktan telef etmek, öldürmek olmadığını sanıyorum Yoldaş Stalin. Köy insanının kendi yetiştirdiği ekmekle karnını doyurma hakkı yoksa, istiklal, hürriyet, toprak şeklindeki vaatlerimize hacet kalır mı? İhtilali kimin için yaptık?” Stalin: “Heyecana kapılıyorsunuz Yoldaş Galiyev. Küçük burjuva hastalığı sizinki. Ekmek ordu için, proletarya için… Köylü için endişelenmeyin, o kendine bakar. Rusya’da köylü halkın kıtlık çektiği görülmemiş. Ve görülmez de…” Tartışma büyüyünce Stalin: “Ama ÇEKA başka fikirde! İhtilalci protelaryanın menfaatlerinden giderek uzaklaşıyorsunuz. Ben bunları size samimiyetimden söylüyorum Mirseyit. Troçki’den siz böyle nasihat duyamazsınız, hatta Lenin’den de…”
Bir Tataristan gezisi dönüşünde Stalin’le görüşürken: “Mirseyit sen gittiğin yerden bir hatıra, bir hediye getirmeden dönmezdin benim yanıma. Bu sefer yoksa Troçki’ye mi verdin?.. Son zamanlarda soğumaya başladın sen benden. Tataristan’dan eli boş dönmedin herhalde…”
Mirseyit: “Boş dönmedim Yoldaş Stalin. (Masaya gazete kağıdına sarılı iki büyük paket çıkarır koyar) Size de var, Lev Davidoviç’e de. Hangisini isterseniz buyurun seçin Yoldaş Stalin.” Stalin: “(Büyük olanı seçer) At başı kadar altın ha” diye şakalaşır kendi kendine.
Mirseyit: “Bugünkü Tataristan için bilhassa tam bir anı”. Ve Stalin’in çıkınca, kendi kendine mırıldanır: “Evet, İdil-Çulman boylarına altın saçmışlardı da…” Mirseyit’in hediye ettiği gazeteye sarılmış hediye, kafatası kemiğiydi. İnsan kafası!.. Ülkeyi, sade onu mu dünyayı idare etmeye çalışan adamın o an düşündüğünü, nasıl sonuçlar çıkardığını, ancak bir Allah bir de kendi bilirdi. Bu “hediye” hakkında Stalin olsun, Sultan Galiyev olsun karşılaşmalarında tek söz bile etmediler. Ama her ikisi de onu unutmadı. Unutmak mümkün müydü ki…
26 Aralık 1922. Moskova’da Sovyetlerin X.Bütün Rusya Kurultayı’nda Rusya Komünist Partisi üyeleri grup oturumu yapılmaktadır. Gündemde tek bir mesele vardır: SSCB’nin teşekkülü prensipleri. RKP grubu tarafından kabul edilen teklif parti üyeleri için tam bir kanundur.
Stalin: “SSCB’yi eşit haklara sahip dört cumhuriyet ilan edecek: Rusya Federasyonu, Ukrayna, Beyaz Rusya ve Kafkas Cumhuriyetleri Federasyonu. Merkez Yürütme Komitesi ve Halk Komiserleri Sovyeti’ni sadece bu dört cumhuriyetin mensubu kadrolar teşkil edecek.” Konuşma tamamlandığında salon bir an gergin durumda kaldı. Türk haklarının temsilcileri fısıl fısıl Sultan Galiyev’e sorular sormaya başladılar. Mirseyit konuşmuyor, canı sıkılıyordu. Duyduklarını neye yoracağını bilemiyordu.
Söz alan Sultan Galiyev, sataşmalar arasında uzun bir konuşma yapar ve sözlerinin devamında: “Niçin SSCB’nin kuruluşu hakkındaki tarihi belgeye sadece dört cumhuriyet imza atmalıdır? Niçin daha ülkemizin doğduğu saatlerde biz, cumhuriyetleri hukuklular, hukuksuzlar veya birinci dereceliler, ikinci dereceliler diye ayırıyoruz. Ben bunu yeni kurulan devletin temeline dinamit koymak diye kabul ediyorum. On yılda mı, elli yılda mı, er veya geç muhakkak patlayacaktır bu. Eşitsizliğe dayanan yeni ve mutlu bir hayat kurmak mümkün değildir. Anlayamıyorum. Türkistan Sovyet Cumhuriyeti, Gürcistan’dan ne bakımdan eksiktir? Fark var elbette, herkes biliyor ki, Türkistan nüfusu ve sahası bakımından birkaç kat daha büyüktür. Milletler arası politika ve ihtilal stratejisi bakımından da Türkistan daha mühim, yani müstakilliğe daha layık görünmektedir. Kazak, Özbek ve Kırgızların geleceklerini tayin hakkı yok mu? Razı mı onlar?.. Er geç biz bu hatayı anlamaya mecbur olacağız. Ama bu arada zamanın ve tarihi ihtilaldeki inisiyatifin elimizden kaçması muhtemeldir…. Siz SSCB kurma fikrini bozmak yolundasınız Yoldaş Stalin. Sizin teklif ettiklerinizin hepsi, İlyiç’in önünde göz boyayarak anlatılmış bir riyakarlıktan ibaret. Kesin talep ve tekliflerimi dinlemenizi rica ederim. En başta, milli cumhuriyet ve milli ülkelerin hepsi eşit haklara sahip olmalıdır. İkincisi, özerk yönetimlerin haklarını sınırlamak doğru değildir. Onlar SSCB’nin kuruluşu hakkındaki belgeye imza koyup eşit hukuklu bir üye olarak tanınmalıdır. Üçüncüsü grup adına hemen İlyiç’e davet gönderelim ve SSCB’nin kuruluşu hakkındaki fikrini kendi ağzından duyalım.”
Salonda uzun bir sessizlik oldu. Konuşmak isteyen de çıkmadı. Stalin söz aldı: “Bu, partiyi suçlamaktır derim ben. Artık unutulup kalan ‘özerkleştirme’ projesini kabrinden çıkarmaya kalkışıyor Sultan Galiyev.” Yerinden sıçrayan İsmail Firdevs: “Yoldaş Stalin, siz mizah duygunuzu kaybetmişsiniz. Kabirdeki o projenin yazarı, kurucusu diye biz sizi biliyorduk”.
Stalin: “Sultan Galiyev’in özerk cumhuriyetlerin statüsünü yükseltmek hakkındaki tezine gelince, o ana karnında ölü doğmuş bir çocuğu hatırlatan tepkisel bir tekliftir.”
Tartışmalar devam etti. Her şey Genel Sekreter (Stalin)’in “hileli” oyunundaki senaryoya uygun yapılmaktaydı. Halkların birleştirilmesi ve eşitlik haklarını garanti etmesi gereken Soyuz (Birlik)’un temeli işte bu şekilde atılmıştır. 30 Aralık 1922 tarihinde SSCB’nin kurulduğu dünyaya duyuruldu. Moskova’da bayram havası vardı.
Mirseyit Sultan Galiyev’in huzuru yoktu. İdil boylarında, Tataristan’da, halk açlık belasından kurtulamıyordu. Yazın ekilecek tohumluk bile yoktu. Tataristan ve İdil boyunun diğer bölgeleri için Amerika’dan gönderilen tahıl yolda durdurulmuştu. Merkez Komite Sekreteri Valerian Kuybişev çağırdı: “Hemşehrilerin milliyetçilikten şikayet ediyor” dedi. Mirseyit’e de dolu şikayet dilekçeleri geliyordu. Ama Kuybişev’in masasındaki mektuplar başkaydı. Sanki özel yazılmıştı. Mektup gönderenlerin birisi bile Tatar değildi. Tartışma büyüdü. “Merkez Komite Sekreteri olarak, ben seni vaktinde uyarmak istedim. Yoksa sonu iyi olmaz bu işin.”
Mirseyit: “Sükut altındır, diye bizim Türk halklarında bir tabir vardır.” Kuybişev: “Türk deyince aklıma geldi. Şunu da söyleyeyim ki bazı yoldaşlar seni Pantürkizm’le suçluyorlar, dikkat et Mirseyit.”
Mirseyit: “Vay be!.. Fakat bunun suç olabilecek bir tarafını görmüyorum. Biz hakikaten de Türk halklarıyız. Slavyanlar gibi Türk halklarının da birbirleriyle anlaşıp dostlaşarak yaşamalarında hiçbir kötülük görmüyorum. İslam ise, siz de iyi biliyorsunuz, bizim ata dinimiz. Ayrıca bu mektuplar birisi tarafından düzenlenmiş gibi. Mektupları okumazdan evvel de bilinen fikirler bunlar. Halkların kendi haklarını tayini hareketini öyle kolayca boğup durdurmak mümkün olmayacak. Hürriyete yöneliş sadece her milletin değil, her şahsın da tabii hakkıdır. Kuybişev: “Bolşevik’sen Bolşevik ol, partinin istikametinde dur. Yoksa kendin bilirsin, İstanbul için yola hazırlan, dostun Zeki Velidi’nin arkasından mesela.”
Mirseyit: “Yoldaş Kuybişev” diye sesini yükseltti, ayağa kalktı. Bu arada telefon geldi Kuybişev’i Stalin çağırıyordu. Stalin’in haberi var mıydı? Belki ikisi arasında geçen konuşmayı Stalin de dinlemişti. Mirseyit: “Bana hürmet ediyor musunuz etmiyor musunuz, bu sizin işiniz Yoldaş Kuybişev. Ama Tatar halkı için olur olmaz konuşmayı bırakın, bu bir! İkincisi, hiç kimse İstanbul’a yönelmeye kalkmıyor. Biz yurtsuz değiliz, atalarımızın toprağında yaşıyoruz. Unutmayın Mirseyit Sultan Galiyev kendi vatanında ve kendi inandığı yolda yaşıyor. Kıblesi ve yönü tek onun! Halkını, vatanını ve inancını kimsenin önünde değiştirmedi ve değiştirmeyecek. Hatta Genel Sekreter önünde de… Zeki Velidi’ye gelince, bu onun kendi kaderi. O da siyasi bir oyuncak veya kukla olmadı, tek suçu bu. Onun hakkındaki son sözü Başkurt halkı söylesin.”
Sultan Galiyev nereye gitse yürek paralayıcı fakirlik manzaralarıyla karşılaşır. Lenin, ölümünden bir yıl önce (23 Ocak 1923) siyasi mücadeleden dışlanır. Parti ve Sovyet yöneticileri arasında çekişme, kamplaşma, yersiz tartışma arttıkça artar. Sadece merkezde değil, milli cumhuriyetlerle bölgelere de bulaşır bu hizipleşme hastalığı. Bolşevikler “sağlar” ve “sollar” diye bölünür. Milli cumhuriyetlerde “Milliyetçiler” ve “Enternasyonalistler” ortaya çıkar.