Başlıktaki “İgitmek ve Bilig” sözcüklerine takılmışsınızdır. “İgitmek”, eğitmek olarak kullandığımız kelimenin ilk halidir. Sözcük köküne bakarsak “İgit”, bugün kullandığımız “Eğit”in eski Türkçe karşılığıdır. “Bilig” ise bilgidir.
Son günlerde Prof. Dr. Bahaeddin ÖGEL hocanın, “Türklerde Devlet Anlayışı” adlı (Ötüken yayınları, Ocak 2016, İstanbul) kitabını okumaktayım. Kitapta “Devletin Halka Karşı Vazifeleri” bölümünde “Eğitim” konusu da işlenmiş. Yeni bir eğitim-öğretim yılına girmemiz dolayısıyla kitaptan alıntılar yaparak bazı bilgiler aktaracağım.
Eğitmek sözünün içinde yedirmek, içirmek, büyütmek anlayışları vardır. Kaşgarlı Mahmud’a göre, “O onu eğitti” dendiği zaman, …yalnızca iki anlayış çıkıyordu: Terbiye etti ve büyüttü. Uygur vesikalarında “yiyecek bulma, besleme ve bakma” karşılığı olarak görülür. Bu anlayış XI.yüzyıl Türklerinde, yani Kutadgu Bilig’de de devam ediyor: “Bol nimet ile beslenmiş (igidmiş) bu vücudum (özüm)” sözünde böyle bir anlayış vardır.
Yaradan ve bakıp besleyen Tanrı, bütün güçlerin üstündedir. Türkler bunun farkındadırlar ve bu yüce düzeni en güzel sözlerle anlatırlar: “Tanrı adı ile söze başladım. Yaratan (törütgen), yetiştiren (igitgen) ve öldürüp göçüren Tanrım!” İşte Kutadgu Bilig’in görkemli ve muhteşem girişi, bize bu ilahî başlangıç ve dönüşün açıklamasını yapıyor. Bunun için eğitmek sözü, sık sık törütmek, yani yaratmak sözü ile birlikte geçiyor. “Törütti igitti bu ödke tegi”, Tanrı insanoğlunu yaratır, yetiştirir (eğitir) bir çağa kadar… Türkler, “Tanrı yalnızca yeme, içme, rızk verir.” gibi dar bir çerçeve içinde kalmıyorlardı. Sevinç ve kaygı da bir Tanrı vergisiydi, Tanrı’nın insanı bir eğitmesiydi.
Kutadgu Bilig:… “Ogul kız törüse sening ay tengin, evingde igidgil igidme öngin”. Senin aya benzer oğlun veya kızın doğarsa, onları kendi evinde terbiye edip yetiştir, başkasının yanında terbiye edip yetiştirme (igidme).
Bilge Kağan: “Ben özüm tahta çıktığımda, her yere gitmiş, dağılmış millet; ölü ve bitik olarak, atsız yayan ve çıplak olarak geriye geldi. Milleti onarayım (budunug egideyin) diye …büyük ordu (ulug sü) ile on iki akın yaptım ve savaşnım.” Eğitmiş Kağan tanıtması Kül Tegin Yazıtı’nda da görülmektedir: “Türk Milleti, sen tok olacaksın! Sen aç isen tokluğun ne olduğunu hatırlamazsın! Bir de doyarsan açlığın ne olduğunu düşünmezsin! Bundan dolayı sizi eğitmiş olan Kağanınızın sözünü (dinleyip) almadın!”
M.Ö. 176 yılında Mete, Çin İmparatoruna yazdığı mektupta, “Hun hakanının barıştaki vazifeleri” üzerinde çok derin olarak durmuş: “Küçükler büyüyecek, yaşlılar sessiz bir hayat için gerekli bir çevre bulacaklar.” Barışta, Göktürk Kağanlarının da Mete gibi ilk işleri, milleti düzene koymak, düzenlemek, onarmak ve kalkındırmak oluyordu.
Milleti onarıp, kalkındırıp, yedirip içirme, Türk Kağanının bir göreviydi. Göktürk Yazıtları’ndan Dede Korkut’a kadar, bu dilek ve gelenek hiç değişmeden süre gelmiştir. “Türk Milleti aç idi, O at sürülerini alıp (milleti) eğittim (yani doyurup kalkındırdım).” Aç kalan Türkler, milletçe ve kağanları başlarında olarak, yiyeceklerini arayıp buluyorlar. Başka milletlerde olduğu gibi, herkes kendi başının çaresine bakmıyordu.
Türkler, bütün çağlarda bilgiye büyük bir değer vermişlerdir. Bundan dolayı eski Türk edebiyatı bilgi ile ilgili sözlerle doludur. Onların bilgileri daha çok tecrübeye, aile ve devlet geleneklerine, töreler ile örf hukukuna, halk edebiyatı ile atasözlerine dayanırdı. Dede Korkut kitabı yalnız bir hikâye değil, ahlâk, edeb, töre öğreten bir hazine gibidir.
Göktürk Yazıtları, …daha çok Türk topluluklarının bilgili veya bilgisiz yahut da “bilmedikleri” üzerinde duruyordu. Yügnekî ise, “Bilgili ile bilgisiz nasıl deng olur?” diye soruyor. XI.yüzyılda bilgi, artık her şeyin üzerine çıkmıştı.
Göktürklerde ululuk; devlet ve ikbali ile bilgiye ve bilgeliğe bağlı idi. Kutadgu Bilig’den bir örnek verelim: “Bilgisiz büyük olsa bile devlet ile; bilgili daha büyüktür şan (kü), şöhret (çav) ve ad ile”. Danışmalı bilgi, Türklerde ayrı bir değer taşır. XI.yüzyıl eski bir Türk şiirinde: “Kengeşlig (danışmalı) bilgi artar, danışmasız bilgi ise eskir” deniyor.
Az konuşmak, doğru konuşmak Türklerin belirli bir karakteridir. “Erdem başı dildir.” Erdem, yani fazilet, devlet idaresinde başta gelen prensiplerden biridir. Eski Türkler öğretmeyi yalnızca bildirmekle yetinmiyorlardı. “Bildirmek-tanıtmak, bildirmek-akla sokmak (okturmak), öğretmek-teşvik etmek (boşgurmak) gibi anlayışlarıyla öğretiyor ve yapıyorlardı.
Kaşgarlı Mahmud bilge sözünü, Arapça “âlim, hâkim ve âkil” sözleriyle karşılıyor. Bilge bilig, yani “bilge bilgi” eski Türk edebiyatında çok geçen bir deyimdir. Aslında bunu “bilgelere göre bilgi” diye de yorumlayabiliriz. Halbuki, Göktürk Yazıtları’nda bilgi yaygındır. Hakan da bilgedir, veziri de bilgedir. Herhangi bir kimsenin, “bilgi sahibi” olarak bilge olabilmesi için bir engel yoktur.
Kendi yazıtı da bulunan ve üç Göktürk kağanına vezirlik yapmış olan ünlü ve büyük Göktürk veziri Tonyukuk’un unvanı Bilge Tonyukuk idi. Kendisi de büyük savaşlar yapmıştı. Ancak onun Alp unvanı yoktu. Alp ve Bilge unvanı, yalnızca hakanlara ait gibi görünüyor. …Topkapı Sarayı’ndaki Oğuz Destanı’nda, “Dede Korkut biliklü” sözü de Dede Korkut’un Oğuzlarca bir bilgeliğini göstermiş olsa gerekti. XI.yüzyılda derlenmiş eski bir atasözünde: “Alpler orduda, bilgeler ise mecliste belli olur”du. Büyük ve derin sözlerden söz açılırken de, “Bilge eren savları” deniyordu. Bir de Uluğ Bilgeler vardı: “Boyda (yani halk içinde) Ulu Bilge olanlar, bilgilerini üleştirip, dağıtmalı” idiler. Bilge Beg de değer verilen bir unvandı.
…danışma, Türklerde kengeş ile öğüt alma, aile ile devlet düzeninin temelini oluşturuyordu. Türklerde çok eskiden beri, ya bilge sözleri töre haline girmiş, yahut da töreler atasözlerinin düzülmesine sebep olmuşlardı. Türklerde sab veya sav sözleri, hikmet, felsefe ve derinlik dolu deyişlerdir. Yani Türklerde yalnızca baba öğüdü yetmiyordu. Bilge kişileri de bulmak gerekliydi. Ayrıca her babanın bir dileği de oğlunun bir bilge olmasıydı: “Benden öğüt al ve erdem dile; boyda ulu bilge ol, bilgini yay”.
Türkler; Şamanizm’den Mani, Buda ve İslâm’a girmelerine rağmen, devlet ve idaredeki anlayış ve deyimler kaybolmuyordu. Türk kültürü veya Türk düşüncesi, dinden dine atlıyordu. Ancak Türk düşüncesinin özü ile dili, kendisinden pek fazla bir şey kaybetmiyordu.